Paylaş
Ne kadar şikayet edilse, yargının uygulamaları eleştirilse dahi, Ergenekon davası bu ülkenin çirkin yüzünü ortaya çıkardı. Bir bölümü abartılı, yetersiz dellilerle süslenmiş dahi olsa, neler yaşandığı sizleri hayret ettirmiyor mu?
Abdi İpekçi ile başlayan, Uğur Mumcu ve diğerleri ile süren gazeteci katliamlarının, rahip Santoro cinayeti, Danıştay’ a kanlı baskın, Hırant Dink ve misyonerlerin katledildiği zirve olayı, Sabancı suikasti.
Dahası da var: Gazi Mahallesi katliamı, Madımak rezaleti... Bunların büyük bölümünün failleri bulunamadı. Devlet istediği zaman faili ortaya çıkarırken, bu olaylarda sessiz kaldı.
Top, hep dış güçlere atıldı.
Kimi zaman İran, olmadı PKK, olmadı Mosad... Ancak şimdilerde bu eski algı artık değişiyor.
İddianamelerin ayrıntılarını okudukça, bunların “Dış güçlerin komplosu” değil, aksine “İç güçlerin işi” olduğu anlaşılmıyor mu?
Yine, ne kadar abartılı, eksik delil ve hatalarla dolu olursa olsun, Ergenekon-Balyoz davalarının, “Darbe Günlükleri” nin ayrıntılarına girdikçe soru işaretleri artmıyor mu?
Faili meçhul cinayetleri de dış güçler mi işledi?
Hayır. Besbelli iç güçlerin işi...
Perde arkasında neler neler yaşanmış...
Derin devlet mi, amatör veya profesyonel katiller mi bilemem.
Ancak inanılmaz bir entrika...
İnanılmaz bir güç mücadelesi...
İnanılması çok güç, başıboş bir cinayet şebekesi...
Bu iddianamelerde, soruşturma, dava tutanakları, telefon kayıtları ve sorgulamalarda ortaya çıkan ilişkilerin yüzde 10’unun doğru olması dahi yeter...
Türkiye bir komplolar, entrikalar ülkesine dönüşmüş de farkında değilmişiz.
Lütfen şimdi çıkıp “Ben bilmiyordum” filan demeyin. Eminim herkes, bir parçasını biliyordu, ancak resmin tamamını gören çok azdı. Resim şimdi tamamlanıyor ve dehşet daha da artıyor.
Bu devletin polis-savcı araştırmasına, bilirkişilerine ve yargısına, uzun zamandır zaten güvenimi kaybetmiştim. Şimdilerde hiç kimselere inanamaz duruma girdim.
Türkiye aslında korkular imparatorluğuymuş. Cinayet şebekeleri tarafından çevrilmiş ve bizler de resmen bedava yaşamışız.
Ortaya çıkan bu resim, tekrar ediyorum “Ne kadar abartılı ve özensiz olursa olsun” yine de dehşet vericidir.
Soner’in kitabında (Samizdad “Hakikatlere dayanacak gücünüz var mı?”) anlatılanlar, olayın resmi versiyonunu birçok yönden yalanlıyor, ancak Yalçın’ ın doğruları dahi, genel komplo havasını farklı bir açıdan doğruluyor.
Neresinden bakılırsa, (Laikliği-Kemalizmi korumak- Vatan aşkı vb...) ne isim verirsek verelim, (Derin Devlet vb...) geçmişimiz beni asıl şimdi daha da korkutuyor. Meğer eskiden kendimizi dış komplo teorileriyle aldatıyormuşuz. Üstelik cinayet ve suikastlere alışmışız.
Acaba sonuna gelinecek mi?
Yoksa, yarın şeytanlar yine girdikleri deliklerden çıkarlar mı?
BU YUMAĞI ÇÖZMEK ÇOK GÜÇTÜR...
Soner Yalçın’ ın kitabında anlattıkları kafamı daha da karıştırdı. Söylediklerinde de mantık var. Yanıtlar sağlam. Verileri inandırıcı, etkileyici...
Ben ilk günden beri, Oda TV’ nin askerle veya derin devlet unsurlarıyla bir darbe komplosu içine girip, iktidarı devirme çabasında olabileceğine inanmayanlardanım.
Benim gözümde Oda TV, son derece sert, zaman zaman kırıcı olabilen, haberin ne oranda doğru olduğu konusunda fazla titiz davranmasa dahi, sonuçta bir muhalif sesti.
Nedim Şener’ in yazdıklarını da (kitaplar) okuduğunuzda savcılar ve yargıçlar başka şeyler görebilirler ancak bizler gazeteciliğin ötesinde hiçbir şey göremiyoruz.
Bu kitapları, iddianame-tape ve soruşturma zabıtlarını okuduktan sonra, kendi kendime “Birbiriyle müthiş çelişen bu yumağı hangi yargıç çözebilecek? Nasıl adalet dağıtabilecek?” sorularını sormadan edemedim.
Hele şimdi bir de Ergenekon davaları birleştirildi. Yargı, hukuk açısından belki doğru bir adım attı, ancak kamuoyu açısından bakarsak, kendine bir canavar yarattı.
7500 sayfalık 16 iddianame; 1 milyon sayfalık 4 bin 352 ek delil klasörü var. 61 tutuklu, 256 sanık hakkında karar verilecek.
Böylesine hacimli davalar, ister istemez uzun sürer ve son derece karmaşık bir yapıya sahip olduğundan dolayı adalet dağılımında kim vurduya gidenlerin sayısı da artar. Kurunun yanında yaş da yanar.
Benim tek kuşkum, bu arada gerçek sorumluların aradan sıyrılıp kurtulması.
SİLİVRİ, İLERİDE FARKLI BİR DİYARBAKIR OLMASIN (!)
Soner Yalçın olsun, Nedim Şener’ in son kitabı olsun, en etkileyici yanları hapishane hayatını anlattıkları bölümlerdi. Diğer tutukluların hikayelerini de eklediğinizde, karşınıza bambaşka bir dünya çıkıyor. Eskiden umursamadığımız, sanki başka gezegendeymiş muamelesi yaptığımız hapishanelerin şimdi farkına varıyoruz. Ne kadar tehlikeli bir dünya olduğunu görüyoruz.
Tanıkları dinledikçe, bu kanım daha da güçleniyor.
Diyarbakır Cezaevi nasıl PKK’ nın temelini oluşturduysa, yarın Silivri’ nin de bir başka direniş cephesi oluşturacağından kuşkulanıyorum.
Diyarbakır’ da yaşananları görmezden gelmiştik. Sonra çok pahalı ödedik. Silivri’ yi de görmezden gelirsek, yine ağır bir fatura ile karşılaşacağımızı unutmayalım.
HERŞEY 2007’ DEN İTİBAREN NEDEN KESİLDİ?
Lütfen bana şunu anlatın:
Nasıl oluyor da, 1990’ ları kana bulayan eski suikastler, faili meçhul cinayetler, büyük bombalama olayları veya eylemler, 2007’ den itibaren kesildi?
Haziran 2007, Ergenekon soruşturmaları ve ilk operasyonların başlama tarihidir. Hemen ardından 2008’de Ak Parti’ nin Anayasa Mahkemesi’ nde kapanma davası açıldı, 2009’ da kıl payı farkla kapanmadan kurtuldu.
Bu tarihleri alt alta dizip şu soruyu sorun.
Nasıl oldu da, PKK dışındaki faaliyetler, ne olduğu anlaşılamayan cinayetler bitti.
Neden?
Garip değil mi?
Paylaş