Gül derdini iyi anlatamadı...

Eğer bugün dünya basınında “Türkiye koyun pazarlığı yapıyor” izlenimi doğduysa, bunun bir bölümü Washington’un medya’yı etkileme gücünden, önemli bir bölümü de Türkiye’nin derdini anlatamamasından kaynaklanıyor.

Herkesin kafası karışık.

Ancak bu karışıklık biraz da, hem Ankara hem de Washington’un tutumlarından kaynaklanıyor.

Önce birkaç noktayı açıklığa kavuşturalım.

1. Müzakereler artık para konusunda değil, tüm paketin ayrıntıları ve yazılım ile ilgili olarak uzuyor. Yani, Türkiye’nin ABD’ye red yanıtı vermesi söz konusu değil. Ankara yeşil ışık yakacak, ancak tüm metinlerin bitmesini istiyor.

2. Türkiye ile ABD arasındaki gerginlik, Ankara’nın EVET veya HAYIR yanıtı verip vermemesinden değil, son sözün söylenmesinin gecikmesinden kaynaklanıyor. Yani, işbirliği, ABD’nin sadece Türkiye’deki üslerin ve hava sahasının kullanılmasıyla mı sınırlı kalacak, yoksa 45 bin asker ve techizatın gelişi için işbirliği genişletilecek mi?

Şimdiye kadar gelen işaretler bu haftasonu noktaların konulacağı ve Salı günü de Meclis’ten geçeceği şeklinde.

Benim dikkatleri çekmek istediğim asıl konu, Türkiye’nin özellikle iletişim konusunda yine sınıfta kalması.

Bundan öncekiler gibi, Gül hükümeti de kamuoyunu etkileme, bilgilendirme ve yönlendirme konusunu başaramadı.

Washington bu işi çok iyi bildiği için, medya’yı kullandı ve Ankara’yı “Savaş pazarlıkçısı” konumuna düşürdü.

Medya’yı bilgilendirmek denince, bizimkiler bunu “sırların dağıtılması” şeklinde algılıyorlar. Oysa tam tersine, bunun en etkili silah, bir “sanat” olduğunu bir türlü anlayamıyorlar. Gereken önem verilmeyince de, işte bu durumlara düşülüyor.

Son birkaç gün içinde Ankara’nın aklı başına geldi de, genel izlenimlerde bir denge kurulabildi. Ne olur artık iletişimin önemini anlayalım. Zira savaşlar artık medya’da kazanılıyor.

İŞÇİ PARTİLİ GENÇLER GERÇEKLERİ GÖRMELİ

Çarşamba gecesi Kanal D’de, Millyet yazarı Abbas Güçlü’nün GENÇ BAKIŞ adlı Üniversite programına katıldım. Marmara Üniversitesinde ikiyüze yakın bir genç grubun sorularını yanıtladım. Ancak açıkça söylemem gerekiyor ki, hayal kırıklığına uğradım.

Salonda 20-25 kişilik, bütün Üniversite programlarının “bindirilmiş kıtaları” diye adlandırılan, İşçi partisinin eski ve yeni sempatizanı bir grup vardı. Çok azınlıktaydılar, ancak tartışmada en çok seslerini onlar duyurdular.

Görüşlerine saygı gösterdim. Ancak o gencecik pırıl pırıl beyinler ne yazık ki öylesine yıkanmış ki , bambaşka bir dünya’da yaşamaya başlamışlar. Kendileri gibi düşünmeyenlere ateş püskürüyorlar. Garip bir demokrasi anlayışları var. Müthiş bir devlete tapınma, inanılmaz bir tahammülsüzlük...

- Sizin gibi liberal yazarlar, halk kahramanı Denktaş’ı nasıl eleştirebilirsiniz?
- Kıbrıs’ta devlet çıkarlarına karşı nasıl tutum alabilirsiniz? Türk ordusunun da kabul ettiği pozisyonları nasıl reddedersiniz?
- Irak’ta Saddam diktatör değildir. Asıl terörist ABD’dir. Türkiye’yi sömürgeleştirmek istemektedir. Sizlerde bunu destekliyorsunuz.
- Avripa Birliği Türkiye’yi bölmeye yönelik bir tuzaktır. Sizlerde AB’nin borazanısınız. Sizin misyonunuz nedir?
- Kürtçe’nin serbest bırakılması, yayın hakkı verilmesi Türkiye’nin parçalanması demektir. Liberal gazeteciler sizin amacınız ne?

İşte böylesine soğuk savaş döneminde (50-80 arası) Sovyetler Birliğinin kullandığı ve artık unutulmuş, 3 üncü dünyacı slogan ve sorularla karşılaştım. Ne yazık ki, birbirimizden çok farklıyız bambaşka dünyalarda yaşıyoruz. Benim devlet gazetecisi olmadığımı, gerektiğinde devlet politikalarına karşı çıktığımı hala anlayamamışlar. Abbas Güçlü’nün yerinde müdahelelerini dahi algılayamadılar.

Bu gençlerin bir bölümü Perinçek’in liderliğini yaptığı İşçi Partisi’nin sempatizanları. Bir bölümü partili, diğerleri partinin eski sempatizanları.

İşçi Partisi son seçimlerde tam bir hezimete uğradı. Sadece 162.429 oy (%0.5) alabildi. Buna rağmen, Perinçek efendi hiç istifini bozmadı. İstifayı bırakın, aksine elindeki bir dergi ve sayıları birkaç yüzü geçmeyen bu üniversiteli gençleri kullanarak etrafa dehşet saçıyor. Ne anlama geldiğini anlayamadıkları bir Kemalist düşünce oyunu inanılmaz bir devletçilik ve aşırı bir milliyetçilik pompalanıyor.

