Paylaş
Yine sapla samanı karıştırmaya başladık.
İsrail’in Gazze’deki katliamına, dünya’nın gözüne sokar gibi, kimseleri umursamadan, çoluk çocuk demeden insanları öldürmesine hepimiz tepkiliyiz. Ben, bunca yıldır ilk defa, bu köşe’de İsrail’in cinayet işlediğini, bu duruma göz yuman ABD’nin de suça katıldığını yazmıştım.
Kamuoyundaki infial son derece haklı.
Başbakan da, şimdiye kadar ilk defa İsrail’in askeri bir harekatına büyük bir tepki sergiledi. AKP iktidarı, yine ilk defa, İsrail ile ilişkileri zedelemek pahasına, ağır konuşuyor, kampanyalar açıyor, Arap ülkeleri first lady’leri İstanbal’da doruk yapıyor. Türkiye ilk defa, böylesine yaygın bir karşı duruş sergiliyor.
Bütün bunlar, İsrail’in Gazze’deki tutumu karşısında doğal görülebilir. Bu kadar olmasa dahi, Avrupa’da da sert tepkiler var.
Ancaaak, bizdeki gelişme belirli bir sınır içinde kalmıyor. İsrail aleyhtarlığı, yahudi düşmanlığına dönüştü.
İktidardan kaynaklanan tepkiler, aşırı dinci gurupların harekete geçmesine yol açtı. Bir bölüm medyadaki yazılar, yapılan gösteriler, açılan afişler işin amacını ve tadını kaçırma noktasına geldi.
Bazı otellerde, dükkan, lokantalarda “Buraya köpekler, Yahudiler ve Amerikalılar giremez” sloganları görülmeye başlandı. Türk vatandaşı Yahudilerin cep telefonlarına yollanan ölüm tehditleri, açıkça yapılan hakaretler, artık tehlike sınırına dayandı.
Nitekim, Türk Musevi Cemaati uzun yıllar sonra ilk kez kamuoyunu bir açıklama yaptı. Türk Yahudileri imzasıyla basına veriler bildiride “Türkiye Cumhuriyeti’nin ayrılmaz bir parçası olan biz Türk Yahudileri bazı yayın organlarının dinimizi aşağılayan, hakaret eden ve bizleri hedef gösteren söylemlerine maruz kalmış olmaktan dolayı derin üzüntü duymaktayız” deniyor.
İşin kötüsü, iktidar aşırı dincilerin Gazze fırsatından istifade bu ülkede Yahudi ve batı aleyhtarlığını körüklemesine seyirci kalıyor.
Tehlike büyüktür.
Şahin, bir yerlere mesaj yolluyor
Bunca gürültü arasında kaybolup gitti. Dikkatli gözler farkına vardı, ancak genel kamuoyunda kaybolup gitti.
İbrahim Şahin’in, Ergenekon çerçevesinde verdiği ifadesinin basına yansıyan bölümlerinden söz ediyorum.
“2008 yılının son üç ayında Cemil Çiçek terörle mücadelede yeni oluşuma gidileceği konusunda bir açıklama yapmıştı. Bu oluşumla ilgili olarak Genelkurmay’dan Metin paşa ile Bekir Kalyoncu paşa bu yeni oluşumun müsteşarlığına benim getirileceğimi ve hazırlık yapmamı söylediler. Bununla ilgili düşüncelerimi sordular. Ben de asker, polis ve MİT’in birlikte çalışması halinde terörle mücadelede başarılı olacağı düşüncelerimi anlattım. Yeni oluşumda görev almak üzere önceden özel harekat polislerinden, 30 yaşın altındaki askerlerden liste hazırladım. Bana “300 kişi seçeceksin” dediler. Ben bu listeyi oluşturuyordum. Ele geçen S1 buna ilişkilidir”
Bu sözler bence çok önemli.
Önemli oluşunun nedeni, bu açıklamanın İbrahim Şahin’den gelmesi.
Şahin, Susurluktan başlayarak bugüne kadar çok önemli roller üstlenmiş bir insan. Bu rollerin bir bölümü yasalar çerçevesinde olsa dahi, bir diğer bölümü oldukça tartışmalı. Yasa dışı faaliyetlerden dolayı ceza almış bir polis.
Şimdi söylenince bu sözlerin anlamı çok başkalaşıyor.
Susurluk soruşturması sırasında polisi de, askeri de kendilerine güven duyduklarından, başlarına birşey gelmeyeceği gibi bir tutum içindeydiler. Ergenekon ile birlikte durum değişmiş gibi görünüyor. Artık “dokunulmaz” kişi kalmadı. Daha da ötesinde, böylesine büyük bir davada “kaza kurşunu sonucu” mahkumiyet olasılığı da artıyor.
