Paylaş
Yıllar önceydi, Kuzey Irak’taki Mahmur Kampı’na gitmiştim. Amacım, Türkiye’nin kapanması için baskı yaptığı bu yeri kendi gözlerimle görmekti.
Mahmur aslında BM’ye aittir. Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i istilasından sonraki olaylar sırasında kurulmuştur.
Olaylar nedeniyle mağdur kalmış 10-15 bin göçmen barındırır. Aralarında, PKK’ya katılmak üzere Türkiye’den ayrılanların beraberlerinde getirdikleri aileler ve Türkiye’den PKK’ya yardım ettikleri gerekçesiyle köyleri yakıldığı için yersiz kalanlar da vardır. Zaman içinde, Kürt kökenli Türk vatandaşlarının sayıları daha artmıştır. Durum böyle olunca da, kampın fiilen yönetimi PKK kadrolarına geçmiştir. Komiteler oluşturulmuştur ve giriş çıkışlardan, güvenliğe kadar her şey bu komitelerde alınan kararlara göre uygulanır.
Türkiye bu kampın bir terör yuvası olduğunu, PKK’nın yetiştirme-dinlendirme merkezi olarak kullanıldığını vurgulayarak, yıllardır hem BM’yi, hem Barzani’yi hem de Amerikalılar’ı sıkıştırır.
Birleşmiş Milletler, Ankara’nın ısrarı üzerine defalarca gözlemci göndermiş, ancak Türkiye’nin iddialarını doğru çıkartacak bilgi ve belge bulamamış veya bulmak istememiştir.
Önceki gün, Amerikan ve Irak güçlerinin Mahmur Kampı’na yönelik harekatını abartmamak gerekir. Bu bir baskın veya askeri harekat değildir. Durum tespitinden ileri gitmeyen, ancak belirli oranda da PKK’ya bir sinyal niteliğini taşıyan bir adımdır.
Koalisyon güçleri, Türkiye’nin duyarlıklarını ciddiye aldığını göstermek istemişlerdir. Ancak bu olay, kampın kapatılması veya dağıtılması anlamına gelmemektedir.
Önümüzdeki günlerde kampta bir genel sayım yapılacak ve kim kimdir, saptanacak. Ardından da giriş çıkışlar kontrol altına alınacak, yönetim daha sıkı denetlenecek. Yani, Mahmur başıboş bırakılmayacak.
Türkiye bu kadarıyla tatmin olmasa dahi, koalisyon güçlerini harekete geçirebildiğinden dolayı yine de memnun.
* * *
TALABANİ’NİN ÖZAL’A TARİHİ TEKLİFİ…
Bugünlerde Kerkük ile yatıp, Kerkük ile kalkıyoruz.
Bire bir tanıklık ettiğim bir olayı anlatmak istiyorum.
1987 yılıydı.
PKK’lı yılların başlangıcıydı.
O dönemde Kürt kelimesinin pek kullanılmaması tercih edilirdi. Hele Kuzey Irak’ta neler yaşandığı bilinmez, üstelik konuşulmazdı da. Oysa Saddam Hüseyin, elinden geleni ardına bırakmıyor ve Kuzey Irak Kürtleri’ne kan kusturuyordu. Talabani ve Barzani tanınırlar, ancak pek ilgilenilmezdi. O kadar ki, TRT bu iki Kürt liderden “Kuzey Iraklı ayrılıkçı güçlerin liderleri” diye söz ederdi. Kürt olduklarını dahi söylemezdi.
Özal hükümeti göreve başlayalı henüz birkaç yıl olmuştu. Başbakan’ın Kürt sorunuyla ilgili görüşleri yavaş yavaş bölgede yaygınlaşıyor ve özellikle de Kuzey Iraklılar arasında ünleniyordu.
Londra’da bir söyleşi yapmak üzere Celal Talabani ile buluştum. Bana Kuzey Irak’taki durumu anlattı. O dönemlerde Barzani ile düşman kardeş gibiydiler.
Söyleşinin sonunda, “Başbakanınız Özal’a bir mesaj yollamak istiyorum. Bana yardımcı olabilir misiniz?” dedi.
Meraklandım, ancak gazeteciliği mesaj taşımacılıkla karıştırmamaya büyük özen gösterdiğim için “mesajınızı verin, ancak ben götüremem. Brüksel’deki Türk Büyükelçisi’ne söylerim. O da Başbakan’a iletir.” dedim.
Talabani tereddüt ettiğimi görünce “merak etmeyin, benim mesajım sözlü. Taşınacak bir yanı yok” dedi.
Merakım daha da arttı.
“Peki söyleyin. Ben elden veremesem bile eline geçmesini garanti ederim” diye devam ettim.
Acaba ne diyecekti ?
Talabani konuştukça, şaşkınlığım arttı.
“Başbakan Özal Kuzey Irak’a asker soksun. Türk ordusunu Kerkük’e kadar bizler götürürüz. Yol gösteririz. Yeter ki Saddam Hüseyin’den kurtulalım. Kerkük petrolünü de aramızda paylaşalım.”
Bunları duyunca gülümsedim.
Ciddiye almadım.
Talabani anladı. “Söylediklerim çok ciddidir ve Türkiye açısından da önemlidir. Türkiye hem Kürtler’in koruyucusu olduğunu gösterecek, hem de sınır ötesini, Saddam Hüseyin’e karşıgüvenceye almış olacak.”
Brüksel’e dönünce, o dönemde Avrupa Birliği nezdindeki temsilcimiz Büyükelçi Özdem Sanberk’i buldum. Başbakan ile ilişkilerinin çok iyi olduğunu biliyordum. “Ben götürmem, sen Başbakan’a ulaştırır mısın?” diye sordum. Özdem, mesajı dinleyince şaşırdı ve “haftaya başbakan Paris’e geliyor. Orada göreceğim ve mutlaka anlatırım” dedi.
Sonrasını da izledim.
O döneme kadar Talabani veya Barzani’nin Türk resmi yetkilileriyle görüşme düzeyi, sınır boyu kaymakamları veya MİT temsilcilerinden öteye geçmezdi. Özal bu yaklaşımı değiştirdi. Gayet tabii, Kuzey Irak’a asker göndermedi, ancak Talabani’nin ne demek istediğini çok iyi anlamıştı.
Bakın, nerelerden nerelere geldik.
Bir zamanlar önem vermediğimiz kişiler bugün nerelere çıktılar. Görmek istemediklerimiz ne durumlara geldiler.
Kulaklara küpe olsun…
Paylaş