Paylaş
TÜSİAD’ın dünkü seminerinde konuşan, Başmüzakereci Ali Babacan, dolaylı şekilde dünkü yazımıza cevap vermiş oldu.
Başmüzakerecimizin ortalarda görünmediğini, AB müzakerelerinde hükümetin heyecanının kaybolduğunu ve Babacan’ın birkaç konuşma dışında sahnelere çıkmamasının bir çok çevrede yadırgandığını yazmıştım.
Babacan seminerde uzun uzun yöntemi anlattı.
Yakında yeni bir reform paketi açıklayacağını söyledi. Merak etmememiz gerektiğini vurguladı.
Başmüzakereci olarak ona güvenimiz sürecektir. Durumu en iyi bilmesi gereken kişi olduğuna göre, sözlerine güveniyoruz.
Ancak, gözden kaçırılmaması, ciddiye alınması gereken bir nokta daha var. Zaten Bakan dabuna değindi: İletişimsizlik.
Eğer çeşitli içve dış çevrelerde “işlerin yavaşladığı” izlenimi varsa, bu durum ciddiye alınmalıdır.
Demek ki, yeterince bilgi verilmiyor.
Demek ki, kamuoyunda böyle bir izlenimin yayılmasının önü alınmıyor, birşeyler aksıyor.
Sadece AK Partiye özgü bir hastalıktan söz etmiyorum. Genel olarak ülkemizin bir iletişim sorunu vardır. Kamu sektörü tam bir iletişim özürlüsüdür. Özel sektördede, daha düşük düzeyde olmak üzere iletişim sorunu yaşanmaktadır.
Avrupa Birliği konusunda ise iletişim, müzakerelerden dahi dahafazla önem kazanmaktadır. Yalan yanlış söylentiler giderek yoğunlaşıyor. Meydan, AB karşıtlarına bırakılmış durumda. Neredeyse, PKK teröründen Sevr anlaşmasının canlandırılmasına kadar, her olumsuz olay AB’ye bağlanıyor. Karşılığında da, kimse ortaya çıkıp “Hayır, bunlar doğru değil” demiyor. Başta hükümet olmak üzere, kimseden ses çıkmıyor.
Hükümet eğer gerçekten AB hedefindenvazgeçmediyse, o zaman iletişim konusuna ağırlık vermelidir. Bir konu kamuoyunda konuşulmadıkça, yeterince tartışılmadıkça benimsenmez. Benimsenmeyen girişimlerin başarıya götürülmesi de imkansızdır. Üstelik, AB ile ilgili iletişimi canlandırmak, hükümetin bu konuya verdiği önemi de vurgulayacaktır.
* * *
1999’da PKK’nın en büyük beklentisi, Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi tam üyelik adayı olarak kabul etmemesiydi. Zira bu şekilde, Kopenhag kriterleri sayesindeKürt toplumu çok şikayet ettiği bazı tersliklerden kurtulabilecek ve genel bir rahatlama yaratılacaktı. Demokratik haklar elde edilebilecek, hatta Öcalan idamdan kurtarılabilinecekti.
Nitekim, bu beklentilerin büyük bölümü de gerçekleşti. Ancak, gelin görün ki PKK bugün AB’den son derece rahatsız.
Gelin nedenlerine kısaca bakalım:
İşte bütün bu gelişmeler, PKK içinde “trenin kaçırıldığı; marjinalleşmeye başlandığı” izlenimini arttırmıştır.
PKK’yı yönetenler, AB-Türkiye ilişkilerini bir yana bırakıp, sokaklarda yeniden kargaşa çıkartmayı, işte bu kaygılardan dolayı başlatmışlardır. Bu şekilde, AB konusuna artık eskisi gibiönemvermediklerini ve daha da önemlisi “istedikleri zaman karmaşa çıkarabileceklerini göstermek istedikleri” izlenimini yaymayı amaçlamışlardır. PKK artık AB’den korkar noktaya gelmiştir. Bu tempoda giderlerse, ilerde daha da zorlanacaklar demektir.
* * *
İSTANBUL, KÜLTÜR MERKEZİOLABİLECEK Mİ?
Avrupa Birliği, 2010 yılında İstanbul’u “Kültür Başkenti”ilan etmeye hazırlanıyor. Jüri, birçok aday arasından İstanbul’u önerdi. Kasım ayında AB Kültür Bakanları onaylayacaklar.
Bu çok önemli, zira bu şekilde İstanbul markası daha da perçinleşecek. Kongreler kenti olacak ve turizme de büyük katkı getirecek.
İlk defa Sivil Toplum Örgütleri ile resmi kanat arasında bir işbirliği gerçekleştirilebildi. Katkısı olanların sayısı yüksek, ancak içlerinde iki kişi var ki, bizzat izlediğimden dolayı biliyorum, tüm koordinasyonu sağladıklarından dolayı projenin lokomotifi olarak ön plana çıkıyorlar: Egemen Bağış ve Nuri Çolakoğlu.
Başarıları, Türkiye gibi örgütlenme ve işbirliği yapma konularında çok başarısız örnekler vermiş olan bir ülkede böylesine bir koordinasyonu sağlamaları.
Şimdi geriye, İstanbul’u gerçekten bir kültür merkezine dönüştürmek kalıyor...
Paylaş