Paylaş
Geçenlerde, arabayla sahillerin turunu yaptım. Ardından, Anadolunun içlerine girdim. Güneydoğu’yu zaten defalarca dolaştım.
Ne kadar güzel bir ülkemiz var.
Dünya’yı çok dolaştım, ancak hiçbir yerde Türkiye gibi tüm güzellikleri bir araya toparlayan bir ülke görmedim.
Karadeniz ayrı bir inci dizisi...
Ege denizinin renklerini, koylarını düşünün...
Akdeniz deseniz, tümüyle apayrı. Hele Antalya kıyılarında, denizledağların iç içe girdikleri yörelerin güzelliğine doyum olmuyor.
Marmara ile İstanbul ise, birlikte dünya’nın en müthiş manzarasını oluşturuyorlar.
Bu saydıklarım, tabiat güzelliklerimiz.
Elimizdeki bu hazineyi iyi koruyabiliyor muyuz?
Hayır.
Son derece hoyratça kullanıyoruz. Yeşilliklerimizi korumuyor, ormanları kesiyoruz.
Sahillerimizin durumu hepimizin gözlerinin önünde. Akdeniz ve Ege yöresinden daha kötü, daha çirkin bir yapılaşma nerede var?
Yanı başımızdaki Yunanistan’a bakmak yetiyor.
Yunan adalarına her gidişimde içim yanıyor. O renk cümbüşünü, birbirinden hoş binaları gördükten sonra, bizim kıyılara dönüp birbirine üstüne yığılmış, ecüş bücüş binalar, birbirinden çirkin ve yarı apartman yarı ev gibi, ne olduğu belirsiz inşaatlarla karşılaşmak çok acı oluyor. Her defasında, “biz neden bu kadar zevksiziz” diye kendi kendimesormadan edemiyorum.
Kentlerimizin de, sahillerimizden bir farkı yok. Onlarda birer çirkinlik abidesi.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen, bunca hoyratlığa rağmen, ülkemizin tabiat örtüsü hala ayakta. Hala bizim pisliğimizi gizleyebiliyor.Hala güzel alanlar, mahvedilmemişköşeler bulunabiliyor.
Neden böyleyiz?
İnsanlarımızı eğitemediğimiz için mi? Yoksa içimizden mi gelmiyor?
Birşeylerimiz bozukta, neyi değiştirebilirsek normalleşebileceğimizi bir türlü bulamıyorum.
Bu güzelim ülke’nin tadına varamıyoruz.
BU HAYATI KİM GERİ GETİRECEK?
Şu günlerde insanın yüreğini yakan bir insan hikayesi gazete sayfalarınıdolduruyor.
Gencecik yaşında, 12 Eylül darbesi sonrası idam edilen 50 kişinin arasında kaybolup giden ODTÜ öğrencisi Erdal Eren’in hikayesi.
Öğrenci gösterileri sırasında, bir eri öldürdüğü iddiasıyla askeri mahkeme tarafından idama mahkum ediyen Eren’in cezasını 3 defa bozan Askeri Yargıtay 3. daire üyesi emekli hakim albay Ahmet Turan’ın sessizliğini bozması, ortaya müthiş bir dramın çıkmasına yol açtı.
Düşünebiliyor musunuz, 17 yaşındaki bir insan apar topar asılıyor. Turan, davanın baştan sona hatalarla dolu olduğunu anlatıyor. Besbelli vicdan azabı içinde. “Bu çocuk haksız yere asıldı. Eren önden ateş etmiş, osya asker sırtından vurulmuştu... Kurşunun Eren’in tabancasından çıktığı da belli değildi... 18 yaşında değildi. Yani idam için yaşı tutmuyordu. Röntgen çektirip kemikkalınlıklarına göre, yaşını 18’e çıkarttılar...” diyor.
Ardından 12 aralık 1980 günkü Milli Güvenlik Konseyi tutanakları da Milliyet’te yayınlandı. Konsey üyeleri tek cümle dahi etmemişler. Dosyayı incelememişler bile...
12 Eylül darbesinin “Asmayalım da, besleyelim mi?” sloganının en acı örneklerinden biri...
“BÜTÜN İŞSİZ ÖĞRETMENLERİ ATAYAMAYIZ”
Ben hem köşe yazılarımda, hem de Kanal D Ana Haber’deki yorumlarımda, sık sık iş bekleyen öğretmenlerin sorunlarını, şikayetlerini yansıttım. Oysa MEB’nın görüşüne yer vermedim.
