Paylaş
MİT’in eski İstanbul Bölge Müdürü Nuri Gündeş’i günlerdir dinliyoruz. Eskiden de tanıdığım, kibar bir insandır. 1986’da emekli olduktan sonra, (90’larına yaklaşıyor)uzun süre sessiz kaldı. Şu sıralarda bir kitap hazırlığı içinde. Belki bundan dolayı olabilir, aniden TV’lere çıkar oldu. Çıkmasıyla birlikte de öyle şeyler anlattı ki, geçmiş yıllarda Derin Devlet’in ne olduğu, Devlet bürokrasisinin nasıl bir iklim yarattığı çok daha iyi anlaşıldı.
Gündeş’in anlattıklarından, 1960-2000 dönemindeyapılanların veya söylenenlerin doğru olduğuortaya çıktı.
Yani, Devlet kurumları başa çıkamadığı durumlarda mafya’dan da adam kiralarmış, dışardan katil tutarmış ve “vatan uğruna “ kurşun sıktırırmış.
MİT’in eski dönemlerinde hakim olan mantığı Gündeş çok iyi anlattı. “Alaattin’in yanaklarından öperek”, ona selamlar göndererek, buTeşkilat’ıneskiden nasıl döküldüğünü gösterdi. MİT adına, Gündeş’in söylediklerine üzüldüm. Bu Teşkilat’ın, sadece bugünü değil, geçmişini de daha düzgünsananlardan biriyim. Meğer, diğer güvenlik kurumlarından farklı değillermiş.
Artık tartışmaya gerek yok.
Devlet Güvenlik Birimleri işlerine geldiğizaman, dışardan insanlar kullanıyor, gerektiğinde teşvik ediyor, hiç değilse göz yumuyor.
İşte bazı emeklisubaylarımızın anıları, TV’lerdeki açıklamaları, eski polis veya yargı mensuplarının anlattıkları, işteGündeş’in dedikleri.
Sonra, Ogün Samast’a polis ve jandarmada yapılan muameleyi de buna ekleyin, ne yapılmak istendiğini anlarsınız.
Yazıyı bitirmeden bir son nokta:
Asala’yıÇatlı ve Çakıcı gibi tipler bitirmediler. Boşyere övünüyorlar. Asala’yı 1983’deki Paris- Orly Havaalanınayaptıklarıbaskın bitirdi. Asala’ya para yardımı yapan Fransız ve Amerikalı Ermeniler, baskından rahatsız olunca,musluğu kapattılar ve olay bitti. Bu konuda rol almış Fransız yetkililer anlattığı için biliyorum.Musluğun kapanmasında asılrol oynayanlar da, MİT ve Dışişleri Bakanlıklarıydı. Yoksa ASALA bizim kabadayılardan korktuğu için pes etmedi. Cinayetlerini abarttıklarından dolayı durduruldular.
BİZ YAPMAZSAK, RTÜK YAPACAK
Tüm ilişkiler aynıdır. Eğer bizler belirli kurallara uymazsak, eninde sonunda birileri çıkar ve bizim yerimize kurallar koyar, bizi bu kurallara uymaya zorlar.
Örnek mi istersiniz? Kendimizden vereyim.
Türkiye ekonomik kurallara uymaz, har vurup harman savurur veya bütçesindeki delikleri kapatmazsa, Uluslararası Para Fonu gelir ve size reçete yazar.
Türkiye İnsan Haklarında kurallara uymazsa, Avrupa Birliği veya Avrupa İnsan Hakları mahkemesi hemen cezasını keser.
Aynı durum, RTÜK ile Ana Haber Bültenleri arasında da yaşanıyor. Bazı Ana Haber Bültenleri çok şikayet ediliyor. RTÜK, ayaklanmış durumda. Eğer bazı Ana Haber Bültenleri kendi içlerinde önlem almazlarsa, anlaşılan RTÜK sopası işlemeye başlayacak.
Siz yapmazsanız, birileri çıkıp sizin yerinize önlem alıyor... Buna gerek var mı?
SUNA VE İNAN KIRAÇ VAKFININ HARİKASI...
Suna ve İnan Kıraç Vakfı, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü müthiş bir eser hazırlamış. Sayfalarını çevirdikçe gözlerim büyüdü.
19. yüzyıl ortalarından başlıyor ve 20. yüzyıla kadarki dönemde Rumeli yakasının fotoğrafları sergileniyor. İki ciltlik çalışma, Ahmet Abut’a ait resimlerinden oluşuyor. Karaköy’den Kireçburnu’na kadar, tadına doyum olmaz bir yolculuk yapıyorsunuz.
Bu resimlere baktıktan sonra, aynı bölgeyi tekrar dolaştım. Emin olun, gözlerim yaşardı. O canım bölgeyi nasıl mahvetmişiz daha açık şekilde gördüm.
Suna ve İnan Kıraç’a teşekkürler.
Uzun süredir yazmak sitiyordum, ancak bir türlü elim varmıyordu. Geçenlerde Oktay Ekşi’nin aynı konuya değindiğini görünce, artık dayanamadım. O da feryat ediyordu. Ölülerimize karşı nasıl hoyratça davrandığımızı anlatıyor ve hıristiyanlarla bizlerin arasındaki farka dikkat çekiyordu.
