Paylaş
Yazlık ev yerine, tatillerini deniz üstünde geçirenlere hep gıpta etmiş, ancak bir türlü becerememiştim. Bu yıl da, doğrusu direkten döndüm. Eğer Anayasa Mahkemesi AKP’yi kapatsaydı, her halde tuzlu sudan çıkıp kendimi işimin başında bulacaktım.
Bu sayede, özellikle Ege’de dolaştım.
Bizim kıyılarımızı ve Ege adalarının bir bölümünü ziyaret ettim. Şimdiye kadar böylesine uzun ve sindirerek tatil yapmamıştım. Hem sahilleri, hem kıyıları, hem de denizaltını gördüm. Yeni hobim dalma sporunu, eşim Cemre ile birlikte bol bol uygulayabildik...
Türk ve Yunan sahilleri ve kıyılarıyla ilgili başka karşılaştırmalı yazılar yazacağım, ancak özetle vardığım sonucu sözlerle paylaşayım:
Bizim sahillerimizin üstüne yok.
Birbirinden güzel koylar...
Birbirinden sakin ve sizi sevgiyle kucaklayan tertemiz bir deniz...
Yemyeşil bir tabiat örtüsü...
Kimse bu güzelliğin önüne geçemez.
Ancak gelin görün ki, ayağınızı sahile atıp karaya çıktığınız anda, Yunan adaları öne geçiyor ve bize fark atıyor. Herbir ada, tüm kuraklığına rağmen, adeta bir turizm cennetine dönüştürülmüş.
Biz ne kadar çirkin isek, onlar o kadar zevkli.
Biz ne kadar, elimizdekini tahrip ediyorsak, onlar o kadar titiz davranıyorlar...
En basit iki örnek;
Kıyılarımızda birbirinden çirkin, mezar taşı gibi dizilmiş binalar ve canım koyları pisleten, insanları kovalayan Balık Çiftlikleri...
Bugün, balık çiftliklerinden söz etmek istiyorum.
Önce doğruları ortaya koyalım.
Balık çiftlikleri özellikle Ege ve Akdeniz’de, hem beslenme hem de gelir sağlama açısından vazgeçilmesi imkansız unsurlardır. Sadece Ege ve Akdeniz değil, denizleri müsait tem ülkeler balık çiftlikleri kuruyor. Yüz milyon dolarlardan söz ediliyor.
Ancak, bizdeki gibi değil...
Ege kıyılarını dolaşın, bazı yerlerde gözleriniz yaşarır, işte Mandalya körfezinin durumu. Canım koylar kapatılmış. Pis bir koku ve gözle görülür şekilde bozulan bir deniz altı...
Balık çiftliği sahipleri, haklı olarak, en büyük karı elde etmek isterler. Bundan dolayı da, mümkün olduğunca korumalı, sığ ve sakin suları tercih ederler. Zira, yemlemesi de, karadan gidiş gelişi de, çalışması da kolaydır. En önemlisi yatırımı azdır. Oysa, tabiat güzelliklerini korumak isteyen ülkeler, Balık Çiftliklerine kıyılarda değil, açık denizlerde izin verirler.
Bu gerçeği, bizler de biliyoruz. Ancak gelin görün ki, öyle bir bürokrasi ucubesi yaratmışız ki, durum kontrol altında tutulamıyor.
Bir Balık Çiftliği kurma izni için, bana söylenen en az 7 makamdan geçiliyor. Çevre Bakanlığı, Tarım Bakanlığı, Sahil Güvenlik vs.. vs...
Bu makamların hepsinin ayrı bir politikası var. Farklı görüşleri var. Birinin kabul ettiğini, diğeri reddediyor. Biri kıyıya yakınlığı, yani turizme veya halkın denizi kullanma hakkını umursamayıp izin verirken, diğeri itiraz ediyor.
Durum böyle olanca da, ciddi yatırımcılar çalışamıyor, kap-kaç’çı küçükler de bu otorite boşluğundan yararlanıp kıyıları mahvediyor.
Anlayacağınız, Balık Çiftlikleri rezaletinin baş sorumlusu devletin ta kendisi. Tek bir politika saptayamadığından dolayı, hem çiftlik sahiplerine zarar veriyor, hem de kıyılarımızın giderek bozulmasına yol açıyor.
Tarım Bakanlığı- Çevre Bakanlığı ve Deniz Kuvvetlerinden birer kişinin, bir masa etrafında toplanıp, birkaç saat içinde çözebilecekleri bir sorun, yıllardır sürüklenip gidiyor.
Yazık değil mi?
* * *
İSRAİL, KIZIL DENİZİ YASAKLADI...
Balık Çiftliklerinin nasıl çalıştıkları konusunda iki örnek vermek istiyorum.
Bunlardan biri, hemen yanı başımızdaki Yunanistan.
Çok küçük boy çiftliklerin, turizm bölgelerinin dışında kalan, halkın gitmediği sayılı birkaç kıyıda çalışabilmelerine izin verilmiş. Onlar da 5 yıl sonra diğerleri gibi açık denize gitmek zorunda kalacaklar. Açık denizde çiftlik daha güç ve daha masraflı, ancak çevreye verdiği zarar da o kadar daha az.
İsrail ise, en sert tutumu takınan ülke.
Kızıldeniz’deki yüzlerde Balık Çiftliğini tümüyle kaldırdı.
Olmert hükümetinin bu kararı alması çok güç ve çok kavgalı oldu, ancak sonunda herkes boyun eğmek zorunda kaldı.
Nedeni de basit. Balık Çiftlikleri, Kızıldenizi istila ve mahvetme noktasına gelmişlerdi. Şimdi, küçükler birleşip büyüyor, büyüklerle birlikte açık denizde çiftlik kurmaya başlıyorlar,
Bakalım, Ankara ne zaman uyanacak?
Paylaş