Paylaş
İnanılması son derece güç bir durumla karşı karşıyayız. Sadece bizler için değil , aslında başta Amerikan toplumu olmak üzere, bütün dünya için inanılmaz bir sonuç.
Obama’nın, Amerika Birleşik Devletleri’nin başına geçmesi ve Beyaz Saray’a oturmaya hazırlanması, gerçekten inanılmaz bir sonuçtur.
Ancak olanlar oldu.
Amerikan toplumu bir devrim gerçekleştirdi.
Amerikan toplumu bir tabuyu devirdi.
Bir zamanlar, Beyazlarla aynı tuvalete dahi girmesine tahammül edilemeyen Siyahlardan biri, Beyazların egemen olduğu bir Süper Güç’ün başına geçiyor. O Siyahlar ki, Beyazlar tarafından köle olarak getirilmiş ve uzun yıllar boyunca esir muamelesi görmüşler, baş kaldırdıkları zaman dayak yemişler, hatta canlı canlı yakılmışlardı.
İşte o siyahlardan biri, ailesi halen Kenya’nın bir köyünde yaşayan Obama, bugün dünyanın en güçlü insanı oldu.
Obama, seçim kampanyasındaki vaatlerini tutarsa, Beyaz Saray’a girdikten sonra ezilmişlerden yana bir tutum sergileyecek gibi görünüyor. Başka bir deyişle, Obama kendine göre yeni bir dünya kurmaya çalışacaktır.
Türkiye’de bu yeni dünyada kendine yeni bir yer bulacaktır.
Bu yeni yerin, Ankara için çok kolay olacağını söyleyemeyiz. Hiç değilse ilk 4 yıllık döneminde, Türkiye’nin pek alışık olmadığı sorunlarla karşı karşıya kalmayı beklemeliyiz. Kıbrıs konusunda ve özellikle de Ermeni sorununda ağzımızın tadı kaçabilir. Bu iki konuda, geçmişte Washington’dan almaya alışık olduğumuz desteği bulamayabiliriz.
Tabii bunu Obama’nın Türk düşmanı bir tutum içine gireceği şeklinde almamalıyız. Beyaz Saray’a oturan hiç kimse Türkiye’ye düşman olmaz. Ancak eskiye oranla, bazı politikalarda canımızı sıkabilir, o kadar...
Ne olursa olsun, Beyaz Saray’daki Obama ile hem ABD, hem de dünya çok farklı olacaktır. Cumhuriyetçilerin 8 yıldır mahvettikleri dengeleri yeniden kuracak ve yeniden yaşanabilir, daha az tehlikeli bir dünya yaratacaktır.
Herkesin görüş birliği yaptığı bir nokta var: O da, artık Cumhuriyetçiler dönemi kapanmalı. Ne kadar kötü olursa olsun, Demokrat yönetim Bush yönetimi kadar kötü olamaz.
“MÖSYÖ GÜL, SİZ GİTTİNİZ BU İŞ YATTI...”
Avrupa Birliği Komisyonu her yıl, tam üyeliğe aday olan ülke için İlerleme Raporu hazırlar. Aslında buna Hal ve Gidiş Karnesi demek çok daha doğru olur.
Bizler alıştık, haylaz öğrenciler gibi, bizim karneler hep kırıklarla dolu oluyor. Kimi yıl sınıfta çakıyoruz, bazı yıllarda ise sınıfı geçiyoruz.
Bu yılki karnenin ortalaması 4.5
Çok kimse için bu bir sürpriz. Zira çok daha kırık not bekleniyordu.
Eleştiri var, hem de birçok noktada yoğunlaştırılan eleştiri var. Ancak kelimeler dikkatli seçilmiş, cümleler esnek geçilmiş. Türkiye’ye sert yaklaşılmamış, üstüne üstüne gidilmemiş. Birçok eksiklikler gözardı edilmiş. Üstelik eskiden beri bildiğimiz eleştiriler. Yenileri eklenmemiş. Eski raporlarla karşılaştırılamayacak derecede dengeli ve duyarlı.
Reformların yavaş gittiğine dikkat çekiliyor, ancak yine de reform sürecinin durmadığı belirtiliyor. Ankara’ nın bir yıldır geçirdiği siyasi gerilim anlayışla karşılanıyor.
Raporda genel olarak AKP iktidarı kollanıyor. Ancak bir bölümü var ki, Başbakan Erdoğan’ın kalbinin AB projesinden yana olmadığını gösteriyor. Orada da, Abdullah Gül’ün dışişleri bakanlığından ayrılıp Cumhurbaşkanlığına çıkmasıyla birlikte bu işlerin yavaşladığı belirtiliyor.
Özetlemek gerekirse, Olli Rehn’in deyimiyle, mümkün olduğu kadar dengeli hazırlanmış.
Her şeye rağmen, yine de Türkiye’nin kolay kolay göremediği ve göremeyeceği bir rapordan söz ediyoruz.
Peki neden ?
Neden Türkiye kollanıyor ?
Ben bu yılki karnenin böylesine anlayışlı olmasının arkasında, 2009 yılında kopacak kıyametin işaretini görüyorum. 2009 sonunda Kıbrıs gemilerine Türk limanları açılmadığı taktirde, geri kalan tüm paragrafların askıya alınabilme olasılığı var.
Özetle, gerçekleri tam anlamıyla yansıtmayan bir karne aldık.
Paylaş