Ne kadar doğru...
Cenaze merasiminden başlayalım...
Canımız kadar sevdiğimiz yakınımız anne, baba veya çocuğumuzun, portakal sandığından beter bir tabuta konmasını içimiz burkularak seyrederiz.
Neden?
Hristiyanlar pırıl pırıl maundan yapılmış tabutu tercih ederken, biz neden böylesine hoyratça davranırız?
Sonra, sırada cami avlularında yaşanan eziyet başlar. Hele kaybedilen kişi bir de tanınmış kişiyse, yandık demektir. Kameralar, fotoğrafçılar ve gazeteciler kendilerine özel bir yer gösterilmediğinden dolayı üst üste çıkarlar. İnsanları ezerek çekim yaparlar. Kimsesıraya girmek istemediğinden dolayı, aileye ulaşmak için bir başka itiş kakış yaşanır... Bağırarak cep telefonuyla konuşanlarımız, fosur fosur sigara içenlerimiz ve koktely partideymiş gibi “Ooo sevgili dostum nasılsın” diyerek, cenazeyi bir buluşma ortamına dönüştürenlerimiz...Çelenk yerine, bağış almak için sıralanan dernekçilerin “abi bir de bizden al” çığlıkları...
Mezarlık faslı daha da beter.
Mezarlıklarımız öylesine düzensiz, öylesine üst üstedir ki, yakınınızın mezarına varabilmek için her defasında bir kaç başka mezarın üstüne basıp geçmek zorunda kalırsınız. Hele yeni açılan mezarın etrafındaki diğer mezarlar, genelde darmadağın edilirler. Orası bir savaş alanına döner.
Bütün bu karmaşa sırasında, mezara su döktüğü için para isteyen dilenci kılıklı çocuklardan, çiçek taşıdığından dolayı bahşiş peşinde koşan ve ne oldukları anlaşılmayan mafya kılıklı adamlara kadar bir sürü insanla uğraşırsınız.
Ne üzüntünüzü, ne de acınızı paylaşabilirsiniz.
Kelimenin tam anlamıyla içler acısıdır.
Perişanlık, hoyratlık ve saygısızlık dolu bir törenden ayrıldığınızda hep yanı soruyu sorarsiniz: “Neden? Neden bizler böyleyiz?”.
ATİNA, B.TRAKYAYA ARTIK FARKLI BAKIYOR
Biraz eskilere gidecek olursak, Yunan hükümetlerinin Batı Trakya’da yaşayan Türklere hangi gözle baktığını hatırlarız. Onlara “Türk” dahi denmez, “Müslüman azınlık” diye adlandırılırlardı. Türk casusu muamelesi yapılır, ne gayrimenkul almalarına izin verilir, ne de en basit özgürlükleri kullandırılırdı. Ankara’nın her açıklaması, içişlerine bir müdahale olarak algılanırdı. Komplo teorisyenlerine göre, Türkiye, Batı Trakya Türklerini, Yunanistan’ı bölmek ve Batı Trakya’yı kendine bağlamak için kullanmaktaydı.
Aradan yıllar geçti, köprülerin altında sular aktı. Yunanistan Avrupa Birliği’ne tam üye oldu. Bu üyelik sayesinde hem zenginleşti, hem de kendine güveni arttı. Bunun sonucu olarak, eskiden “tehlikeli azınlık” olarak görülen Batı Trakyalılara, artık “Yunan vatandaşı” muamelesi yapılmaya başlandı. Hala sorunları var, ancak Batı Trakya Türkleri de, bir süredir kendilerini Yunan vatandaşı görür oldular. Haklarını bir AB vatandaşı gibi arar oldular.
Dışişleri Bakanı Bakoyanni’nin hafta başında Batı Trakya’ya yaptığı gezinin görüntülerini izlediğimiz zaman havanın ne kadar değiştiğini bizler de gözledik. Bakan, Türkler tarafından alkışlarla karşılandı.
Bakoyanni, Atina’nın uygulayacağı politikaları anlatırken, Batı Trakya’ya yatırımların artacağını, bundan Türk kökenli vatandaşlarının daha da çok yaralanacaklarını söylerken, ülkenin artık kendine güvendiğinin de altını çizdi.
Evet eksiklikler var, ancak Yunanlıların azınlıklarına yaklaşımlarında,bu alanda bizden daha ileri gittikleri açıkça görülüyor. Bu duruma bakıp kızmayalım. Batı Trakya Türklerinin rahat etmeleri, bizlerin de rahat etmemiz anlamına gelir. Artık eskisi gibi, birbirimize çelme atma, her alanda düşmanlık etme dönemi kapandı. Birçok konuda anlaşmazlıklarımız olabilir, ancak birlikte yaşamaya, birbirimize tahammül etmeye alışmak zorundayız.
Her iki ülkede de bazı çevreler, sadece birbirlerine düşmanlıkla beslenirler. Ne kadar çok gerilim olursa, seslerini o kadar çok yükselttikleri için de, anlaşmazlıkları körüklerler. Ancak, ilişkilerin gidişi, fanatiklerin dahi seslerini kısacağa benziyor…
Paylaş