Paylaş
Avrupa başkentlerinde şöyle bir tur atan ve nabız yoklayanların, son dönemlerde en çok dikkatlerini çeken unsur, Türkiye’nin yıldızının yeniden parıldamaya başladığıdır.
Başlıca nedeni de, Türkiye’nin enerji alanında sağladığı çeşitlendirme alternatifi.
Rusya’nın Ukrayna’ya gazı kesmesi ve bunun sonucunda Avrupa’nın soğukta kalma tehlikesi, AB’ye “enerji kaynaklarını çeşitlendirmenin önemini” hatırlattı. Rus gazına bağımlılığın bir gün çok pahalıya mal olabileceği anlaşıldı.
Türkiye’nin üzerinden geçerek, Avrupa’yı besleyecek olan yeni bir gaz hattı, Rus gazına bağımlılığı azaltacak ve Avrupa’ya katılım müzakereleri yapan Türkiye’nin vereceği geçiş garantisi paha biçilmez bir rahatlama sağlayacak.
Nabucco Projesi Türkiye'nin yıldızını parlatıverdi
Bunun yanı sıra Ankara’nın, Filistin savaşında, son Lübnan krizinde ve Rusya-Gürcistan kavgasında oynadığı rol de, dikkatleri çekti. Türkiye’nin eski hareketsizliğini bıraktığı ve Avrupa ile birlikte hareket ettiği taktirde, AB’ye önemli kazançlar sağlayabileceği gerçeğinin görülmesine yol açtı.
Bu işler böyledir. Siz ne kadar söyleseniz, ne kadar yazsanız, yine de yeterince inandıramazsınız. Ancak bir an gelir ve öyle bir olay yaşanır ki, bir anda insanlar değerinizi anlayıverirler. Eğer Rusya, Ukrayna’dan alacaklarını tahsil etmek ve Ukrayna’yı kendi etki alanında tutabilmek için sertleşip bu krizi çıkartmasaydı, büyük olasılıkla Nabucco projesi bu şekilde konuşulmayacak, Türkiye değil de başka yollardan geçirilmeye çalışılacak ve Türkiye’nin konumunun ne kadar değerli olduğu somut biçimde anlaşılamayacaktı.
Önümüzde iki seçenek var
Şimdi bundan sonra ne olacağına bakalım.
Başbakan, elindeki en kuvvetli jokerini bu işin başına getirdi.
Egemen Bağış’ın Erdoğan için ne kadar önemli olduğunu bilirim. Ona güvenir ve en gizli işlerini ona verir. Bağış’ı getirdiğine göre, boşa zaman harcamak istemediği anlaşılıyor. Eğer boşa zaman harcamak isteseydi, Ali Babacan ile yola devam eder ve kimse de birşey diyemezdi.
Müzakere sürecinin hızlanması, sadece Türkiye’nin atacağı adımlara bağlı değil. Hem Türkiye, hem de Avrupa, birlikte ve eş zamanlı bir takım adımlar atmalılar ki, ilerleme sağlanabilsin.
Eğer Türkiye kendi köşesinde, hiçbir şey yapmadan bekler ve “ Hadi iyi niyetinizi gösterin ve bizi cesaretlendirin” derse, bir yere varamayız. Aynı şekilde, AB de dudak bükerek, sadece Ankara’nın hareketlenmesini bekler ve eleştirel yaklaşımını hiçbir şekilde değiştirmez, Sarkozy “Türkiye Avrupa’da değil ki, neden müzakere ediyoruz” yaklaşımlarına geri dönerse bir yere varamayız.
Birlikte hareket etmek gerekiyor.
Egemen Bağış’ın ilk aşamadaki rolü de bu olmalı.
Her iki tarafı ikna edip, koordinasyonu sağlayabilmeli.
Aksi halde boşuna zaman harcamış oluruz.
Benim beklentim, mart sonundaki yerel seçimlerden itibaren, Avrupa Birliği ile müzakerelerin hızlandırılmasıdır. Bunun en açık işareti de, önümüzdeki dönemde 2 başlık yerine 3 veya 4 başlığın müzakereye açılması olur.
Yerel seçimlerden sonra, yine eskisi gibi ilgisizlik devam eder, AB müzakereleri yine ikişer adımla yürür ve karşılıklı siperlere yatılırsa, ben tümden ümidimi keseceğim. Erdoğan’ın, bazılarının dediği gibi, bizi gerçekten aldattığı, AB ile sırf gösteriş yapmak ve göz boyamak için ilişki kurduğuna inanacağım.
Aslına bakacak olursanız, AB ile yeni bir sayfa açmak, işleri sürüncemede bırakmaktan çok daha kolaydır. Hele AKP gibi, gözaltına alınan ve sabıkası artan bir partinin, şimdi de AB’yi ötelemesi çok daha pahalıya patlar. Üstelik hiç te akıllı bir politika olmaz. Dahası, AB’ye dört elle sarılmak ve örneğin Anayasayı AB’ye tam üyelik için değiştirmek, bu partinin gücünü artırır. Uluslararası alandaki prestijinin tekrar eskiye dönmesini sağlar. Hele son dönemlerde, hem Türkiye’de hem de uluslararası alanda “Türk dış politikasını İslamileştirdiği” kuşkusu yaygınlaşan AKP’nin bu kuşku ve kaygıları dağıtmasının tek yolu, AB reformlarına hız vermektir.
Paylaş