Paylaş
Abbas Güçlü’nün, Genç Bakış programında eski Cumhurbaşkanını dinlerken, Türkiye’in nerelerden nerelere geldiğini gözledim. 12 Eylül darbesi öncesini ve sonrasını yaşadığım için, Evren’in açıklamaları ve Üniversitelilerin olumlu-olumsuz tepkileri çok öğreticiydi.
12 Eylül müdahelesini toplumun büyük bölümü önce desteklemişancak ardından gelen dönemdeki idamlar ve işkenceler,bu desteğibüyük oranda eritmişti.
Beni en çok hayrete düşüren, Evren’in idam kararlarını imzalarken elinin titremediğini söylemesi ve salondaki gençlerin bir bölümü tarafından alkışlanması oldu.
Demek ki biz hala gençlerimize çağdaş değerleri benimsetememişiz. Bir insanın idamedilerek öldürülmesi yerine, hayat boyu cezalandırılmasının daha doğru olduğunu anlatamamışız.
Askeri darbelerin bir çözüm getirmediğini, sorunların demokrasi içinde halledilmesinin daha sağlıklı olduğunu gösterememişiz.
Toplumların, işkenceyapılarak, vatandaşlıktan atılarak yola getirilemeyeceğini, kaba kuvvet değil, hukukun geçerli olduğu demokratik sistemle uzlaşı bulabileceğini benimsetememişiz.
Çok yazık...
Ben Eskiden Çocuktum....
"Hani herkes arkadaş
Hani oyunlar sürerken
Hani çerçeveler boş
Hani körkütük sarhoş gençliğimizden
Hani şarkılar bizi henüz bu kadar incitmezken
Eskidendi, eskidendi, çok eskiden”
Sezen Aksu’nun o muhteşem yorumuyla Murathan Mungan’ın bu dizeleri eminim hepinizi alıp geçmişinize götürüyor… Kaç yaşında olursanız olun, herkesin bir “eskiden”i var çünkü… İşte, Hacer Kılcıoğlu’nun yazdığı “Ben Eskiden Çocuktum” adlı kitap da, alıp sizi aynı bu şarkı gibi eskilere götürüyor.. Çok eskilere…Kömür sobalı evlere, komşu ziyaretlerine, babamızın yolda yürürken elimizden tuttuğu günlere… Ve bu “herkesin çocukluğu” aslında bir dönemi de yansıtıyor… Hacer Kılcıoğlu, Everest Yayınları’ndan (0 212 513 34 20) çıkan kitabında bize bir Ege kasabasında geçen çocukluğunu anlatırken 60’larda yaşayanların ortak hikayesini ve geçmişini de gözler önüne seriyor… Üstelik bir çocuğun sesiyle…
Çocukluğunu özleyenlere…Kaçırmayın derim…
HÜKÜMET, KAMYONCULAR KONUSUNDA HAKLI…
Ülkemizde, sayıları kesinlikle bilinmeyen 600-800 bin arasında kamyon var. Bunlardan bir bölümü,Uluslararası taşımacılık yapan büyük TIR’lardan, bir diğer bölümü kamyon, tanker ve çekiciden oluşuyor. 250-300 bini kadarının yaşı da 22-70 arasında. Bazıları son derece iyi durumda, diğer bölümü ise dökülüyor. Yollarda adeta bir katil gibi dolaşıyorlar. Eskiliklerinden dolayı tam anlamıyla 4 ayaklı canavara benziyorlar. Şöförlerinin büyük bölümü çaylak, eğitimsiz, kısacası kamyon kullanmaması gereken insanlar. Motorları öylesine eski ki, çıkardıkları duman herkesi zehirler.
Hükümet bu kargaşayı düzene sokmak için 10 Temmuz 2003’te bir yasa çıkarttı. Avrupa Birliğinde geçerli olan uygulamaları ülkemize taşıdı. Uzun zamandır yapılması gereken bir düzenleme, AB’ye uyum çerçevesinde gerçekleştirildi.
Her kamyon taşımacısının yeterlilik belgesi alması koşulu getirildi.Daha önceleri, 20-30 yaşındaki bir kamyon alıp, direksiyonuna da az bir parayla şöför koyan taşımacılık yapabiliyordu. Yeni düzenleme, kurallar koyuyor, yetki belgeleriyle başıboşluğu ortadan kaldırıyor. 2009 yılından sonra 22 yaşın üstünde kamyonun trafiğe çıkmasını engelliyor. Kısacası, yasa hem bizleri koruyor, hem de sektöre çeki düzen veriyor. Başıboşluğu yok ediyor.
