Paylaş
Bir süredir, geçmiş darbelerde kimlerin rolü olduğunu, kimlerin neden darbeleri alkışladıklarını, hatta kışkırttıklarını yazıyorum.
Kızıl kıyametler koptu. İhanetle suçlandım, “yandaş” damgası yedim. Hiç umurumda değil.
Bildiğim, içinde yaşadığım doğruları yazıyorum.
Biliyorum, zira tüm darbelerin belgeselini yapmış, kitabını yazmış bir kişiyim. Üstelik, kimseyi de suçlamıyorum. “Böyle yetiştirildik” diyorum. Kendimi temize çıkarıp, başkalarını da töhmet altında bırakmıyorum.
Bir tespitte bulunuyorum.
Bilinmeyen, ilk defa su yüzüne çıkmış bir bir büyük ifşaatte değil.
Hepimizin bildiği şeyleri yazdım...
Devletin her dediğine inanmamız... Genelkurmay’ı, demokrasinin, potikacının üstünde tutmamız... Değişmesini istediğimiz iktidarlara karşı “Paşam vatan elden gidiyor. Neredesiniz?” yazıları yazmamız, askerin servis ettiği kasetleri, fotoğraf ve haberleri, sorgusuz sualsiz ekrana veya manşetlere taşımamıza değindim...
Yalan mı bunlar?
Tek tek örneklememi ister misiniz?
İstemezsiniz tabii... İşinize gelmez...
O zaman, burun kıvıracağınıza, suçlayacağınıza, bari susun ve benim gibi “Evet, o gün böyle düşünüyordum, ancak artık hem Türkiye, hem de dünya koşulları değişti. Ben de değiştim” deyin, rahat edin...
Gerçeklerden, doğrulardan korkmayın...
ŞİMDİ BENİM GÖZÜM AKP’NİN ÜSTÜNDE...
Şimdi gelin hep birlikte önümüzdeki döneme bakalım. Geçmiş darbelerin temelinde, bizim laik kesimin, kendisine göre bir Türkiye dizayn etmek, Anayasa ve yasalarla bu sistemi koruyup kollamak istemesi yatıyordu.
Bugün dengeler değişti. Azınlıkta kaldık ve “Öteki Türkiye” çoğunluğu eline geçirdi. Şimdi de, seçimlerden sonra yeni bir Anayasa hazırlayacak.
Gözümüz, Ak Parti’nin ve yeni Anayasa’nın üzerinde olmalı. Laik kesimin son 65 yıl süresince yaptığı hataları tekrarlayacak mı, yoksa tam aksine Anayasa’yı tüm kesimlere açabilecek mi? Kürdüyle, laik ve dindar kesimiyle herkese danışıp, hepimiz için bir Anayasa yapabilecek mi?
Yoksa, yıllarca çektikleri sıkıntıları laik kesime yaşatacak bir Türkiye yaratmaya mı kalkacak?
Ak Parti’ye bu hatayı işletmememiz gerekir. Eğer ileride yeni istikrarsızlıklar ve darbeler görmek istemiyorsak, gözümüz AKP’nin üstünde olmalı.
* * *
GÜÇLÜ DEĞİL, ASIL SORUMLULAR ÖDEMELİ...
Başbakan’ın, adını vermemekle birlikte, açıkça Abbas Güçlü’yü suçlaması ve “Bedelini ödeyecek” demesi, beni çok korkuttu. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’ının, bir gazeteciyi adeta hedef göstermesi, tehdit eder gibi konuşması, ne yazık ki artık şaşkınlık yaratmıyor, ancak çoğumuzu kaygılandırıyor. Eğer Başbakan bugün, eleştirilere böylesine tahammülsüzlük gösteriyorsa, seçimlerde büyük bir çoğunlukla iktidara geri döndüğünde bizim halimiz ne olacak?
Abbas Güçlü’nün suçu ne?
Uzun yıllardır uzmanlığını yaptığı eğitim konusunda, ÖSYM’nin bu sınavlardaki hatalarını göstermek ve eleştirmek. Prof. Ali Demir’in bu işi yönetemediğini Başbakan dahi kabul etmişti. Abbas Güçlü’nün yazılarını, “iktidarı yıpratma” olarak nitelemek, bedelini ödeyeceğini söylemek hiç inandırıcı olmadı. Eğer bir bedel ödemesi gereken varsa, o da herhalde Abbas Güçlü değil Prof. Ali Demir’dir.
BASIN ÖZGÜNLÜĞÜ NEREDE KALDI?
Başbakan’ın bu çıkışının asıl talihsiz yanı, Türkiye’de söz ve basın özgürlüğünün en çok tartışıldığı, gazetecilerin inandırıcı olmayan gerekçelerle hapishanelere atıldığı bir sırada ortaya çıkması.
Başbakan bu yaklaşımıyla, “ülkede tam özgürlük var” iddialarını adeta yalanlıyor. İktidarın, medya üstünde baskı kurmadığı söylemi inandırıcılığını kaybediyor.
ABD Büyükelçisi Francis J. Ricciardone’nin dediği gibi, “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu...”
Eğer Abbas Güçlü, tek başına kampanya açabiliyor, hepimizi ikna edip iktidarı yıpratabiliyorsa, iktidarın lideri, Abbas’ı değil, kendi ekibini sorgulamalı.
Bu tip söylemler, yargının medyaya bakışı ve iktidarın genel yaklaşımı, beni de giderek korkutuyor...
Paylaş