İmam Hatipler konusunda beklenen veto çıktı. AKP’si de CHP’si de, Genelkurmay Başkanlığı dahil herkes mesajlarını verdiler. Tutumlarını gösterdiler. Bundan sonra, rahatlayalım, gerilimi askıya alalım.
YÖK yasası diye bilinen, oysa aslında İmam Hatip Liselerinin önünün açılmasını amaçlayan yasa, beklendiği gibi Cumhurbaşkanından döndü.
Hükümetin önünde iki seçenek var.
Biri, yasa üstünde ısrar etmek ve aynen köşke geri yollayıp onaylanmasını sağlamak. Bu tutum ülkedeki gerilimi arttıracak, zaten sarsıntı geçirmekte olan ekonomiyi biraz daha zora sokacak ve daha da önemlisi, AB yarışında son viraja girildiği bir sırada ülkenin tüm dikkatinin dağılmasına neden olacaktır. AKP hakkındaki kuşku ve kaygılar daha da yaygınlaşacaktır.
Diğer yaklaşım ise, bu konuyu daha geniş bir çerçevede ele alabilmek, toplumun tüm katmanlarının az çok kabul edebileceği (hiç bir zaman tam uzlaşı bulunamayacağını kabul etmeliyiz) bir formül bulabilmek için tasarıyı askıya almaktır. Akıllı yaklaşım budur.
Birbirimizi hiç aldatmayalım.
İmam Hatipler konusu tam bir test oldu.
Herkesin topluma verilecek mesajları vardı ve bunları da başarıyla verdiler.
AKP seçmenlerine seçim kampanyası sırasında verdiği sözü tuttuğunu gösterdi. Tüm itirazlara rağmen yasayı meclisten geçirdi, ancak köşk’e takıldı.
CHP ve tüm laik çevreler bu konudaki duyarlıklarını sergilemiş oldular. Bunun oldu bittiye getirilemeyeceğini, meclis çoğunluğu ile halledilemeyeceğini ortaya koydular. Bu çevreler içinde Genelkurmay Başkanlığı da var. TSK’da tutumunu açıkça belli etti.
Anlayacağınız, bu işi tadında bırakmak en iyisi...
* * *
KORKUTUCU GENÇLER YETİŞTİRİYORUZ
Hafta içinde Posta’nın son derece ilginç bir haberini okudum. Sadece ilginç değil, neresinden bakılırsa bakılsın, aynı zamanda korkutucuydu.
Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Ayşe Gül Altınay’ın incelemesini herkes duymalı.
Birinci sınıftan başlayıp, lise sonuna kadar okutulan eğitim kitaplarında “ideal Türk gencinin” nasıl tanımlandığını araştıran Altınay, çağ dışı bir manzara ile karşı karşıya kaldı. Genç beyinlere “ideal Türk olmak için şöyle düşünmelisiniz” deniyor.
Ortaya çıkan portre’nin temel çizgileri şöyle:
- Sivil olsa bile askerdir - Müslüman olmayan arkadaşlarını kendinden başka addeder. - Vatanı sevmeyi, vatan için ölmekle eş tutar. - Atatürk milliyetçiliğinin rakip tanımaz bir ideoloji ve ideolojiler üstü bir fikirler sistemi olduğunu savunur. - Dünyaya milliyetçi bir gözlükle bakar. - Aynı millette farklı ırklar olduğunu söylemenin bölücülük olduğunu düşünür. Her Türk vatandaşı ordumuzun gönüllü ve yılmaz askeridir. - Vatan için canımız feda olsun. - Farklı kültürlerin tanınması Ulusal kültürü olumsuz yönde etkileyebilmektedir.
Dikkat edecek olursanız, genç beyinlere kitap okumanın önemi verilmiyor. Sanat-kültür ile ilgili hemen hemen hiçbir şey yok.
Gençlerimizin vatanlarını sevmeye teşvik edilmeleri normaldir, ancak bunun yanında hoşgörü, uzlaşı aramak, yabancılara düşman gözüyle bakmamak gibi, demokrasinin en temel unsunlarına yer verilmeyince çarpık bir eğitimin çıkması kaçınılmazdır. Bir yerde koyu milliyetçi, kendinden başkasını sevmeyen bir nesil yetiştiriyoruz. Oysa AB’ye doğru önemli adımlar atan bir Türkiye’yi bu insanlarımıza teslim edeceğiz.
Milli Eğitim Bakanlığı, İmam Hatiplerle zaman harcayacağına, bu konuya eğilse daha doğru olmaz mı?
İYİ Kİ VARSIN HACI ABDULLAH
Başlığa bakıp İmam Hatipler‘le ilgili bir yazı yazdığımı sanmayın. Bu Hacı Abdullah başka.
