Erdoğan efsane yaratmak istemiyor

Türkiye inanılmaz bir değişim sürecinden geçiyor. Cesaretle atılacak her adım, ülkenin önünü biraz daha açacak. Devrim niteliğinde gelişmeler yaşanacak. Ancak nedense, hükümet çekimser bir tutum içinde. Bazı konularda kesin karar vermeye sanki eli varmıyor.

Liderler ve hükümetlerin, iktidar oldukları dönemlerde ne yaptıklarından çok, kamuoylarına verdikleri izlenim önemlidir. Son derece önemli kabine toplantıları yapabilirler, müthiş kararlar alabilirler, ancak bunları kamuoyuna yeterince anlatamadıkları taktirde hiçbir işe yaramaz. Önemli olan, kamuoyunun sizi nasıl algıladığıdır, sizin kamuoyuna verdiğiniz izlenimdir. Çok değerli işler yapabilirsiniz. Ancak öylesine farklı algılanırsınız ki, sonuç sizi de şaşırtabilir. O zaman da, ya medya’yı suçlar veya komplo teorilerinden şikayet edersiniz. Ancak, iş işten geçmiş olur. Toplumda yerleşen kanıyı silemezsiniz.

AKP işte böylesine duyarlı bir dönemden geçiyor.

Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP çok şanslı bir parti. Öyle bir dönemde, öyle koşullarda iktidar oldular ki, isteseler her tuttuklarını altın yapabilecek bir konumdalar. Her attıkları adım -bazen hatalı olsa dahi- sonradan farklılaşan koşullar sayesinde kendilerine prim sağlıyor.

Ülke de öylesine büyük bir değişim rüzgarı içinde ki, Tayyip Erdoğan istese, fazla bir çaba harcamadan, Türkiye’yi değiştiren kişi olarak efsaneleşebilir.

Ancak nedense, hükümetin 2005 başından bu yana kamuoyuna verdiği izlenim farklı. Eski cesaret, kararlılık pek yok. aksine önemli kararlarda çekimserlik, topu taca atma eğilimi hissediliyor. Ankara’nın eski reflekslerine, karar almak yerine erteleme alışkanlıklarına geri dönüldüğü havası var. Sanki AKP efsaneleşmek yerine statükoyu sürdürmeyi tercih ediyormuş gibi...

Yanılıyor olabiliriz, ancak genel izlenim böyle...

Bu sonuca da, şu örneklerden hareket ederek varılıyor:

- En belirgin tutukluk, ABD ile ilişkilerde gözlemleniyor. Amerikalılar sık temas meraklısıdırlar. İlişkilerin canlılığını yapılan temasların düzeyi ve sıklığı ile ölçerler. Nitekim son aylarda, Dışişleri Bakanı Rice’a kadar, ardı ardına üst düzey yetkili yolladılar. Politikalarını açıkladılar.
Hükümetin ise, sanki eli varmıyor.

Bir İncirlik kararı için, 10 ay beklendi. Top, bir kurumdan öbürüne atıldı. Her fırsatta eliştiriler ön plana çıkarıldı. Washington’dan gelen sinyaller küçümsendi. Sonra bakıldı ki iş ciddileşiyor, Başbakan Meclis’te ABD ilişkilerini göklere çıkardı. Ancak inandırıcı olmadı.

Edelman’a kötü muamele edildi. Bir defasında randevu verilmedi, öbüründe eleştirildi. Sonuçta, iyi bir dost olabilecekken Edelman kaybedildi.

Suriye konusunda yeterince net olunamadı.

Şimdi İsrail gezisinde dahi sanki ayaklar geri gidiyormuş gibi bir izlenim verildi.

- Patrikhane konusunda, bir şöyle bir böyle deniyor. Açılacak diye demeçler veriliyor, ardından hiç sonuç çıkmıyor.

- Avrupa Birliği ile ilişkilerde de aynı yaklaşım görülüyor. Söylenenlerle yapılanlar birbirini tutmuyor.

Hazırlıkların hızla sürdürüleceği belirtiliyor, ardından hiç ses çıkmıyor. Genelde de hep bir şikayet havası pompalanıyor. AB’den gelen bölücü önerilerden tutun da, çifte standartlı yaklaşımına kadar, sürekli bir yakınma. Bu durum da toplumdaki heyecanı söndürüyor. Oysa bu heyecana çok ihtiyaç var. Avrupa Birliği bu durumdan hiç şikayetçi değil. Zira işlerine geliyor. Türkiye ne kadar gecikirse, onlar için daha yararlı sayılıyor.

İLETİŞİM VE YÖNETİM SORUNLARI BÜYÜYOR

Bu manzaraya baktığınız zaman iki büyük hastalıkla karşı karşıya kalınıyor:

1. İLETİŞİM:

Hükümetin kamuoyu ile iyi bir ileşitimi yok. Daha doğrusu, bir iletişim politikası yok.

