Paylaş
Türk kamuoyunda dış politika konularını tartışmak çok zordur.
Nedeni de, bizim halkımız olayları, siyah veya beyaz renklere bakarak değerlendirir. Yani, netlik ister. Gri renklerden hoşlanmaz. Fazla nüanslara girmez. Oysa dış politikada hiçbir zaman netlik yoktur. Olayların daima farklı yönleri, nüansları vardır.
Kafkaslardaki durum, işte bu açıdan bakıldığında kafaları karıştırıyor.
Gürcistan, kamuoyunun kalbini kazanmış bir ülke. Gürcülerle birlikte yaşamanın getirdiği yakınlık içimize sinmiştir.
Rusya ise, geçmişin kötü anıları bir yana bırakılırsa, günlük yaşamımızın en önemli unsurlarından biri konumuna girmiştir.
Tükettiğimiz doğalgazın yüzde 65’i Rusya’dan geliyor. Sanayimiz bu gaza bağlı. Elektrik üretimimiz, Sibirya’dan çıkıp evlerimizin içine giren bu gaza bağlı. Eğer ısınabiliyor, fabrikalarımızı işletebiliyorsak, bunu Rus gazı sayesinde yapabiliyoruz. Tabii, bedava değil ancak yıllar içinde artık iyice iç içe girmiş durumdayız.
Rusya’ya yılda 10 milyar dolara yakın ihracat yapıyoruz.
Türk müteahhitlerinin milyarlarca dolarlık iş bağlantıları var.
Her yıl, yüzbinlerce Rus turist Antalya’ya akıyor ve milyonlarca dolar bırakıyor.
Özetlemek gerekirse, neresinden bakılırsa bakılsın, Rusya bizler için göz ardı edilemeyecek derecede önemli bir pazar.
Sadece bu kadar da değil.
Rusya hemen yanı başımızdaki bir dev. Bu dev, Sovyetler Birliği imparatorluğunun dağılmasından sonraki geçiş dönemini tamamladı ve Uluslararası kamuoyundaki yerini geri almak üzere harekete geçti.
Gürcistan ile sürtüşmenin temelinde işte bu gerçek yatıyor.
Rusya, bundan böyle itilip kakılmayacağını, özellikle de Kafkaslardaki etkinlik bölgesini kimseye bırakmayacağını açıkça gösterdi. Başka bir deyişle, Amerika’nın tek kutuplu dünyasını yönetme dönemi bitti. Artık dünyada tek patron Washington değil, Moskova hiç değilse Kafkaslarda tekrar devreye girdi ve bu bölgede yine çift kutuplu dünyaya kayış başladı.
Ankara, işte bu açıdan iki cami arasında.
Mantığı ve uzun vadeli çıkarları açısından Ankara’nın Rusya’dan vazgeçmesi veya sırtını dönmesi söz konusu olamaz. Yanı başımızdaki böyle bir dev ile yaşamayı öğrenmeli ve geçinmenin yollarını aramalıyız.
Ancak, Gürcistan’a da sırtımızı dönemeyiz. Orada olanlara göz yumamayız. ABD’nin ve AB’nin desteklediği Gürcistan cephesinden uzaklaşamayız. Zor dahi olsa, bir denge oluşturmak ve her iki tarafı da idare etmek zorundayız.
Kafkaslardaki Türk diplomasisini ben, ince bir ipin üzerinde yürüyen cambaza benzetiyorum. Kolay olmayacak. Zaman zaman krizler yaşayacağız. Ancak önünde sonunda bir çıkış yolu bulacağız. Bu ilişkilerde başvurulmaması ve mutlaka kaçınılması gereken, karşılıklı tehditleşmedir.
Kamuoyunun belki hoşuna gidebilir.
“ Rahatsız edeni, biz de rahatsız ederiz” efelenmesi, iç politikada prim de kazandırabilir. Ancak, orta ve uzun vadede Türkiye’ye sadece zarar verir.
* * *
OTAĞTEPE KRİTERLERİNE İNCE AYAR YAPILDI...
Otağtepe Evleri’nin, Türk siyasetinde önemli bir yeri vardır. Hemen her dönemde, hükümetlerin kurulması veya bozulması gibi gelişmelerde rol oynar. Başbakanlar ve nice bakanların sık sık gelip gittikleri, misafir oldukları, dolayısıyla siyaset dedikodusu bol bir sitedir. Tabii bunun başlıca nedeni, Otağtepe’de oturan ünlülerin yıllar boyunca geliştirdikleri ilişkileridir. Günlerce tartışılan, Erdoğan’ın bazı gazetecilerle yediği yemek ve sonradan, gerçek olduğu daha iyi anlaşılan “Otağtepe kriterleri” veya “Otağtepe yol haritası” hala hatırlarda.
İşte bu Otağtepe Evlerinin” iki ünlüsünden güzel haberler var. Sitenin en etkin iki simasına nazar değmişti.
TESEV’in kurucusu Can Paker, tedavi ve küçük bir ameliyatla kendine geldi. Nazarcı kem gözlerden kurtuldu.
Mehmet Barlas’ı, ATV’deki anchorluk görevinden ayrılmak zorunda bırakan ses tellerindeki rahatsızlık bitti. Her zamanki fıkralarıyla sevdiklerinin arasına döndü.
Can ve Mehmet’i sevenlere duyurulur.
Paylaş