Paylaş
POSTA’YI KISKANIN...
Medya yöneticilerinin önemli bir bölümü çok kıskançtır. Her biri kendi yaptığı gazetenin en iyisi olduğuna inanır. İktidarı destekleyen gazetelerin birinci sayfalarına bakıp " Bizimki yine felaket yalakalık yapmış..." der veya aynı çizgideki “Sözde” arkadaşlarının yaptığı gazeteyi eline alıp "Sağolsun severim, ancak bu topluma bu kadar yabancı manşet atılır mı? Sanki burası İngiltere..." diye alay eder. Yazı işlerindeki diğer arkadaşları da, genel yayın yönetmenini alkışlar.
Bakmayın, yazarların da yöneticilerden pek farkı yoktur. Sadece kendi yazılarıyla doludurlar. Her konuşmalarına "Önceki gün yazdığım gibi..." cümlesiyle başlarlar. Egoları burunlarından fışkırır. Kıskançlığını bastırmış ya da bir başka meslektaşını övecek özgüvene sahip olanımızın sayısı çok azdır.
İşte biz böyle garip bir kesimiz. Kendi dünyamızın içinde birbirimizle didişir dururuz. Karşılaştığımızda çok sevişiriz, sırtımızı dönünce etmediğimiz laf kalmaz. Mesleğimiz eleştiriye dayanır. Herkesi eleştiririz, ancak kendimizin eleştirilmesine hiç tahamül edemeyiz.
Türk toplumunun tam bir aynasıyızdır. Zaten başka türlüsü de düşünülemez ki...
Uzun zamandır POSTA'nın son dönemlerdeki birinci sayfadan gözümüze soktuğu gazeteciliği kim görecek ve dikkatleri çekecek diye bekliyordum. Kapalı kapılar ardında fıs fıs konuşuyorlar, ancak iki satır yazmaya yanaşmıyorlar.
Egoları müsait değil.
Siz yazamıyorsanız, o zaman ben yazayım dedim.
Mutlaka dikkatinizi çekmiştir. Medyamız genelde dalgalanıyor. Bir bölüm iktidara göz kırpıyor, diğeri tam gaz destek veriyor, öbürleri çekimser bir muhalefet yapıyor. Bu durum da birinci sayfalara yansıyor. Anlamsız manşetler... İlgisiz olayları büyütme... Bol yorumlu alkış...
Benim gözümde, bugünün koşullarında en doğru gazeteciliği POSTA yapıyor. Halkın nabzını en iyi bu gazete tutuyor. Siyaset konuşuluyorsa, siyaset. Cinayet konuşuluyorsa, cinayet... Daha da önemlisi birinci sayfalarını şahlandırıyor.
Küçümseyenleri mahçup ediyor.
Tirajı da “Amiral gemilerini” geçiyor.
Bıraksalar daha da uçacak.
Genel yayın yönetmeni Rıfat Ababay, bu dönemin en farklı ve en öne çıkan ismi oldu.
Okuyanın da, çalışanın da keyif aldığı bir gazete yapıyor.
Ellerine sağlık...
Not: Hadi utanmayın arkadaşlar, sizler de bir iki satır yazın. Eleştiri de olsa zarar yok! Yeter ki, farkı gösterin...
“PLAKET YALAKALIĞI” NDAN KİMSE VAZGEÇEMEZ...
TBMM Başkanı Cemil Çiçek ile aynı şeyleri düşünüyormuşuz.
Afyon Valisi’ nin plaket kazasına uğramasının ardından tepkiler sürüyor.
Çiçek "Valilerimiz artık şu plaket yağcılığından bir kurtulsalar" dedi.
İmkansız.
Bizim hayatımız plaket!
Kimin odasında daha fazla plaket varsa, adamın duruşu bile değişir.
Ben dünyanın hiçbir yerinde, bizdeki kadar plaket tüketimine rastlamadım. Türk Türke plaket vermekten çok mutluluk duyar. Alan, adam yerine konulduğunu sanır, veren ilerde plaket verdiği kişiden birşeyler isteyebileceğinin hesabını yapar.
Öyle garip bir çarkın içinde döner gideriz.
Yasaklanmadıkça, plaket trafiği durmaz. Emin olun, yasaklasanız dahi, bu defa kenarından köşesinden gizlice birşeyler verirler!
Genel yağcılık ruhumuza işlemiş bir defa...
BU EĞİTİM SİSTEMİYLE ANCAK VASAT GENÇ YETİŞİR...
Yeri göğü inletiyoruz.
4+4+4 ile değişen sistemin aksaklıklarını tartışıyoruz. Ancak kimseler, gençlerimize verdiğimiz eğitimin kalitesizliğini tartışmıyor.
Serdar Turgut'un önceki günü yazısı çok doğruydu. Vasat bir toplum olduğumuza dikkat çekiyordu.
Nasıl olmasın ki...
Medyası da vasat... Entellektüeli de vasat... Zira eğitim sistemi vasat.
Gençlerimizin daha fazla okuması için çaba ve para harcıyoruz, ancak onlara verdiğimiz derslerin nasıl çağ dışı kaldığını, nasıl ezbere dayandığını ve modernleşme gerektiğini konuşmuyoruz.
Öğretmenlerimiz dökülüyor. Onları yetiştiren öğretmenlerimiz hala hamasetin ötesine geçemiyorlar.