İşte böyle bir ortamda İbrahim Şahin’in, kime gittiği çok net olmasa dahi, birilerine mesaj yolladığı açıkça anlaşılıyor.
Nedir bu mesaj?
Şahin sanki, “Arkadaşlar, bu işlere ben sizin desteğinizle girdim. Vatan-millet dediniz ve bende inandım. Şimdi topun ağzındayım” diyor ve ekliyor:
“Ya beni bu kargaşadan kurtarın veya bende sizleri ortaya çıkarırım. Zira sizi çok iyi tanıyorum”
Bu mesajı alması gerekenler, acaba gerçekten birşeyler yapabilecek durumdalar mı? İbrahim Şahin’i, daha önceki gibi kurtarabilirler mi?
İşin o yanını bilecek durumda değiliz.
Zamanla anlaşılacak, ancak Şahin kendini, vatan-millet için hapse sokturmamakta kararlı görünüyor.
Tuncay Güney'in ilginç cazibesi
Tuncay Güney bir olay haline dönüştü.
Onu ilk defa Ergenekon iddianamesine giren ifadeleriyle ve bazı gazetelerdeki söyleşileriyle tanımıştık. Ardından Kanada’ya kaçtı ve oradan canlı bağlantıyla televizyona 32.GÜN çıkarmıştı. Ardından bir daha 32.GÜN’de ekranlara geldi. Gazetelerdeki söyleşileri arttı ve nihayet TRT’de 3,5 saat, anlattı, anlattı, anlattı.
Ancak, işin garip yanı Tuncay Güney, genelde hep aynı iddiaları tekrarlıyordu. İnanılmaz ve daha da önemlisi ispat edilemez iddialarla karşımıza çıkıyordu. Buna rağmen reyting rekorları kırıyor. Toplum, hem inanmıyor. Hem aynı şeyleri dinliyor, hem de ısrarla izliyor.
Neden acaba?
Nedir bunun sırrı?
Bu insanın ne gibi bir cazibesi olabilir ki, hepimizi peşinde koşturuyor?
Bence, hepimizin içindeki komploculuk, komplo teorilerinden hoşlanma merakı ve yalan yanlış dahi olsa, başkaları hakkındaki dedikoduları dinlemekten aldığımız zevk...
Tuncay Güney bizden biri ve nabzımıza göre konuşuyor. Adamı boş yere yerden yere vurmayın, zira her kesim bir başka nedenle onu izliyor.
Altan Tan'ın kitabını mutlaka alın
TİMAŞ’ın piyasaya çıkardığı “Kürt Sorunu” (Ya Tam Kardeşlik ye Hep Birlikte Kölelik) kaçırılmaması gereken bir kitap.
Altan Tan kendi başına bir marka. Birikimi ve soruna farklı yaklaşımı, onun değerini arttırıyor.
Osmanlılardan bugüne Kürt tarihini ve bugün yaşananların analizini son derece gerçekçi şekilde yapıyor. Babasını, Diyarbakır hapishanesinde kaybetmesine rağmen, satırlarına hislerini yansıtmamayı çok iyi bilmiş.
Türkiye’nin en önemli sorununa, Altan Tan’ın önemli bir katkısı olan bu kitap da kaçırılmaması ve mutlaka kütüphanenizde bulunması gerekenlerden biri.
28 Şubat'tan 27 Nisan'a
1997 yılının 28 Şubat gününden 2007’nin 27 Nisan’ına kadar geçen süre, herhalde yakın Türk tarihinin en dramatik dönemidir.
Refahyol hükümetinin 28 Şubat günü post modern bir darbeyle devrilmesinden, AKP’nin iktidar olması ve 27 Nisan gecesi, bu defa farklı bir muhtırayla karşı karşıya kalmasına kadar geçen dönem, Şamil Tayyar’ın piyasaya çıkan yeni kitabında hikaye ediliyor. Timaş’ın yayınladığı çalışma, çoğumuzun unuttuğu ayrıntıları hatırlatıyor. Titiz bir inceleme ve kolay okunan bir kitap.
Tayyar, 28 Şubat dönemindeki komploları ve Refahyol’un nasıl düşürüldüğünü çok iyi anlatıyor. Kitabın 28 Şubat ile ilgili bölümü, özellikle 2003-2007 dönemine oranla çok daha iyi işlenmiş. Hem içerik, hem de belgeler çok daha iyi ve titiz şekilde hazırlanmış. Yakın geçmişimizle ilgilenenlerin kütüphanesinde bulunması gereken bir çalışma.
Paylaş