Haftasonu yapılan DYP kurultayında son derece hazin, aynı zamanda politikacılarımız açısından da düşündürücü bir olay yaşandı.
Haftasonu yapılan DYP kurultayında son derece hazin, aynı zamanda politikacılarımız açısından da düşündürücü bir olay yaşandı.
Bir süre önce AKP’den istifa edip DYP’ye geçen dört isim (Dursun Akdemir, Reyhan Balandı, Ümmet Kandoğan, İbrahim Özdoğan) Mehmet Ağar’ın listelerinde yer bulamayınca yine istifa ettiler.
Yaptıkları açıklamalar çelişki dolu:
“DYP bizi yönetime alacağını vaadetmişti, ancak sözlerini tutmadılar... Kendimiz için birşey istemiyoruz...”
Kim inanır bu sözlere?
Bu dört milletvekili açıkça “yeniden seçilebilmek” için AKP’den DYP’ye geçmiş, yeterince yüz bulamayınca istifayı basmış.
Böyle bir siyaset etiği olabilir mi?
Bu toplum, bu şekilde hareket eden siyasetçiye saygı duyar mı? Güvenebilir mi?
Ciddi siyasetçiler bu manzara karşısında ayaklanmalı ve bu insanları aralarından atmalılar. Bunu yapmadıkları sürece, Türk toplumunun siyasetçisine güvenmeyeceğini de bilmeliler.
* * *
BAŞMÜZAKERECİ HAZİRANA KALDI...
Başbakan her ne kadar “Başmüzakereci benim” diyorsa da, Türkiye ile AB arasında 3 Ekim’de başlayacak katılma müzakerelerini yönetecek “Başmüzakereci” sorunu halledilmiş değil. Neden bir türlü atanamadı, bunu da pek bilen yok. Başbakan ve Dışişleri Bakanı dışında, kimselerin de sağlıklı bir bilgisi bulunmuyor.
Son haftalarda hem Dışişleri Bakanı, hem de Başbakan birkaç defa “Fransız referandumu öncesinde fazla ön plana çıkmamamız, fazla adımızdan bahsettirmememiz istendi” deyince, Başmüzakereci atanması kendiliğinden Haziran ayına kalmış oldu.
Fransa’daki AB anayasası referandumu 29 Mayıs günü yapılacak. Referandumun içine, Türkiye’ye HAYIR diyenler de katıldıklarından dolayı, Ankara’nın ortalarda fazla dolaşmaması tercih ediliyor.
Herşey iyi hoş, ancak bunca gecikmenin bir de faturası var. Kimse Başmüzakerecinin kara gözlerini merak etmiyor. Gecikme, yapılması gereken tüm yasal hazırlıkları da aksatıyor. Çıkması gereken yasalar bekliyor, atamalar yapılamıyor. Başta tarım bakanlığı olmak üzere, birkaçının dışında kimseler planlamayla uğraşamıyor.
Başbakan istediği kadar “Başmüzakereci benim” desin.
İş Başmüzakereciyle bitmiyor ki...
FUAT’I BİZLER İNFAZ ETTİK
Dört yıl önce Üzeyr Garih’in Eyüp mezarlığında öldürülmesinden sonra gözaltına alınan, ancak 48 saat sonra suçsuz olduğu anlaşılıp serbest bırakılan 13 yaşındaki ayakkabı boyacısı Fuat Nalkıran, hem polis hem de basın tarafından yargısız infaza tabi tutulmuştu.
Polis, Fuat’ı yakalayınca, hemen “deli ve tiner bağımlısı katil” damgasını vurmuş, dönemin içişleri bakanı Yücelen’de “fail yakalandı” açıklamasını yapmıştı.
Polis’in bu damgalaması hemen basına yansımış ve 13 yaşındaki çocuk yerden yere vurulmuştu. İşin garip yanı, Fuat bu açıklamalardan 48 saat sonra serbest bırakılınca, basın susmuş ve içişleri bakanlığından hesap sormamıştı.