OECD'nin istatistiklerine bir bakın, karşınızda eğitim açısından yerlerde sürünen bir Türkiye görüyorsunuz. Sonra da kalkıp " Lider-güçlü Türkiye" sloganıyla kendimizi aldatıyoruz.
“ŞAPKA FATURADA, ANCAK SİZ GÖREMİYORSUNUZ”
Zaman Gazetesi’nde İsmail Altunsoy imzasıyla çıkan bir haber okudum. Elektrik paralarını düzenli ödeyen abonelerden alınan “Kayıp-kaçak elektrik bedeli” artık faturalarda eskisi gibi açıkça gösterilmeyecekmiş. Başka bölümlerin içinde gizlenecekmiş. Nedeni de, mahkemelerin, başvuran abonelere paralarını geri vermesiymiş. Yani göz göre göre bedel ödeyeceğiz.
Bu haber aklıma ünlü fıkrayı getirdi.
Muhabese müdürü, satış bölümündeki bir elemanın masraf listesinde “Şapka” başlığı altındaki 50 TL’yi görünce, “Nedir bu?” diye sormuş.
Adam sakin “Görev sırasındaki ani bir rüzgar uçurdu götürdü. Ben de masraflara ekledim.”
Müdür kızgın “Hadi ordan, ben bu parayı ödemem. İş kazasına uğramışsın” diye tepki göstermiş.
Ancak satıcı inatçı, her masraf getirişinde şapkayı listeye koyar, her defasında da müdür silermiş.
Bir gün, muhasebe müdürü, bakmış ki, şapka parası yok. “Nihayet seni ikna ettim” diye övünürken, satış elemanı gümlümsemiş “Hayır müdürüm, ikna falan olmadım. Şapka yine listede, ancak bu defa siz göremiyorsunuz...” demiş...
Kaçak elektrik faturaları konusunda bizim halimiz de aynen böyle...
İYİ Kİ DOĞDUN HRANT!
Bugün Hrant Dink’in doğum günü.
Katledilmemiş olsaydı 58 yaşında olacaktı. O güler yüzüne; iyiliğini, içinin güzelliğini yansıtan gözlerine fotoğraflarından değil canlı canlı bakabilecektik.
Olmadı.
İdealleri için, barış için, kardeşlik için mücadelesinden vazgeçmedi.
Ödülü kalleşçe arkasından sıkılan bir kurşun oldu.
Hrant Dink Vakfı tıpkı Hrant’ın canı pahasına yaptığı gibi tüm insanları idealleri uğruna mücadeleye teşvik etmek için dört yıldır adına bir ödül veriyor.
Ödül, her yıl, ayrımcılıktan, ırkçılıktan, şiddetten arınmış, daha özgür ve adil bir dünya için çalışan, bu idealler uğruna bireysel risk alan, ezber bozan, barışın dilini kullanan; bunları yaparken de insanlara mücadeleye devam etme yolunda ilham ve umut veren, biri Türkiye’den biri yurt dışından olmak üzere, iki kişi, kurum veya gruba veriliyor. Vakıf bu ödülle, bu yönde çaba gösterenlere, seslerinin duyulduğunu ve yalnız olmadıklarını hatırlatmaya çalışıyor.
Keşke biz de Hrant’ı zamanında yalnız bırakmasaydık.
paintistanbul2012
Boya Sanayicileri Derneği (BOSAD)’nin, CNR Expo’da düzenlediği paintistanbul2012 fuarı bize Türk boyacılarının geldiği seviyeyi gösteriyor. BOSAD’ın şemsiyesi altında birleşen Türk boyacıları son yıllardaki atılımlarıyla Türkiye’yi Avrupa’nın 6. büyük boya üreticisi yaptılar. 2011 yılı verilerine göre boya ve hammaddelerinin ihracatı 850 milyon dolara yükseldi. BOSAD’ın girişimleri ile son yıllarda Ar-Ge çalışmalarına hız verildi, gelişen teknolojiyi takip edebilir seviyeye geldi. 13 -15 Eylül tarihleri arasında Türk boya sanayisinin tek sektör temsilcisi olan BOSAD paintistanbul 2012 fuarı CNR Expo’da. Türk Boyacıları sektördeki güçlerini sergiliyor.
ŞEHİT AYRIMI
Bayrağa sarılı tabutların ülkenin her tarafına dağıldığı karanlık bir dönemi yaşıyoruz. İnsanlar ölüyor, yetim kalıyor. Oğulsuz kalanlardan biri de Mesut Deri. Deri, oğlunu 2010 yılında Edirne’nin Keşan ilçesinde “Trafik terörüne” kurban verdi. Oğlu Jandarma Başçavuş İbrahim Deri, müdahale için gittiği kazada bir başka sarhoş sürücünün arabasının altında kaldı.
İbrahim evli ve bir çocuk babasıydı. Görevi başındaydı. Yani O da şehit düşmüştü. Gel gelelim terör olaylarında şehit düşenler için uygulanan 3713 maddesinden ailesi yararlanamadı. Babası o günden bu zamana devletin yardım elini arayıp duruyor. Oğlunun da vatan hizmetinde yaşamını yitirdiğini, devletinde onlara yardım etmesi gerektiğini söylüyor. “En azından Uludere’de hayatını kaybedenlerin aileleri kadar değerimiz olmalı” diyor.
Paylaş