Paylaş
Siyasetin bazı katı kuralları vardır ki, ne yaparsanız yapın bunları değiştiremezsiniz. Dünyanın her yeri için de geçerlidir. Siz istediğiniz kadar namuslu bir iş yapın, istediğiniz kadar kurallara uyun nafile... Eğer bir lider veya ön plandaki bir siyasetçiyseniz, başta çocuklarınız olmak üzere, yakın aileniz yanmış demektir. Akçeli bir iş yaptıkları sürece büyütecin altında tutulurlar. Beş kuruş para kazanamasalar dahi, deve yüküyle para götürdükleri konuşulur. Hiçbir şey ispat edilemese dahi “Adamlar o kadar kurnaz, soygunlarını o kadar iyi gizliyorlar ki, bulmak imkansız” denir ve suçlanırlar.
Hele bu tip olaylar diktatörlükle yönetilen ülkelerde veya fakir ülkelerdeyse durum daha da vahamet kazanır. Geçmişte aynı tip öyle soygunlar yaşanmış ki, insanları inandırabilmek imkansızdır. Demokratik zengin batılı ülkelerde biraz daha tolerans varsa dahi, yine de oralarda da siyasetçi çocuklarına hep kuşkuyla bakılır.
Tabii bu arada yaşın yanında kurunun da yandığı olur.
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan ile diğer oğlu Burak Erdoğan'ın eşi Sema Erdoğan'ın Atagold kuyumculukta Cihan Kamer ile ortaklıkları beni yıllar öncesine götürdü. Baksanıza, çocukların kazandıkları para bile komik, ancak olay gittikçe büyük yolsuzluğa dönüşüyor.
Nedeni, soyadlarının Erdoğan olması.
Kamuoyu haklı olarak işkilleniyor.
İşin içinde iş arıyor.
Bilmem hatırlar mısınız, İsmet İnönü’nün kardeşi Ömer İnönü, babadan kalma madencilik işi yapardı ve adam yaşamı boyunca “hırsız” damgasından kurtulamadı.
İnönü’nün namusuna düşkünlüğü bilinir, ancak yine de kardeşinin yolsuzlukları dillendirilirdi. Hiçbir zaman ispat edilemedi, ancak sürekli suçlandı. Burnundan getirildi ve sonunda ölüp gittikten sonra “galiba hata ettik, hiçbir şeyi çıkmadı” diye yazılar yazıldı.
Turgut Özal’ın iki oğlunu hatırlar mısınız ?
Ahmet ve Efe’nin milyar dolarlık soygunlar yaptıkları, muazzam komisyonlar aldıkları iddia edildi. Dünya kafalarına geçirildi. Bugün bakıyorsunuz, o milyarlardan eser yok. Yaşamları, bu iki kişiye gereksiz şekilde işkence çektirildiğini gösteriyor. Ortada ne para ne pul var.
Ancak bu insanların bu noktaya gelmelerindeki en önemli unsur, çocukların ve babaların gereken duyarlığı göstermemeleridir. Siyasete soyunan herkesin, yazılı olmayan bu kurallara göre hareket etmesi gerekir.
“Ne yapalım yani, çocuklarımız aç mı kalsınlar?” diyerek kimse kendini kurtaramaz. İstediğiniz kadar dikkatli davranın, istediğiniz kadar namuslu olun. İstediğiniz kadar çocuklarınızı da yasaların içinde iş yapmalarını sağlayın, yine de akçeli işlerde suçlamalarla karşılaşacağınızı bilin.
Bu, siyasete atılmanın bir faturasıdır.
Türkiye’de de böyledir, dünyanın başka yerlerinde... Bizde daha küçük paralar gürültü çıkartır, zengin ülkelerde daha büyük miktarlara ulaşılınca alarmlar çalmaya başlar.
İşte bu olmadı
Ergenekon davasına en büyük zararı işte bu tip gelişmeler verdiriyor.
Hurşit Tolon, yedi ay gözaltında kaldıktan sonra, delil yetersizliğinden serbest bırakılmış...
Oldu mu şimdi...
Herkesin kafasında bir soru işareti doğmaz mı?
Hurşit Tolon’un görüşlerinin hiçbirini paylaşmam. Hatta, benim Kanal D haberin başına geçmemi “Bu tehlikeli adam nasıl bu işe getiriliyor”diye Aydın Doğan’a şikayet bile etmiş bir kişi olduğunu, Fatih Altaylıyazınca öğrendim.
Buna rağmen, Tolon’a yapılana karşı tepki gösteriyorum.
Kimbilir, Tolon’un durumunda olup da sesini duyuramayan ve delil yetersizliğine rağmen içerde tutulan daha kaç kişi vardır.
Bundan önce yazılarımda da değinmiştim. Yargıdaki hoyratlıklar, toplumdaki adalet hissini yok eder. Suçlu olanlar, bu dengesizlikler nedeniyle -sonunda ceza görseler dahi- kamuoyunun vicdanında temize çıkarlar. Suçlu görünmezler, kendilerini kurtarırlar.
Ergenekon savcıları titizlik göstermedikleri sürece, bu davanın önemini giderek erittiklerini bilmelilerdir.
Ne yazık ki, bu genel yaklaşım sadece Ergenekon davasına özgü değil. Adalet mekanizmamız uzun yıllardır, bu tip kabalıklar, dikkatsizlikler kamu oyunun gözünde adalet dağıtmak yerine, insanlara haksızlık eden bir mekanizmaya dönüşmüştür.
Paylaş