Paylaş
Geçenlerde, Türkiye’yi çok yakından tanıyan bir Avrupalı dostumla birlikte, gelişmeleri tartışıyorduk. Kendisinden izin almadığım için adını veremeyeceğim. Ancak şu kadarını söyleyebilirim ki, Avrupa siyasetinin en tanınmış ve önde gelen isimlerinden biridir.
“Türkiye’de yaşananlar, soğuk savaş dönemindeki ünlü bir stratejinin izlerini taşıyor” diye söze başladı. Bu sözleri duyduğum anda, ne demek istediğini ve ne kadar da haklı olduğunu anladım.
Benim kuşağım çok iyi bilir: NATO’nun, nükleer dehşet dengesine dayalı bir stratejisi vardı. MAD (Mutually Assured Destruction- Karşılıklı Garantili İmha) denirdi.
Mantığı da şöyleydi:
Strateji birkaç aşamadan geçerdi.
Sovyetler Birliği, NATO ülkelerinden birine karşı birtahrikte bulunduğu taktirde, Amerika’nın tüm nükleer füzeleri alarma geçirilir, tahrik sürerse, füzeler bu defa Sovyetler Birliği’nde daha önceden belirlenmiş olan hedeflere (özellikle büyük ve kalabalık kentler seçilmişti) kilitlenir ve Sovyetler, geri adım atmadıkları (yani kendi nükleer silahlarını durdurmadıkları veya bir kara harekatından vazgeçmedikleri) taktirde, Amerika elindeki tüm nükleer füzeleri bu ülkeye karşı ateşleyecekti. Böylece Sovyetler, NATO’ya yönelik bir harekete geçtikleri anda kendilerinin de, garantili şekilde yok olacaklarını bilirlerdi. Amerika, aynı şekilde toptan imha tehdidi altında yaşardı. İki süper güç böylece bir korku dengesi kurmuş, birbirlerini korkunç bir tehdit altında tutarak, “barış içinde “yaşarlardı.
Ancak bu korku dengesi, zaman içinde insanları gerçekten korkutur oldu.Kazara birinin nükleer tetiği çekmesi olasılığı ve daha da önemlisi, nükleer silahların kullanılmasıyla birlikte herşeyin ve herkesin yok olacağı anlaşıldıkça, bu stratejinin pek de inandırıcı olmadığı ortaya çıktı. Patlamayla birlikte nükleer bulutların getireceği büyük tahribat ve ertesigün sendromu insanları, zaman içinde bu stratejiden uzaklaştırdı.
Bugün Türkiye’de yaşananlara bakarsak, bir başka MAD stratejisinin uygulandığını görebiliriz.
AKP ile Ulusalcılar arasındaki ilişkiler MAD’in düğmesine basılmak üzere olduğunu gösteriyor. Şimdiden söyleyeyim, yarın dizimizi dövmeyelim.
Bakın senaryo nasıl gelişiyor.
AKP, türban adımını atarak Ulusalcıları tahrik etti. Yani ilk eşik aşılmış oldu. Şimdi Ulusalcılar tüm nükleer silahlarını AKP’ye yöneltmiş durumda.
AKP türban konusunda geri adım atmadığıveya örneğin, bazı bakanlarını değiştirerek, kamuoyundaki bilinen kuşku ve kaygıları gidermek için bir iyiniyet gösterisinde bulunmadığı, başka bir deyişle, atacağı adımlar konusunda kesin kararlı, geri dönme niyetinde olmadığını gösterirse, Ulusalcılar nükleer füzelerini ateşleyecekler.
AKP’ye yönelik bu nükleer saldırının tahrip gücü çok büyük olacak.
Partinin kapanması, liderlerinin ve öne çıkmış siyasetçilerinin yasaklanmasının yaratacağı şok inanılmaz çalkantıları da beraberinde getirecek. Nükleer bulutların ülkeyi ne duruma sokacağını, yani ertesi günün hesaplarını kimseler yapmıyor. Gözü kara şekilde bir bekleme dönemi yaşıyoruz.
AKP tutum değiştirmezse, Türkiye’yi imha stratejisi devreye sokulacak ve düğmeye basılacak.
* * *
RIDVAN BUDAK’IN İSYANMEKTUBU
Eski DİSK Başkanı ve 21 inci dönem milletvekili, bugün Tekstil İşçileri Sendikası Genel BaşkanıRıdvan Budak, CHP Milletvekilleri, İl Başkanları, İlçe Başkanları ve Kurultay delegelerine gönderdiği bir mektupta isyan bayrağını çekmiş. Partiye
Mektubun en ilginç yanı, “Partinin adayı olmak için, Demirel’in telkin ve tavsiyesi mi gerekiyor?” diye ortaya attığı soru (!)
Paylaş