Başbakan veya Bakanların konuşmalarıyla yetiniliyor. Onlar da, bazen çok konuşup -ister istemez- hata yapıyorlar veya konuşmaları yeterli bilgi içermiyor. Demeçlerin dışında kamuoyunu, yani medya’yı besleyecek bir iletişim mekanizması kurulabilmiş değil.

Durum böyle olunca da, tüm dikkatler açık demeçlere çevriliyor ve bu açıklamalara anlamlar yükleniyor. Yanlış yönlere çekiliyor.

2. KADRO VE YÖNETİM ZAYIF:

Türkiye uzun yıllardır -birkaç örnek dışında- doğru kadrolar tarafından, iyi şekilde yönetilmedi. Bugünkü durum da farklı değil. Ülkeyi yöneten siyasi ve bürokratik kadrolar ne yazık ki çok cılız. İçinden geçinilen büyük değişimi görebilecek, buna göre adımlar atabilecek vizyonu olan kadrolar yok. Türkiye’yi bu kadrolarla taşıyabilmek imkansız denecek kadar güç. Yeni fikirler üreten, vizyon sahibi ve cesur insanların sayısı çok az.

SONUÇ: HERŞEY TEK KİŞİYE KALIYOR

Durum böyle olunca da, herşey birkaç kişinin omuzlarına yükleniyor. O zaman da, beklenen sonuç alınamıyor. Bu kısır döngü yeni değil. Türkiye, potansiyeli yüksek insanları sorumluluk mevkilerine taşıyamadığı sürece, bu sıkıntıyı hissedecek.

Başlangıçta AKP, devrimci bir yaklaşımla işe giriştiği için, şimdi şikayetler artıyor. Tayyip Erdoğan hala Türkiye’yi şaşırtabilir, hala efsaneleşebilir. İşki, istesin ve istediğini de bizlere göstersin...

* * *

İSRAİL İLE İLİŞKİYİ İÇİMİZE SİNDİRELİM

AKP hükümetinin, dış ilişkiler konusunda en çok sıkıntı çektiği konuların başında İsrail geliyor. Başta Başbakan olmak üzere, AKP liderlerinin elleri varmıyor. Adeta ayakları geri geri gidiyor.

Genel eğitimlerinden veya dünya görüşlerinden olsa gerek, soğuk davranıyorlar.

İsrail ile diplomatik ilişki kuran müslüman ülkelerin sayıları her geçen gün artıyor. Ancak buna rağmen, bizdeki bazı çevreler, İsrail ile ilişki kurulmasını adeta müslümanlığa aykırı birşeymiş gibi görüyorlar.

Eleştiri yapmak gerektirdiğinde de, en ağırını savuruveriyorlar.

Filistin sorununa çözüm bulunamamasının sorumluluğunun bir bölümü ABD- İsrail ikilisinin omuzlarındaysa, diğer bölümünün de müslüman ülkelerin omuzlarında taşındığını hiçbiri görmez. Zengin Arapların isteseler, Filistini şimdiye kadar cennete çevirebileceklerini ve istenen çözümü gerçekleştirebilecek baskısı ortaya koyabileceklerini kimseler tartışmaz.

Başbakan, uzun süredir beklenen İsrail gezisini işte böyle bir atmosferde gerçekleştirdi. Bu yazı yazılırken henüz tüm ayrıntılar gelmemişti. Erdoğan tutumuyla, bu geziyi yepyeni bir başlangıca dönüştürebileceği gibi, önündeki büyük bir fırsatı da kaçırabilir.Eğer eski inançları ve takıntılarıyla İsrail’e gittiyse, Türkiye bölgede oynayabileceği önemli bir rolü kaybedecek demektir.

İsrail’e düşman gibi davranmak Türkiye’yi sadece marjinalleştirir. Aksine, İsrail’in varolma hakkını tanımak, anlamsız terör olaylarına karşı çıkmak, Türkiye’nin bölgedeki ve İsrail üzerindeki etkinliğini arttırır. Böyle bir Türkiye, Filistinlilere daha yardımcı olabilir.

Türkiye artık eski klişelerden kurtulmak zorundadır.Eğer kendi başına bu değişimi gerçekleştiremezse, Uluslararası koşullar onu zorla bu yola sürükler...

* * *

(Bu yazı, Posta Gazetesinde ve aynı gün Hürriyet Gazetesinin tüm dış yayınlarında, Hürriyet internet sitesinde (www.hurriyetim.com.tr) Milliyet internet sitesinde (www.milliyet.com.tr) ve Daily News ekibi tarafından tercüme edildikten sonra hem ana gazetede, hem de Daily News internet sitesinde (www.turkishdailynews.com.) yayınlanmaktadır.)
Yazarın Tüm Yazıları