Yasaya en büyük destek, Uluslararası Nakliyeciler Derneğinden, Odalardan geldi. Ancak, bir masa ve bir telefonla kamyon nakliyeciliği yapan komisyoncular ve acentalar ayaklandılar.
Ulaştırma Bakanlığı baktı ki , popülist siyasetçileri arkasına alan bu grupla başa çıkamayacak, uygulama tarihini iki defa erteledi.
25 Nisan, yetki belgesi için son başvuru günüydü.
Son verilen rakkamlara bakılacak olursa, yetki belgesi alması gerekenlerin yüzde 70’i başvuruda bulunmuş. Denetimler de 15 mayıs’ta başlayacak.
Şimdi hepimizin sıkı durması gerekiyor. Özellikle Binali Yıldırım ve Ulaştırma Bakanlığının ödün vermemesi , geri adım atmaması gerekiyor.
Yollarımızdaki kargaşanın bitmesi, kazaların önüne geçilmesi içinhepimizin Ulaştırma Bakanına destek vermeliyiz. Birkaç komisyoncuya boyun eğmeyelim.
Birlikte direnelim.
KUYUCAK KOYUNU MAHVEDİYORSUNUZ !
POSTA’ daki haberi okuduğumda inanamadım.
Milas’ın Meşelik köyüne ait o canım Kuyucak koyunu kaybediyoruz.
Sık sık uğradığımkoylardan biri olduğundan dolayı, son gelişme bana daha da dokundu.
Düşünebiliyor musunuz, içinde 300 yıllık bir tarihi han ve antik surların bulunduğu nefis bir koy ayda 250 YTL’ye kiraya verilmiş. 1 inci derece SİT bölgesi olmasına rağmen, disko, restoran, kafeterya ve su sporları merkezi kurulacakmış. Şimdiden çalışmalar da başlatılmış, deniz dolduruluyormuş.
Kiralayan Hayrettin Barbaros Günay’i hiç tanımam. Ne iş yaptığını da bilmem.Ancak aylık 250 YTL kira veren birinin, koyda kaliteli tesisler yapması bana çok güç geliyor.
Kabul ediyorum, koyun civarı mezbelelik halindeydi. Pislik kol dolaşıyordu.
Peki bundan sonra ne olacak ?
Oralara sırf sessizlik içinde kalmak için gelen yatçılar ne yapacaklar ? Avaz avaz bağıran diskolar ve birbirinden çirkin binalar yapıldığı taktirde Kuyucak’ın tılsımı gitmeyecek mi ?
Ege’nin en büyük hazinesi Ege- Akdeniz kıyılarındaki koylarıdır. Buraların akibeti bir köy muhtarına ve ayda 250 YTL kira ödeyem işletmecilerin zevkine bırakılamaz.
Hükümetin yapması gereken, bütün bu kıyılar için- Yunan adalarındaki uygulamaya benzer şekilde- bir plan yaptırmak ve buna gore uygulamaya geçmektir.
Yaz aylarında bu kıyıları teker teker dolaşacağım. Göreceğim tüm pisliği sizlere şikayet edeceğim.
Geç olmadan bu katliamı durdurun.
Yılmaz Çetiner, bizim mesleğimizin efsane isimlerinden biridir.
Benim gazeteciliğe yeni başladığım dönemlerde, yanına yaklaşılamazdı. Patronlarla arkadaşlık eder, büyük gazeteler arasındagürültülü transferler yapar, bizim gibi alt katlardaki muhabirlerin ağızlarını sulandıran paralar aldığı söylenirdi. Üst düzey yöneticilerin yakın arkadaşıydı.
NEFES NEFESE BİR ÖMÜR adlı kıtabı Epsilon yayınevi tarafından yeni çıkarıldı.
Çetiner, anılarını yazmakla yetinmemiş, 50 yıllık bir süreci anlatmış. Demokrat Parti- CHP çatışmaları, Adalet Partisi ve 12 Mart döneminin koridorlarında bizi dolaştırmış.
Çetiner’in röportajları çok ünlüydü.Kitabı da aynı şekilde, son derece rahat okunuyor. Konuşur gibi yazdığından dolayı, sizi hem eğlendiriyor, hem de öğretiyor.
Türkiye’nin en çalkantılı döneminin kulislerini, medya içi entrikaları ve kişisel anılarını öylesine güzel harmanlamış ki, kitabı keyifle okuyor ve elinizden düşüremiyorsunuz.
NEFES NEFESE BİR ÖMÜR,bence bir tarih dersi veriyor.