MEB’nı Hüseyin Çelik , aynı konuda Nazlı Ilıcak’ın sorularını yanıtlarken, hem resmi rakkamları, hem de resmi yanıtı verdi.
Çelik’in açıklamalarının en can alıcı bölümlü şöyle:
“ Şu anda 25 bin öğretmen açığımız var. 10 bin öğretmen daha aldığımızda, 15 bin açık kalacak. Ama tabi ki dersler boş geçmeyecek. Mevcut öğretmenleri, fazla mesai ödemek suretiyle görevlendirerek ve kadromuzda bulunmayan uzmanlara ücret karşılığı ders verdirerek, eğitimde bir aksama olmamasını sağlıyoruz. Toplam 630 bin kadrolu ve sözleşmeli öğretmenimiz var. İktidarımız döneminde, Milli Eğitim Bakanlığı, 300 bin yeni istihdam sağladı. Bu yeni istihdamın % 80'i90'ı öğretmen. Ama bütün işsiz öğretmenleri istihdam edemeyiz ki! 180 bin öğretmen boştaysa, ne kadar ziraat mühendisi, ne kadar iktisatçı, ne kadar fizikçi, hukukçu boşta, onlara da bakalım.”
SUALTINDA BİR HAZİNE GİZLİYORUZ...
Bodrum Yarımadasının Turgutreis kentinin açığındaki yassıadanın hemen 300 metre açığında 2 inci yüzyıldan bu yana kurbanlarını içine çeken bir deniz tuzağı var. Belirli bir bölümde deniz aniden yükseliyor ve 3 metreye kadar sığlaşıyor.
Milattan sonra 2 inci asırdan başlamak üzere, tam 12 gemi buraya gömülmüş durumda. Denizin altı tam anlamıyla bir batık mezarlığına dönmüş durumda.
Eşim Cemre ile birlikte, Özel izinle Bodrum müzesine bağlı olan bu batık mezarlığına (Bodrum Sualtı Arkeoloji müze müdürü Yaşar Yıldız, sualtı arkeoloğu Ece Benli Bağcı, müze görevlileri Erol Atarer, Adnan Zehir ve usta dalgıç Kenan Ergüç, uluslararası üne sahip sualtı görüntü yönetmeni Tahsin Ceylan ile birlikte ) indim ve müthiş bir manzarayla karşı karşıya kaldım.
Üst üste binmiş ve 11 gemi ve hepsinin tepesinde de , en son 1960’larda batan bir Romen gemisi. Bu geminin altında milattan sonra 2 inci asırdan 17 inci asıra kadarki dönemden Rodos ve Osmanlı batıkları var. Hepsinin üstüne de bir Romen gemizi oturmuş durumda.
Gemi mezarlığının dibi, 55 metre derinliğe kadar iniyor. Diğer batıklarla dolu. Hele bir yer var ki,etrafa dağılmış anforalar insanı asırlar öncesine götürmeye yetiyor.
İlk defa 1961’de Sualtı arkeolojisin en ustalarından sayılan George Bass’ın bulduğu bu mezarlık halen yasak bölge. Oysa bütün dünyanın gözü de burada. Büyük paralar verip, bu su altı arkeoloji parkını dolaşmak isteyen binlerce amatör dalgıç var. Burası, eğer Kültür bakanlığı harekete geçerse gerçek bir su altı arkeoloji parkına dönüştürülmek isteniyor. Büyük istek var, ancak Kültür bakanlığında son imzayı atacak insan bulunamıyor.
Hazine denizin altında duruyor. YASSAK emri ise bu zenginliği yok ediyor. Bütün ümitler de yeni kültür bakanı Ertuğrul Günay’da.
Eğer o isterse, bir hazine dünyaya açılacak. Hem Bodrum ünlenecek, hem de büyük bir gelir kapısı aralanmış olacak.
Resimler: Tahsin Ceylan (Uluslararası su altı görüntü yönetmeni. İhtiyacı olanlar arayabilirler. tahsin.ceylan@tr.net,
Paylaş