Paylaş
Ben çocukluğumdan beri hep aynı senaryoları duyarım.
“Türkiye bir gün bölünecektir...Dış ve İç güçler el ele verip bunu başaracaklardır...”
Hepimize bunlar öğretildi. Osmanlı imparatorluğunun içerden ve dışardan kaynaklanan etkilerle parçalanması örnek gösterildi ve içimize bu korku sokuldu. Sevr anlaşması da bu korkunun simgesi olarak takdim edildi. Bunların hepsi doğruydu elbette. Osmanlı İmparatorluğu yanlış yönetimler nedeniyle küçülmüş ve parçalanıp dağılma noktasına gelmişti ki, Atatürk’ün liderliğinde genç Cumhuriyete sahip çıktık ve yepyeni bir düzen kurduk.
Böylesine tehlikeli süreçlerden geçmiş olan bir ülkenin toplumunu uyanık tutmak istemesi, tarihini okutup dikkatini çekmesi de doğaldır. Ancak sanıyorum biz biraz ileri gittik. Gençlerimizin kafasını sadece yoğunluklu şekilde bölünme korkusuyla doldurduk.
Aradan 85 yıl geçmiş ,bu sürede dünya tümüyle değişmiş, Türkiye deseniz eskiye oranla inanılmaz şekilde güçlenmiş, kendine güveni gelmiş ve biz bütün bunlara rağmen, hala bölünme korkusuyla yaşıyoruz.
Bu korkunun gerçekleri yansıtıp yansıtmadığını tartışmak istemiyorum. Zira ben bu ülkenin bölünebileceğine inanmıyorum. Türkiye’nin çok güçlendiğine ve bu korkuların tamamen temelsiz olduğunu da biliyorum. Ancak, eğer bir toplumda böylesine bir korku varsa ve de giderek yaygınlaşıyorsa, bunun nedenlerini de aramalıyız.
Başlıca nedenlerden biri, PKK terörünün yaygınlaşmasıdır.
Kürt sorununda iktidarın gerekeni yapmaması, tam doğru adımlar atarken geri çekilmesi, silahlı kuvvetlerin teröristle mücadelede bir türlü sonuç alamıyormuş izleniminin yayılması ve tabii terör dalgasının sürmesi insanlarımızın bir bölümünde, bölünme kaygısını arttırıyor. Bu nedenle pompalı silaha sarılanların sayısı artıyor. Vatanı kurtarma adına dernek kurup PKK’lı avına çıkanlar, Devlet ideolojisine karşı koyanları yola getirmek adına örgütlenenler çoğalıyor.
İktidarın din konusundaki tutumu, türbanı simgeleştirmesi de bu bölünme kaygılarını yaygınlaştırıyor. Türkiye’nin laikler ve dinciler diye ikiye bölünmesi bazı çevreleri gerçekten korkutuyor.
Can Dündar’ın filmi MUSTAFA’nın bu kadar gereksiz ve sert şekilde eleştirilmesinin altında da bu bölünme korkusu yatıyor. Geçenlerde Radikal’deki köşesinde Haluk Şahin yazmıştı ve çok doğruydu. Bölünmeden korkanların sarıldıkları simge Atatürk. Hangi gerekçeyle olursa olsun, Atatürk’ün kafalarındakinden farklı şekilde gösterilmesine tepki koyuyorlar. “Elimizde tek Atatürk’ümüz kaldı.Bu iktidar herşeyi değiştiriyor, bari ona dokunulmasın” diyorlar.
Bu durumu ciddiye almak ve buna göre davranmak gerekir. Herkesten önce de İktidarın bu gidişi dönüştürecek adımlar atması şarttır.
Türk toplumunun böylesine korkularla yaşamasına göz yummamalıyız.
YARGI BU HALİYLE BU ÜLKEYİ TAŞIYAMAZ
Ülkemizin önemli sorunlarından biri de yargımızın durumu.
Dökülen bir yargı sistemimiz var. Biran önce reforme edilmezse, halimiz acıklı olacak. Üstelik sadece yasalarımız değil, aynı zamanda bazı savcı ve yargıçlarımızın olaylara bakışının da değişmesi gerekiyor. Yasaları yorumlayış şekilleri öylesine çağdışı ki, inanılmaz olaylarla karşılaşıyoruz.
Ayrıca, bir de ülkenin toprak bütünlüğünü koruma ve kollama görevlisi gibi hareket etme merakı da giderek yaygınlaşıyor. Kimi savcı ve yargıçlar laiklik elden gitmesin diye hareket ediyor. Kimileri de Kürt sorununa karşı ülkeyi koruma çabasında.
Nurettin Yılmaz’ın başına gelenleri biliyorsunuz. Diyarbakır hapishanesinde gördüğü işkenceyi anlattığı kitabını TV’de anlattığından dolayı Bakırköy Savcılığı tarafından incelemeye alındı. Savcılık işkencecileri cezalandırmak üzere harekete geçeceğine, Yılmaz’ı ve daha da komiği, TV programını yapan Barış Pehlivan’a yıkıcı propaganda gerekçesiyle soruşturma başlatıyor.
Birçok yargıcın, Kürt kökenli vatandaşlarımıza yönelik davalarda hakaretleri haklı gördüğünü duyuyoruz.
MED-TV seyrediyor diye yargıç Albayrak’a disiplin cezası veriliyor.
Mahkemelere düşen Devlet- Özel kişi arasındaki akçeli davaların büyük bölümü “Devleti koruma” gerekçesiyle Devlet lehine sonuçlanıyor.
Bu listeyi daha çok uzatabilirim ve hayretten ağzınız açık kalır.
Avrupa Birliği yargıda reform gerektiğini boş yere söylemiyor. Bu gidiş değişmediği, hem yasaların hem de kafaların değişmediği sürece, Yargı sisteminin bu ülkeyi taşıması çok zordur.
Paylaş