Paylaş
Bazı AK Partililer, pek eleştiri kaldıramıyorlar. Hemen dikleniveriyorlar. Hele partinin tepelerinde esen “her işin doğrusunu biz biliriz” rüzgarı, gereksiz gerilimler yaratıyor.
Referandum bunun en son örneği... Bırakılsa, AKP değişikliğe gitmeden milleti sandığa götürecekti. Tüm uyarılararağmen referandum metnindeki çarpıklığı görmekistemediler. Her şeyin en iyisini onlar yapar ya... Değişikliğe gitseler hatalarını kabul etmek zorunda kalacaklardı.Allahtan muhalefet ön aldı.
Deniz Baykal doğru bir çıkış yaptı.
Bahçeli’de verdiği destekle, bu çıkışı tamamladı.
Eğer muhalefetin bu tutumu olmasaydı ve referamduma eski şekliyle gidilseydi, Türkiye 22 Ekim gününden itibaren yeni bir Cumhurbaşkanlığı krizine girecekti.
Herşeyi bir yana bırakıp, kimin Cumhurbaşkanı olacağını, Gül’ün yeniden seçilip seçilmeyeceğini tartışacaktık Yine gerilimli aylar yaşanacaktı.
Aslında ümitli değildim öneri CHP’den geldi diye, AKP görmezden gelebilirdi.
Ancak Erdoğan bu defa farklı davrandı.
Herhalde o da iktidarın girdiği çıkmazın farkındaydı ki,ısrar etmedi. Bağrına taş basıp, muhalefetin inisiyatifine katıldı.
Baykal ve Bahçeli sağduluyu davranıp iktidar partisine bir çıkışyolu göstererek, Erdoğan’da inatçılık etmeyerekhep birlikte Türkiye’yi kurtardılar.
Demek ki oluyormuş (!)
Deniz Baykal dün yeni bir adım daha attı. Son dakika değiyitlikleriyle yapılacak referandumdan vazgeçilmesini önerdi.
Son derece haklı.
Zaten bir anayasa değişikliği yapılacak ve bir referanduma gidilecek. Cumhurbaşkanının halk tarafından5 yıl için seçilmesi ve yetkileri, seçimlerin 4 yılda bir yapılması gibi unsurlar anayasadeğişikliğine konabilir.
Bakalım, Erdoğan inatlaşacak mı, yoksa gerçek bir hatadan son dakika dahi olsa dönebilecek mi?
ÖZKÖK PAŞA’YA KİMLER HAKSIZLIK ETTİ?
Eski Genelkurmay Başkanı Özkök’ün Fikret Bila ile yaptığı röportajı kaçırdınızsa, mutlaka internet’ten Milliyet’e girin ve okuyon.
Özellikle genç subaylarımıza tavsiye ederim,
Özkök modern bir komutan’ın nasıl davranması gerektiğini anlattığı söyleşisinde sağduyu, mantık ve demokrasi dersi veriyordu. Hem de, AKP’nin iktidara ilk geldiği dönemde Genelkurmay Başkanlığı yapmış, dört bir yandan gelen baskılara direnmesini bilmişti.
Özkök’e çok haksızlık edildi.
Zaten kendi de söylüyor. Sahte Atatürkçüler tarafından nasıl hırpalandığını venasıl kırıldığını tüm içtenliğiyleanlatıyor.
Kibar bir insan olduğu için, onu asıl zorasokanların, bazı eski silah arkadaşları, çoğumuzun tanıdığı komutanların adlarını vermiyor. Özkök, tezkerenin reddinde önemli rol oynayan eski K.K.K’nın o tarihi demecine bile değinmiyor. Amacı hesaplaşma değil, tutumunu açıklamak.
Oysa medya’daaleyhine yazı yazanların, asılgazı emekli rütbelilerden aldıklarını ben bizzat biliyorum. Atatürkçülüğü, kendi kişisel statülerini ve köşelerini korumak için kullananları çoğumuz tanıyoruz.
Daha önce de yazdığım için rahatlıkla tekrarlayabilirim.
Özkök Paşa’nın 1 inci Başkanlığı ülke için şans olmuştu. Eğer onun yerine farklı düşünen bir komutana rastlasaydık, ne Annan planı, ne Avrupa Birliği konularında bir ilerleme sağlanabilirdi. Daha da kötüsü, bazı emekli komutanların kışkırtmasıyla siyasi krizleredahi sürüklenebilirdik.
GÜL RAHATSIZ, ANCAK RENK VERMİYOR...
Cumhurbaşkanıyla Strazburg’a bende gittimve gelişmeleri özellikle de siyasi yönünü yansıttım. Oysa asıl ilginç olanı,bu ziyaretlerde yazılmayan, perde arkası gelişmelerdir. Orada bol dedikodu, bol kahkaha ve eğlence vardır. Siz belki gazetecilerin sürekli rekabet içinde oldukları ve birbirlerini atlatmaya çalıştıklarını sanırsınız. Oysa bu tip gezilerde tam aksine hem çok eğleniriz hem de birbirimize çok takılırız.
Hele uçakta gidip gelirken Cumhurbaşkanı olsun başbakan olsun veya geziye katılan bakanlar olsun hepsiyle uzun uzun konuşulur. Kimi yazılmak üzere ama çoğunluğu yazılmamak üzeredir. Yine de insan çok şey öğrenir. Ben özellikle bu gezilerde öğrendiklerimi kaynak belirtmeden yazılarımda hep kullanırım. Yani verdiğim sözü tutarım.