Bugünün medya içi ve medya ile siyasi hükümetler arasındaki ilişkileri karşılaştırmak istiyorsanız, Türkiye’nin yakın geçmişini öğrenme merakınız varsa, Çetiner’in kitabını mutlaka alın.
O benim için daima “ Çetin abi” idi ve hep öyle kalacak.
Onun gibi insanların bu meseleğe neler kazandırdığını bugün daha iyi anlıyorum.
Eminim, Çetiner yaşadıkça bize daha yeni kitaplar kazandıracak.
Ellerine sağlık.
Eşim Cemre kayak meraklısıdır. Geçen hafta beni ekranda bıraktı ve Kars’ta kaymaya gitti. Dönüşte, öylesina etkilenmiş ki, “köşendebana yer ver, mutlaka anlatmalıyım” dedi.
İşte izlenimleri:
“Doğrusu Kars’a bu kadar çabuk varacağımı tahmin etmiyordum. İstanbul’dan sabah 9’da uçağa bindim, saat 12:00’de otelin kapısından içeri girdim,13:00’de pistlerdeydim. Kayak pistlerine iki etaplı telesiyej (koltuk) ile ulaşılıyor. 2650 metrede Cıbıltepe’ye vardığımda nefesim kesildi. Masmavibir gökyüzü, karşımda Allah’u Ekber dağları, altımda üzeri sarı bir sis tabakası kaplı Sarıkamış (kötü kömürden) ve gözün alabildiğine karla kaplı bir ova ve sarı çamlar.. Kar ise kristal gibi parlıyor, bir haftadır kar yağmamasına rağmen gıcır gıcır, puf puf.. Bir haftakarın kalitesi hep aynı mükemmellikte kaldı. Bu da buranın özelliği imiş. Her sabah kar paletinin düzelttiği pistlerde ilk izleri çizmenin keyfini anlatamam. Pistler vasat bir kayakçıyı korkutacak gibi değil. Yumuşak, çam ormanları arasında yapılmış. Gelecek yıl daha zor pistler, başka telesiyejler açılacakmış. Ancak bugün nispeten tenha olan pistlerde, kuş sesleri arasında nadir görünen bir kaliteli karda, sis ve buzdan uzak kayabiliyorsunuz.
Sarıkamış’ta pistin dibinde Toprak otelde kaldım: Kapısında kayağımı taktım, kapısına kadar kaydım.145 odalı bu otel henüz Ekim 2005’de açılmış, çok şık yapılmış.. Müthiş bir yüzme havuzu ve fitness merkezı var. Daha da önemlisi herşey yepyeni, kayaklar son model. Anladığım kadar esas müşteri Ruslar.
Sarıkamış sanki bir sihirli değnek bekliyor. Şehir turum otelden gidiş-geliş 45 dakika bile sürmedi. Şehirde Rus işgailinden kalma nefis siyah taş binalarda ordu oturuyor.Yine Ruslardan kalma ahşap koskocaman bir av köşkü “yasak”. Zaten 23.500 nüfusluSarıkamış , ordu karargahınınbir mahallesi gibi.. Heryerde askeri araçlar, tel örgüler...”Yenge, turist bu şehre niye gelsin? Heryer tel örgülü,birşey gösteremiyoruz ki” diyor şöför
Nitekim Kars’da da aynıbinalar var. Özelde olanlar genellikle yıkılmayı bekliyor ki birkaç katlı apartman yapılsın. Devletin kullandığı binalar ise az çok koruma altında. Kars kalesi muhteşem, hele kartal yuvası gibi bir “komutanın evi” var ki, görülmeye değer. Sokaklar, kaldırımlar, eski binalar hep Ruslardan kalma.. Röleve yapıldığını, korumaya alındığını söylüyorlar, ama kimse emin değil. 1980’lerdeki Vali Ünal Özgödek’i çok anıyorlar, çünküilk korumacılığı o başlatmış. 927’den kalma kilise, köprüler,taş binaları ile Kars görülmeye değer bir yer. Nitekim kışın Ruslar, yazın da İtalyanlar, Fransızlar, Japonlar geliyormuş.
Kars’dan ayrılmamız bir işkence oldu. Başbakan geleceği için havaalanı kapatıldı, yollara askerler döküldü. Kişi başına 10YTL’ye otobüslerle konvoylar örgütlendi. AK Parti İlBaşkanı da Başbakan için bir şiir yazmış (!) okudu:
Burası Kars’tır
Günü gününden kara
İki şeye hasretiz
Biri sana, biri gelmeyen bahara (!)
Paylaş