Paylaş
Türkiye, PKK terörüyle birbirine girerken, benim Çin izlenimlerimi anlatmam belki tuhaf kaçıyor olabilir. Ancak baktım ki, herkes herşeyi yazıyor. Üstelik ben, yıllar önce yazdıklarımdan dolayı andıçlandım, mahkemelere verildim. Bugün benim eski yazılarımı tekrarlayanların büyük bölümü, dün beni yerden yere vururlardı. Kürt sorununu yeni keşfeder oldular. Asker bile değişti. İşte bu nedenle ben Çin izlenimlerime devam edeceğim. Bari farklı bir konu arayanları tatmin etmiş olurum.
Beijing’e indikten sonra uzun zaman, kandırıldığımı sandım. “Burası Çin değil, başka bir yer” diye homurdanıp durdum. Ne zamanki Tiananmen meydanına, oradan Yasak Şehir ve Çin Seddine gittik, o zaman Çin’e geldiğimi kabul ettim.
Beni asıl etkileyen Çin Seddi oldu.
Beklentim fazla değildi. Resimlerini görmüş, filmlerini izlemiştim.
Amma o neymiş, o...
Hele uzunluğunun 6.400 kilometre olduğunu, aralıklarla 600-700 yılda tamamlandığını düşününce daha da dehşete düştüm.
Etrafı yeşil dağlarla çevrili ve en yüksek noktalarında, yılan gibi kıvrılarak göz alabildiğine uzanan, inişli çıkışlı bir duvar.
Onbinlerce insan, karınca gibi bir yerden bir yere gidip geliyorlar. Baktım, turistlerin yüzde 80’i Çinli. 9,5 milyon metrekarelik bir kıta büyüklüğündeki Çin’in her yanından oluk oluk insan akıyor. Küçüğü, büyüğü, yaşlısı genciyle Çin’liler kendilerini tanımaya çalışıyorlar.
Nefesim tükenene kadar surların üstünde yürüdüm, ancak devam edemedim. Kontrol kulesi olarak inşa edilen ve meydanımsı bir bölüme oturup, bu 2.500 yıllık tarihi gözümde canlandırdım.
Kendini korumak için duvar yaptıran Çin imparatorları, birbirini boğazlayan küçük krallıklar. Ardından sömürgeleşen, uyuşturucuyla resmen uyutulan ve Mao’nun uyandırdığı Çin...
Mao’nun Kültür Devrimi sırasında, ellerinde kırmızı kitaplarla yürüyen milyonları hatırladım. Hiçbirinin izi kalmamış. Mao’nun bile, sadece Tiananmen Meydanındaki tek portresi ve paralarından bazılarının üstündeki resimleri kalmış. Kültür İhtilalinde ne yapmaya çalıştıysa, bugün tam tersi gerçekleşmiş durumda.
Çin’deki boyutlara baktıkça, Türkiye gözümde küçüldü. Kendimizi bölge lideri görüp övünüyoruz, oysa dışımızdaki dünya öylesine bir hızla gelişip büyüyor ki, elimizi çabuk tutmazsak, treni kaçıracağız.
Duvar, gözümün önünde kıvrıla kıvrıla dağların arasında kaybolup giderken, dev ekranlarda canlı yayınlanan “uzayda yürüyen ilk Çin’li” izleniyordu. Onbinler, bir yandan gurur, öte yandan da hayretle bakıp, her hareketi alkışlıyorlardı.
Çin Seddinin yanı başındaki bu manzara, “Uyanan Çin’in” artık çok gerilerde kaldığını ve “patlama noktasına gelen Çin” dönemine girildiğini açık şekilde gösteriyordu. Beijing’in gelişme ve büyüme temposuna bakınca 40-50 yıl sonra başkentin Duvar’ı da aşacağını ve eski Beijing-Yeni Beijing’i yine bu duvarın ayıracağını tahmin etmek hiçte güç değil...
Bütün bunlar, insanın kafasında derin soru işaretleri yaratıyor.
- Yaşamınız süresince yaptığınız işleri fazla ciddiye almayın. Çok inandığınız ve gerçekleşmesi için herşeyinizi verdiğiniz projeler veya davalar bir süre sonra tüm önemini kaybediveriyor.
- Ülkelerin hayatı o kadar uzun ki, istediğiniz kadar inançlı lider veya siyasetçi olun, zaman içinde en iz bırakanınız dahi unutuluyor.
- Ekonomik güç, sadece ucuz el emeğiyle elde edilemiyor.
Duvardan ayrılınca, ben de rüyadan uyandım ve bu defa korkunç bir trafik içinde saatlerce süren bir yolculuk başladı. Beijing turuna çıktık.
Etrafımda neye baksam yeni...
Otobüsler yeni, yollar yeni, taksiler yeni, binaların büyük bölümü yeni...
Dikkatimi çeken, onca kalabalığa rağmen, sokaklardaki çocuk sayısının, bizdeki gibi çok olmamasıydı. Bağıran, çığlıklar atan, birbirini kovalayan çocuk ordusu yok.
Nedeni de basit... Hükümet, tek çocuğun ötesinde doğurana ceza kesiyor. Bizim Başbakan, “en az 3 çocuk” derken, Çinliler tek çocukla yetiniyorlar.
Acaba kim haklı?
Çinliler mi, yaksa Tayyip Erdoğan mı?
*
Olimpiyatların açılış gecesindeki o müthiş gösteriyi izlediğim zaman Çin’den korkmuştum.
İnanılmaz bir teknoloji ve bu teknolojiyi disiplinli biçimde kullanan bir toplum.
Sadece Beijing’i gördüğüm kadarıyla, çıplak gözde bile Çin’den korktum. Öylesine bir canlılık ve öylesine bir ekonomik gelişme sürecine girmişler ki, 40-50 yıl sonra artık Washington’un, Moskova’nın yanında Beijing’den de aynı oranda söz edeceğiz.
Gayet tabii Beijing’e bakıp Çin’in geneli hakkında bir değerlendirme yapmak imkansız. Yarından itibaren, ülkenin biraz daha içlerine gireceğim. Hiçbir zaman gerçek Çin’i bulamayacağımı biliyorum. Ne olursa olsun, gördüğüm kadarı bile yetiyor. Yarın bu zenginlik, ülkenin bütününe yayıldığı taktirde, o zaman Çin’i kimse tutamayacak demektir.
Eğer benim gezi notlarımdan sıkılmadınız ise, yarın size Çinlilerin günlük yaşamını anlatacağım.
Paylaş