Paylaş
Ben kendimi bildim bileli hep vardı. Hep yasa dışı, denetim dışı çalışanlarla ilgili haberler çıkar ancak pek sonu gelmezdi.
Devletin içindeki karanlık yapılanmalar, 1970’lerden itibaren, önce sözde “komünistlere” karşı başlatıldı. Ancak, sayıları kısıtlıydı. Asıl yapılanma, 12 Eylül darbesiyle ve askeri yönetim eliyle yaygınlaştırıldı ve 1990‘larda, PKK ile mücadele adına kontrolden çıktı.
Adeta emme basma tulumba gibi işleyen bir mekanizma ile karşı karşıyayız.
Madalyonun bir yanında, hepenizin bildiği örgütler var. Bunlar “vatan uğruna” hareket eden, kimi laiklik ve toprak bütünlüğü; kimi PKK’lı veya gavur avı adına mücadele ederler.
Bir bölümü legal çalışırlar. Eskiden, bozkurtlar bu piyasaya hakimdi. Bahçeli, MHP’nin gençlik kollarını sokaktan kurtardıktan sonra, bunların yerini, asker emeklilerinin kurdukları dernekler almıştır.
Bir de yarı mafya, yarı “delikanlı” guruplar vardır ki, milliyetçilik adına herşeyi yaparlar.
Ergenekon davası, madalyonun bir yüzünü ortaya çıkarıyor. İnanılmaz komplolar öğreniyoruz. Ancak yetersiz kalıyor. Zira Ergenekon’dakiler birer piyon. Asıl ipleri tutanlar, yani bu yasa dışı faaliyetleri, kimi zaman yöneten-teşvik eden veya görmezden gelenler ise T.C. Devletinin içinde.
Devletin hemen her katında karanlık bir oluşum var. Polis, MİT, jandarma ve asker...
Artık kimse kimseden saklamasın, T.C. Devletinin yasa dışı çalışmaları desteklediğini hepimiz biliyoruz.
Her kuruluş, değişen koşullar ve değişen yöneticilerin ideolojinise göre özel bin Bölüm kurmuş. Yıllar içinde , kimi PKK’ya, kimi İslamcılara, kimi Hıristiyanlara karşı faaliyet göstermişler.
Hrant Dink öldürülmüş, sanki polis ve jandarma ya göz yummuş veya ihmal etmiş ancak kimse üstüne gitmemiş. Rahip Santoro ve Malatya’daki kitapevindekiler “misyonerleri yok etmeliyiz” diye katledildiler, yine perde arkasında devletin ihmali veya özendirmesi olduğu ortaya çıkmış. Yine kimseler olayın gerçek sorumlularına uzanamamış. Tuncay Güney, başta MİT olmak üzere hemen herkes tarafından kullanılmış, ancak ipleri tutanlar hala ortada yok.
Nereye bakarsanız bakın, pislik kokuyor.
Devletin çeşitli kurumlarında öylesine başıboş oluşumlar var ki, artık bir yerde bu gidişe bir “dur” demek gerekiyor.
İçişleri, Polis-MİT-Jandarma- Asker başka, resmi görevi olmasa dahi, çeşitli gerekçelerle “istihbarat ağı” kurmuş, Milli Eğitim’den Sağlık Bakanlığına, Belediyelerden Diyanet İşlerine kadar tüm kuruluşlar, içlerindeki bu bölümlerin dökümünü vermeli ve Başbakanlığın koordinasyonunda yeni bir düzenlemeye girilmeli.
Özetle Türkiye, herkesin dinlendiği, izlendiği ve yargısız öldürüldüğü veya cezalandırıldığı bir ülke olmaktan çıkarılmalı.
KİTAP DÜNYASINDAN:
FARUK BİLDİRİCİ’nin Doğan Kitap’tan yeni çıkan Serkis Bu Toprakları Sevmişti ”yi mutlaka bulun. Türkiye kökenli bir Ermeni’nin hislerini, anılarını bundan daha güzel bir araya getiren çalışma görmedim.
HRİSTOS K. HRİSTODULU’nun Telos kitabevi tarafından piyasaya verilen “Mustafa Kemal ve Selanik Yaşamı” kitabı da Atatürk’ün yaşamının az işlenmiş bir kesitini ele alıyor. Yunanistanın en önemli yazarlarından biri olan Hristodulu , Selanik’in genç Cumhuriyetin yaşamı üzerindeki etkilerini anlatıyor.
NEBİL ÖZGENTÜRK’ün Cumhuriyetten Günümüze BASININ KISA TARİHİ adlı kitabı Alfa’dan çıktı.37 yazara Bab-ı- ali’nin yakın tarihini anlattırdığı bu kitapta son derece ilginç anektodlar ve şimdiye kadar duyulmamış hikayeler var. Aslında bu kitaba, Türkiye’nin demokrasi hikayesi de denilebilir.
MUHSİN KIZILKAYA da anılarla Mehmet Uzun’un hayatını kitaplaştırdı. İthaki yayınevinden çıkan kitap, modern Kürt romanının yaratıcısı olan Uzun’un yaşam mücadelesini merak edenlere duyurulur. Müthiş anılarla dolu olan kitap, Kürt- Türk toplumlarının kesişme noktalarını ortaya koyuyor.
ZEYNEL LÜLE dedesinin kitabını yazdı. Ali Çavuş, Mustafa Kemal’in Can Yoldaşı. Milli mücadelede onunla en önemli sırlarını paylaşıyor ve yanından ayırmıyor.1919-1925 arasındaki o çalkantılı dönemini anlatan nefis bir çalışma.
ŞÜKRAN SONER’in yeni kitabı Bizim 68’liler’i özellikle bizim kuşağa tavsiye ederim.68’liler bize çok şey verdiler. Hepimizi aydınlattılar. Şükran Soner de, onların arasındaydı ve anılarında da bu dönemi çok güzel anlatıyor.
JÜLİDE GÜLİZAR, Sinemis’den “Bern Bilmem Beyim Bilir” diye adlandırdığı son kitabında kadın olmanın zorluklarını anlatıyor.Erkeklerin yarattığı bu dünya’da kadın olarak yaşamanın öykülerini sıralamış.ü
CEYHUN BOZKURT’un Kripto’dan çıkardığı “Amerikalı Diplomatların Güneydoğu Faaliyetleri” komplo teorileri üretmiyor. Bazı verilerden hareket ediyor ve Amerikalı diplomatların nelere dikkat ettiklerini, ne yapmak istediklerini sorguluyor.
Paylaş