Ancak Fuat’ın ailesi unutmamış. Açtıkları davayı kazandılar. 25 milyar TL tazminatı dört yıllık faiziyle alacaklar.
Basın da suçlu. Bakıyorum, medya’da hala yeterli tepki yok. Yargısız infazın ne olduğunu, başına gelen bilir. Eli kelepçeli polis karakoluna getirilen, yüzü saklanıp koşar adım TV kameraları önünde defile yaptırılıp arabalara tıkılanlar, sonradan masum olsalar dahi damga yiyorlar.
Ancak dikkat , yeni TCK bu muameleye sert cezalar getiriyor...
EĞİTİM İÇİN 7 ÇOK GEÇ
Eğitim için 7 çok geç… Bu, Anne Çocuk Eğitim Vakfı AÇEV’in önderliğinde başlatılan son kampanyanın adı. Bu slogan, tam 22 yıl süren bir araştırma sonucu belirlendi. İlk adım 1982 yılında atıldı. İstanbul’un gecekondu bölgelerinden seçilen anne ve çocukları belirli bir eğitimden geçirildikten sonra belirli dönemlerde diğer çocuklarla aralarındaki farklar araştırıldı. Bu çocukların diğer çocuklardan daha başarılı oldukları, daha uzun okudukları ve daha iyi statülü işlerde çalıştıkları görüldü.
7 çok geç, çünkü beyin gelişiminin üçte ikilik bölümü 4 yaşına kadar tamamlanıyor. 7 çok geç ama, Türkiye’deki çocukların yüzde 89’u okul öncesi eğitimden yoksun. Nüfusunun yarısından fazlası 25 yaşın altında olan Türkiye’de 6 yaş grubundaki 7 milyon çocuğun sadece yüzde 11’i okul öncesi eğitim alabiliyor. Bu oran Ürdün’de yüzde 27, Fast’ta yüzde 34, Meksika’ta yüzde 70, Avrupa Birliği ülkelerinde ise yüz de 100’e yakın… AÇEV ile birlikte 7 sivil toplum kuruluşu şimdi herkesi “Eğitim İçin 7 Çok Geç” kampanyasına destek olmaya çağırıyor. (açev tel: 0 212 213 42 20/ acev@acev.org)
NE OLACAK ŞİMDİ?
23 yaşında bir okurumdan e-mail aldım. Hem kendi derdini anlatıyor, hem de kendisiyle aynı kaderi paylaşan yüzbinleri. Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi'ni bitirmiş. Öyle başkaları gibi bir üniversiteye kapağı atayım diye yazmamış eğitim fakültesini. Öğretmen olmak istemiş. Bu yüzden de tercihlerini sıralarken ilk sıralara eğitim fakültelerini yerleştirmiş. Ama kamu personeli sınavı engeline takılmış. Şimdi baba ocağında bekliyor. 40 yıl kölelik değil, sadece hakkını arıyor... Bu gençleri alıyoruz okutuyoruz, sonra da evlerine geri gönderiyoruz. Hem onlara hem de bize yazık. Öğretmen açığı ortada. Hala okuma yazma bilmeyen yüzbinlerce insanımız var. Ve mesleğini yapmak isteyen ama evlerinde oturan binlerce genç fidanımız...
SAMSUN’DA NELER OLUYOR?
Samsun’dan, Ünal Kılıç isimli bir okurumdan e-mail aldım. Samsun’da sayıları 80’i bulan araştırma görevlileri adına bir yazı yazmış. “Samsun’da araştırma görevlileri 4-5 yıldır yardımcı doçent doktor kadrosu verilmemesi bir yana üniversiteden atılıp işsizliğe terk ediliyor” diyor.
Ve devam ediliyor; “Biz güzel üniversitemizden sebepsiz yere atılarak işsiz kalmak istemiyoruz. Zaten Sayın Rektörümüzde bizleri tanımlarken ‘bilimsel yönden kendilerini çok iyi geliştirmiş, pırlanta gibi genç adamlar’ tabiri kullanmaktadır.”
Ünal Kılıç, “Lütfen bu uygulamaya sessiz kalmayınız” diye de hepimize sesleniyor.