Bu Hacı Abdullah, İstanbul Beyoğlu’nda kökleri 100 yıl öncesine kadar inen bir lezzet diyarı. Fast food zincirleriyle adeta hapsolmuş Türk mutfağının nefes aldığı, kendini gösterdiği, benzersiz tadlar sunduğu bir tarihi restaurant burası.
Elbasan kebabı, Hünkar Beğendi, Zeytinyağlı Enginar vb... İşte biz bunlarla büyüdük. Ama şimdi bu yemekleri lokanta menülerinde değil adeta tarih kitaplarında görebiliyoruz. Burası; tarihi Türk mutfağının buram buram yaşandığı yer.
Abdulah Bey ve sevgili kızları Adalet Hanım’ın en çok gururlandığı yer mutfak. Ocakların üzerinde kalaylanmış ışıldayan bakır tencereler ve ve nefis kokular.Tertemiz fayanslarla kaplı kilerlerinde, özel olarak Urfa‘da hazırlanan tenekelerce halis tereyağları ve rengarenk onlarca kavanozlar. Kiminin içinde ayva, çilek, kiraz reçelleri; kiminin içinde ise dört mevsim için hazır tutulan taze sebzeler. Bir yılın bütün sebzeleri havası alınmış özel kavanozlarda bekletiliyor.
Kasaphane bölümünde Trakya Biga yöresinden gelen kıpkırmızı dana ve kuzu etleri. Hepsi ‘kefen ‘ diye tabir edilen özel beyaz kumaşlarda ambalajlanıp geliyor. İşte bu malzemelerle adeta bir sanat eseri yaratan usta ellere sahip İhsan Usta.
Yurtdışından sürekli misafir ağırlayanlar bilirler, gayet zordur böyle mekanlar bulup misafirlerini ağırlamak. Bence elbirliği edelim ve sayıları oldukça az olan böyle mekanları her zaman koruyalım ve tavsiye edelim.
BALIKLARIMIZI KATLEDİYORUZ
Aşağıdaki feryat bir balık satıcısından geldi:
“Balık tutma yasağı başladı değil mi? Ama nerede... Kumkapı balık haline hala balık geliyor. Büyük çoğunluğu da yumurtalı. Yani, yumurtlamak üzereyken tutuluyorlar. Yasak neden konmuştu? Üremelerine imkan sağlansın diye... Oysa boğazda trolle balık tutumu sürüyor. Özel teknelerde çalışıyor. Hepsi de gelip halde satılıyor. Piyasa balık dolu. Günah değil mi?”
Peki Kumkapı Su Ürünleri Müdürlüğü ne yapıyor?
Bana bunları anlatan balıkçıya göre, herkes seyrediyor.
Gerçekten merak ediyorum.
Böylesine düşüncesiz bir toplum mu olduk?
Böylesine duyarsız bir bürokrasimiz mi var?
ARINÇ’I ŞİKAYET ETMEK YERİNE...
Geçenlerde bir gazetede okudum. Anlaşılan, Avrupa Konseyi Assamblesine katılan bazı parlamenter dostlar şikayetçiler.
Efendim, eskiden Avrupa Konseyi Assamble toplantılarına, TBMM tüm masralarını karşılayarak tercüman yollarmış. Böyle olunca da, Türk parlamenterler hem Assamble toplantılarını Türkçe izleyebilir, hem de gerekince söz alıp konuşabilirlermiş.
Arınç Meclis Başkanlığına gelince, bu harcamanın Yüksek olması ve tasarruf gerektiğinden dolayı, uygulamayı durdurmuş.
Şimdi bir kıyamettir kopuyor.
Arınç baskı altında tutuluyor ve yine tercüman yollanması isteniyor.
Kimseler dönüp, “Efendiler siz neden yabancı dil öğrenmiyorsunuz” diye sormuyor. Veya AKP’ye dönüp “Neden dil bilen kişileri seçip Avrupa Konseyine yollamıyorsunuz?” demiyor.
BU KADAR İPTİDAİLİK OLUR MU?
Bir ülkenin Olimpiyatlar için hazırladığı sporcusuna ayıların saldırdığını (!) hiç duydunuz mu? Elvan’ın başına gelenlerle ilgili haberi okuyunca doğrusu hayretler içinde kalırdım. Komedi filmlerinde dahi görülmeyecek bir olay.
Ülkeler Olimpiyada göndermeye karar verdikleri sporcularının üzerine titrerler. Onları dış etkenlerden korurlar. Zira Olimpiyada gidecek duruma gelen sporcu artık üstünlüğünü ispat etmiş demektir. Ülkenin doruğuna çıkmıştır. O zaman da, üstüne titrenir. Elvan örneğindeki gibi, ayılar tarafından kovalanmasına izin verilmez.
Sonra da “neden bizden yeterli sayıda üstün sporcu çıkmıyor” diyoruz. 70 milyon kişiyiz, durumumuza bakın... Önem vermez, ihtimam göstermezsek, ayılara yedirirsek (!) tabii çıkmaz.