Marmara Üniversitesindeki gençlere gerçekten üzüldüm. Kendileri ortaya atıp savundukları parti sloganlarının , ne büyük yalanlara dayandığını bilmiyorlar.

Örneğin, bir zamanlar Perinçek’in Kemalizm kitabında (1979) Atatürk döneminde faşizan uygulamalar olduğu eleştirisini kaç kişi okudu, Denktaş’ı (şimdi halka kahramanı diye adlandırdıkları) İngiliz işbirlikçisi olarak nitelediğini, Türk Silahlı Kuvvetlerini faşist bir ordu diye adlandırdığını ve Kıbrıs’ın Türkiye tarafından işgal edildiğini yazdığını herhalde bilmiyorlar. (Bakın Aydınlık yayınlarıNo:22. Birinci baskı 1976)

Örneğin, bugün düşman olarak gördüğü PKK’yı bir süre önce bağrına bastığını, Perinçek’in Bekaa Vadisine kadar gidip bağrına bastığını, yanaklarından öptüğünü ve Öcalan’ partisine katılmaya davet ettiğini (resimleri yayınlandı) , partinin (hangi partiydi?) Kürt sorununun ancak federasyonla çözümlenebilineceğini Bakın: AİHM davası tutanakları) açıkladığını ve bundan dolayı da kapatıldığını da herhalde bilmiyorlar...

Üzüldüğüm diğer nokta, bu bir avuç gencin Marmara Üniversitesini temsil etmemesine rağmen, diğer öğrencilerden bir ses çıkmamasıydı. Korktuklarından mı, fırsat bulamadıklarından mı bilemiyorum ancak seyirci kaldılar. Sadece bana sevgilerini ve desteklerini alkışlarıyla göstermekle yetindiler.

Çok ilginç bir programdı. Hem sevindiren, hem üzen konuşmalarla dolu hoş iki saat geçirdik.

GENÇLERİ TERÖR AĞINDAN NASIL KURTARIRIZ?

Terör örgütlerinin en önemli ham maddesi gençlerdir.

Emniyet Genel müdürlüğü Terörle Mücadele ve Harekat Dairesi Başkanlağı, Necati Alkan’a son derece önemli ve ilginç yaptırmış.

Genç insanlarımız neden ve nasıl terör örgütlerinin eline düşüyorlar? Gençlerimizi bu bataktan kurtarmak için ne yapmak gerekiyor?

Bütün okul yöneticilerinin, anne ve babaların okumaları gereken bir araştırma.

İlgilenenlere ,

İsteme adresi: ilkkadım caddesi No:89, 06100 Dikmen-Ankara
Tel: 0312 412 33 64 faks: 0312 428 81 79,
e-mail: temuh@egm.gov.tr-- necati_alkan @hotmail.com

ABD’Yİ, KURUŞU HESAP EDİYOR DİYE AYIPLAMAYIN...

İki gürdür, ben dahil birçok köşe yazarı ve haberler aynı konuyu işledi.

Amerikalılar, askerlerin yaka kartlarının masrafını Türkiye’nin vermesini, kullancakları benzini, TSK’ya uygulanan indirimle almayı, alışverişlerine KDV tabik edilmemesini istemiş.

Başbakan Gül ve resmi yetkililer bu örnekleri verdiler. Bizler de “ayıp yahu, böylesine büyük bir operasyonda, milyar dolarların konuşulduğu bir dönemde 10 bin veya 200 bin doların hesabı yapılır mı?” dedik. Amerikalıları küçük düşünmek, bulduğunu kazıklamakla suçladık.

Sonra düşündüm de, Amerikalı müzakerecilerin yaptıkları çok doğru geldi. Buradan 10 bin dolar, oradan 200 bin dolar tasarruf edebilmek, kabul ettirebildiğin sürece bu harcamaları karşı tarafa yüklemeyi denemek işin doğrusudur. İnsanlar kuruşları hesap ederek, ülkeler vergi verenlerin paralarını santimine kadar duyarlıkla harcadıkları zaman zengin oluyorlar.

Bizler böyle davranmadıkta ne oldu? Fakir kaldık. Amerikalı müzakerecileri ayıplayacağımıza aslında ders almalıyız.
ÖDÜL YAĞMURU DEVAM EDİYOR...


Gazetecilik dönemimizin en renkli döneminden geçmenin zevkini yaşıyorum., bunu da ödül yağmurunun devamıyla kutluyorum.

32.GÜN ve MANŞET programları ardı ardına ödül alıyor.

Radyo ve Televizyon Gazetecileri Derneği’nin TV Oscarları bugün dağıtılıyor.

MANŞET programı, özellikle Kıbrıs dizisiyle yine ödüllendirildi. Süleyman Sarılar, (Manşet Genel Yayın yönetmeni) Halit Ziya Demirtaş, Elçin Uyguntürk, Ayşegül Yıldırım, Ece Ertem’den oluşan MANŞET ekibi ve benim adıma bugünkü törene katılacak. Bütün ekip için teşekkür edecek.

Bende burada, yüzlerce mail ve faks yollayarak tebrik eden okuruma, seyircime ve dinleyicime (Number One ve Klas radyoları) teşekkür etmek istiyorum.

Sağolun.
Yazarın Tüm Yazıları