Türkiye, Kıbrıs konusunda böyle bir tutum alacak, Annan planını ilke olarak kabul edecek, Bush yönetiminin beklentilerine böylesine duyarlı olacak idiyse, bugüne kadar neredeydik ? Aklımız neredeydi ? Bunları daha önce yapsak çok daha kazançlı olmayacak mıydık ? Bana bunun aksini kimse ispat edemez.
Aklıma geldikçe ve düşündükçe, kulaklarıma kadar ateş basıyor.
En hayati konularımızda dahi, zaman savurganlığı yapıyoruz. Daha fazlasını kazanalım derken önemli kayıplara uğruyoruz. Elimizdeki birçok kozumuzu kaybediyoruz.
Ankara’da politika üreten ve yönetenlerin yakalarına yapışıp, “Neden? Neden, şimdi aklınız başınıza geldi de, daha önce düşünemediniz ?” diye bağırasım geliyor.
En son örneği, Kıbrıs ile ilgili tutumumuz.
2002 Aralığında Kopenhag’daki AB doruğunda, masanın üstünde 2 inci Annan planı duruyordu. BM Genel Sekreteri, planında tüm tarafların duyarlı oldukları konularda değişiklikler yapmış ve özellikle Türk tarafının çok daha hoşuna gidecek bir hale sokmuştu.
KKTC “Bu planın çerçevesini ve özünü kabul ediyorum” dese yetecekti. Rumların elleri kolları bağlanacak ve AB’de Kıbrıs’ ın tamamını temsil ederek giremeyeceklerdi.
Denktaş, Kopenhag’a dahi gelmedi. Dışişleri Bakanını yolladı, o da zaten çözümsüzlük istediği için, Annan planını elinin tersiyle itti.
Yeni hükümete gelmiş olan AKP ise, deneyimsizliğinin kurbanı olarak, şaşkın şekilde Rauf Denktaş’ın bu yaklaşımına seyirci kaldı. Ağızlarını dahi açamadılar. Bir yandan askerler, öte yandan dışişlerindeki şahinler Erdoğan- Gül ikilisini korkutmuşlardı.
Türk tarafı en büyük fırsatı Kopenhag’da kaçırdı. Elindeki en büyük kozu kullanamadı ve Rumların tek başlarına AB’ye girişlerini engelleyemedi.
Ardından Viyana fırsatı çıktı.
2003 Nisan ayında, BM Genel Sekreteri, tarafları topladı ve planını kabul edip etmediklerini sordu. Rumlar daha ağızlarını dahi açmadan Denktaş HAYIR’ı bastı ve muzaffer şekilde geri döndü. Biraz beklese, biraz oynasa Rumları zorlayacak ve onlara HAYIR dedirtebilecekti.
Elimizde Kopenhag’dan geri kalan kozları da, Viyana’ya gömmüş olduk.
Şimdi panik halindeyiz. Zira 1 Mayıs’a kadar çözüme ulaşılamadığı taktirde neler olabileceğini birden bire anladık.
Annan planının çerçevesine ve özüne uyacağımızı bildiriyoruz.
Referandum yapacağımızı belirtiyoruz.
Geriye, “asgari değişiklik isteklerimiz” kalıyor.
Bütün bunları Kopenhag’da da açıklayabilirdik. Olmadı Viyana’ da masaya koyabilirdik.
Neden yapamadık ?
Denktaş’ın direncini kıramadığımızdan veya Ankara’daki kafa karışıklığını gideremediğimizden mi yapamadık ? Yoksa hükümet ne yapacağını bilemediğinden dolayı mı seyirci kaldı ?
Yazık değil mi?
Bunca zaman ve avantaj kaybetmenin hesabını kim verecek ?
ŞİMDİ BUSH’ UN KAPISINI ZORLAYIP RİCACI OLACAĞIZ
Böylesine geciktikten sonra, şimdi Başkan Bush’un kapısını çalacağız. Bugün Başbakan Erdoğan’ın Beyaz Saray’da en fazla üstünde duracağı konu, Kıbrıs olacak. Oysa bunun yerine ekonomik destek, hatta Irak ile zaman harcayabilirdi.
Bu noktaya gelmemizin bir sorumlusu KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ve “taraftarları“ ise, diğer sorumlusu da Ankara’dır. Cumhurbaşkanından askerine, medyasından bazı bilim adamlarına kadar herkes bu konuda sorumluluk taşımaktadır.
Eğer 1 mayıs tarihi de tutturulamazsa, işte o zaman bu sorumluluğun payı daha da artacaktır. Hesap günü geldiğinde belki bu kişilerin büyük bölümü emekliye ayrılmış olacaklar, ancak asıl kaybeden bizler olacağız.
AYNI DURUM ABD İÇİN DE GEÇERLİ DEĞİL Mİ?
Aynı şekilde, algılamadaki gecikme ve aklımızın sonradan başımıza gelme sorununu Bush yönetimi ile ilişkilerde de yaşamıyor muyuz?
Murat Yetkin’in TEZKERE adlı kitabında açıkça anlatılıyor. Amerikalılar Irak politikalarını Ankara’ya çok önceden açıklamışlar. Ne beklediklerini de belirtmişler.
Biz ne yapmışız ?
Bir süre görmezden, anlamazdan gelmişiz. İdare edip atlatabileceğimizi sanmışız. Yarı şark kurnazlığı, yarı takiyye ile boş yere aylar harcamışız. Başından itibaren “Biz şuraya kadar destek verebilir, şuradan itibaren destek veremeyiz” desek hiçbir sorun olmayacakken, kendimizi güç duruma sokmuşuz.
Bakın bugün neler yapıyoruz.
Bir zamanlar “imkansız “ dediklerimizi, Amerikalılara altın tabak içinde sunuyoruz.
Aklımız neredeydi ?
Her defasında, kafamızı bazı gerçeklere çarptıktan sonra mı doğru yolu bulmamız gerekiyor ?
* * *
(Bu yazı, Posta Gazetesinde ve aynı gün Hürriyet Gazetesinin tüm dış yayınlarında, Hürriyet internet sitesinde (www.hurriyetim.com.tr) Milliyet internet sitesinde (www.milliyet.com.tr) ve Daily News ekibi tarafından tercüme edildikten sonra hem ana gazetede, hem de Daily News internet sitesinde (www.turkishdailynews.com.) yayınlanmaktadır.)