Bu defa da aynı oldu.
Her zaman olduğu gibi bu gezide de en büyük neşe kaynağı Hasan Cemal’di. Grupta hemen her renkten, her kamptan biri vardı. ( Murat Yetkin, Fehmi Koru, Hasan Cemal, Ekrem Dumanlı, Ergun Babahan,Enis Berberoğlu, Ahmet Sever, Mustafa Karaalioğlu, Nuri Elibol, Bilal Çetin)
Kendi aramızda çekişmekten vakit bulduğumuz zaman da en çok Cemil Çiçek’e takıldık. 301’in değiştirilmemesinin sorumluluğunu ona yükledik. Doğrusu haksızlık ettik ama o yine de hoşgörüyle karşıladı. Tüm eleştirileri gülerek yanıtlamasını bildi.
Bu geziler çok kolaymış gibi görünüyor. Oysa baktım da bayağı büyük bir organizasyon işi. 19 kişilik bir koruma ordusu, bakanlar, parlamenterler, diplomatlar ve gazetecilerle birlikte tam 90 kişiydik. Bizi yönlendiren ise, Ahmet Sever oldu. Meslekdaşımız olduğu için değil, kişisel ilişkileri öylesine iyi ki, bir dediği iki edilmiyordu.
Son bir not: Cumhurbaşkanı eşiyle çıktığı dış gezilerde, türbanı var diye uğurlamaya gelen komutanların el sıkmamak için özel çaba harcamalarından rahatsız. Ancak hiç renk vermiyor. Bu tip soruları duymazdan geliyor. Gülümsemeyle geçiştiriyor.
Özetle, bol dedikodulu, eğlenceli bir seyahat yaptık. Güzel yemekler yedik. Ancak işin en hoş yanı geçmiş yıllara oranla Türkiye’nin artık Avrupadan da,genel olarak çok daha olumlu görülmeye başlanmasıydı... Bu da yanımıza kar kaldı.
ÖZDEMİR’DEN İKİ NEFİS ÇALIŞMA
Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in son haftalarda çıkan iki kitabı var.
Biri “Üç Jöntürk’ünÖlümü”, diğeri de “Komutanlar ve evlatları”
Üç Jöntürk (Talat-Cemal-Enver) , İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin üç kahramanı. Hem müthiş bir vatanseverlik hikayesi, hem de Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünü hızlandıran ve genç Türkiye Cumhuriyeti’ne son derece ağır bir miras bırakan dramatik bir sürecin iç yüzünü anlatan bir eser.
“Komutan ve evlatları” da, Atatürk’ün Anafartalar Komutanı olarak erleri (evlatlarıyla) ile kurduğu iletişim. Atatürk’ün yıldızının parladığı bu muharebenin iç yüzü.
Tavsiye ederim. Çok şey öğreneceksiniz.
YANLIŞLIK OLMASIN, BEN NUMARASIZ CUMHURİYETÇİYİM
Cengiz Çandar 'ın "İkinci Cumhuriyetçilerin ilk 11'ine" beni de almasınıbana değer vermek isteyen bir yaklaşım olarak telakki ettim. Bundan da keyif duydum. Kendilerini ikinci Cumhuriyetçi diye adlandıran arkadaşlarla uzun yıllar birlikte mücadele ettik. Birçok konuda aynı görüşleri paylaştık. Hiç birinin değerini kimse inkar edemez. İkinci Cumhuriyetçilerle AB'ye tam üyelik konusunda sonuna kadar aynı hedefe koşturuyoruz ve koşturmaya devam edeceğiz. Fikir özgürlüğü, insan haklarına saygı konusunda da yine onlarla kol kola yürüyorum. Gazeteciliğim süresince demokrasinin tam anlamıyla uygulanmasının bayraktarlığını yaptım. Darbelere karşı çıktım, faili meçhul cinayetlere tepki gösterdim. Kürt sorununa resmi ideolojiden farklı baktım. Kıbrıs'ta çözüm dediğinizde de onlarla aynı sahada top koşturdum. Hepsinin de bedelini ağır ödedim. Bu alanlarda maç yapıldığında kendimiister ilk 11'de, ister yedek kulübesinde görebilirim.
Ancak yanlış anlaşılmasın, ben Cumhuriyete numara verilmesinden yana değilim. 2. Cumhuriyetçiliğin ne anlama geldiği de belirsiz.Ben,sadece Cumhuriyetçiyim. Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyetin kazanımları bir kalemde silinemez.Ayrıca(bazılarının “Kemalizm” dediği yaklaşımdan değil)Atatürk'ün gerçekleştirdiğindendaha büyükve çarpıcı bir değişim sağlanabileceğine daha etkili bir Cumhuriyet projesi çıkartılabileğine de inanmıyorum. İçe kapalı, kavruk, devlete tapınan, devletin herkesi korkuttuğubir Cumhuriyetten değil, Atatürk'ün muassır medeniyete götürmek istediği, dünyaya açık, tüm insanı kriterleri benimseyen Cumhuriyetten söz ediyorum.
Ben ikinci Cumhuriyetçilerin deAKP'ye kayıtsız şartsız destek verdiklerine inanmıyorum. Hepsinin kendi içinde mutlaka sınırları vardır. Kendim için konuşursam şunu söyleyebilirim: İster AKP olsun, ister bir başka parti, kişi veya konu, hiçbir zaman hiçbir şeye koşulsuz destek vermedim ve vermem. Çünkü korşulsuz verilen desteklerin ülkeye zarar getireceğine inanırım.
Paylaş