Paylaş
Türkiye belki bazı açılardan talihsiz bir konumda bulunabilir, ancak bazı açılardan dünya’nın şanslı ülkelerinden biridir. Çoğumuzun hep şikayet eder ve “Kardeşim bizim komşumuz İsviçre ile Avusturya değil ki, rahat nefes alabilelim” deriz. Oysa Türkiye’nin şansı da bu konumdan kaynaklanır. Etrafımızdaki ülkelerden dolayı çok rahatsızlık duyarız, ancak onların sayesinde de Uluslar arası reytingimiz yükselir. Stratejik önemimizin artmasıyla birlikte büyük avantajlar sağlarız.
Amerika Birleşik Devletleri bize işte bu gözle bakar.
Bir yanında İran, öbür yanında Irak… Bir kolu Ermeni-Azeri anlaşmazlığında, diğer kolu Avrasya, bir ayağı Akdeniz’de diğeri de Ege’de olan bir Türkiye… Bölgede hangi krizden söz etseniz, kulak kabartılıp dikkatle dinlenmesi gereken bir ülke… Afganistan için vazgeçilmez bir güç, Filistin ve Lübnan konusunda önemli katkıları olan bir oyuncu.
Washington’dan Türkiye böyle görülür.
Ancak bazı yönetimler, Türkiye’ye cepte keklik gibi bakar, bazıları ise tam aksine Türkiye’ye Stratejik Ortak muamelesi yapar.
İlk şans baba George Bush ile gelmişti...
Son dönemlerde Washington’dan, Türkiye’yi yücelten ve ilişki düzeyini inanılmaz noktalara çeken iki yönetim geçti. Bunlardan biri, 1991’deki 1 inci Körfez Savaşı sırasında, Baba Bush ile Özal işbirliği sırasında gerçekleşmişti.
Özal-Bush görüşmeleri ve karşılıklı yaratılan güven ortamı, Türk-Amerikan ilişkilerinin altın çağını yaşatmıştı. Türkiye’nin verdiği son derece değerli desteğe teşekkür etmek için Bush temmuz 91’de Ankara’yı resmen ziyaret etmişti. Özal bu fırsattan istifade, Kıbrıs konusunu çözmek için ABD’nin desteğini almış ve Baba Papandreu ile bir girişim başlatmıştı. Ancak, hem Türk hem de Yunan dışişleri bakanlıklarının “şahinleri el ele verdiler” ve bu girişimi engellediler.
Türkiye’nin Kıbrıs’takaybettiği en değerli fırsat buydu.
Ardından, Ankara'dan Clinton geçti...
Ardından, kasım 1999’te Clinton geldi.
Gelmeden önce Georgetown Üniversitesindeki tarihi konuşmasında “Yükselen Ülkeler Listesinin” başına Türkiye’yi koymuştu. Müthiş bir karşılama yapılmış, TBMM’deki konuşmasında Türk-Amerikan İlişkilerinin yeni boyutlarını anlatırken Türkiye’nin ,bölgede enerji hatlarının geçtiği bir istikrar köprüsü olduğunu söylemişti.
Nitekim, 1998’de Abdullah Öcalan’ın Kenya’da yakalanmasından sonra, Türkiye’ye teslim edilmesi kararını bizzat Clinton vermişti. Ancak “Ben bu jesti yapıyorum,siz de Kürt sorununu çözme yolunda bazı adımlar atın ”demiş,hatta ilk PKK’yı tasfiye planı üzerinde çalışmabaşlatılmış, ancak ardı getirilememişti..
Türkiye o fırsattan da yararlanamadı.
Üçüncü şans Obama ile birlikte geliyor
ABD bir Süper Güç’tür. Avrupa Birliği, Kıbrıs, Ermeni ve Kürt Sorunu başta, hangi konuda ağırlığını koyarsa, o konuda Ankara’nın işi kolaylaşır.
Şimdi üçüncü bir şans geliyor.
Obama yönetiminin yaklaşımı, bundan öncekilerden de ilerde. Elleri kolları dolu geldi.
Gayet tabii istedikleri var.
Karşılığında da verecekleri var. Ancak bu defa farklı bir Türkiye var. Hem bölgede, hem de Avrupa’da farklı gözle izlenen bir Türkiye ile konuşacak. Hillary’nin Ankara ziyaretindeki yaklaşımına bakılacak olursa, Washington ufuklarında Türkiye’nin yıldızı parlayacak gibi görünüyor.
Benim merakım, bizlerin bu ortamdan yararlanıp yararlanamayacağımız... Yoksa, yine kendi küçük iç çekişmelerimize dalıp, kısır siyasi kavgalarla bu olanağı da kaçıracak mıyız ?
Uluslararası İlişkiler bir pazarlıktır.
Hesaplarınızı iyi yapar, oyunu iyi oynarsanız daha kolay kazanırsınız.
Paylaş