Türkiye deprem ülkesi. Daha çok deprem yaşayacağız. Her defasında, malını kaybeden devletin kapısını çalmaya alışkın. Politikacı da, popülizm uğruna bol vaatte bulunuyor. Ancak bu vaatlere inanmayın. Devletin parası yok. Bu yükü uzun vadede taşıyamaz. Gerçekçi olup kendi tedbirimizi kendimiz almalıyız.
Televizyonlarda izliyorsunuz. Deprem’de canı yanan, evi yıkılan, işyeri ağır hasara uğrayanlar haykırıyor: “Devlet nerede? Benim evimi ne zaman inşa edecek? Evim dört katlıydı, bana dört odalı bir daire verdiler, olur mu böyle şey? Ben çadırdayım, komşum prefabrike evde, neden?”
Bu şikayet ve istekler bitmiyor.
Deprem sonrasında tek çeşit veya tek öğün yemeğe itiraz ediyor, daha bol ve birkaç çeşit yemek istiyoruz.
Herşeyi, ancak herşeyi devletten bekliyoruz.
Toplum olarak bu yaklaşıma alıştırıldık.
Politikacılarda bizi cesaretlendirdi.
Her defasında, “Devlet baba yardımınıza gelir, merak etmeyin” diyerek göz kırptılar. Devletin kesesinden yardım dağıtmak oy getirdiği için bu yöntemi yıllardır kullandılar.
Oysa artık deniz bitti.
Devletin, bu yükü taşıyacak gücü yok. Para bulunamıyor. Hele Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğunu düşünür ve önümüzdeki yıllarda daha çok deprem yaşayacağımızı hatırlarsak, devletin bu vaatleri tutamayacağını hemen görebiliriz.
SEZER’E SEVGİ Mİ?
Herhalde dikkatinizi çekmiştir. Cumhurbaşkanı Sezer’in Afyon’a gidişi olaylı oldu. Yolda önünü kesenler, “bizim köyümüze gel” diye kendilerini yerlere atanlar ve Cumhurbaşkanını getiremedin diye Belediye Başkanına dayak atanlar.
Bütün bu sahneleri siz Cumhurbaşkanı’na olan büyük sevginin (!) tezahürü diye görebilirsiniz. Cumhurbaşkanının kendi beldelerini ziyaret etmemesinden dolayı vatandaşların derin üzüntüsü (!) şeklinde de yorumlayabilirsiniz.
Bunları yaparsanız çok yanılırsınız.
Bu vatandaşlarımız sadece devletten –diğer beldelerin yaptığı gibi- yardım veya parsa koparamamanın üzüntüsü ve tepkisiyle bu şekilde hareket etmişlerdir. Cumhurbaşkanını kendi köylerine getirebildikleri taktirde Ankara’dan birşeyler koparabileceklerinin umuduyla kendilerini yerlere atmışlardır.
Bir toplumu buna alıştırmak ne acı birşey.
İşte bundan dolayıdır ki, politikacılar artık boş sözler vermemelidirler. Zira insanları boş yere ümitlendiriyorlar. Ardından da hayal kırıklığına uğratıyorlar.
Yanlış anlaşılmasın devlet, tabii afetlerde toplumun imdadına koşacaktır. İlk yardımı getirecek, sağlık ekiplerini harekete geçirecek. Çadır ve geçici konut sağlayarak yaraları saracak. Insanları soğuktan ve hastalıktan koruyacak. Ancak, her evi yıkılanın evini inşa edemeyecek. İşyeri yıkılana, ancak geçici işyeri ve yan destek vermekle yetinebilecek.
HERKES ÖNCE KENDİNİ DÜŞÜNMELİ
Gerçekler bunlar…
Artık devletten beklemek yerine, insanlarımız kendi kendilerini korumaya almalılardır.
Evini veya işyerini sadece deprem sigortası değil, afet sigortasına bağlamayan sonradan dizini dövecektir.
Devletin ne zaman geleceği belli olmayan yardımına bel bağlamak yerine, bir deprem olasılığına karşı önceden önlem almak kaçınılmazdır.
Bırakalım artık devletin yakasını… Devlette yaka kalmadı. Verilen sözlere kanmayalım.
Son olarak politikacılara da iki çift sözüm var:
Lütfen halkı kandırmayın. Onları devletin kapısını çalmaya heveslendirmeyin. Tam aksine “Size ancak ivedi yardım verebiliriz. Geri kalanını sigortadan alabilirsiniz” deyin.
Artık nabza göre şerbet vermeyin.
* * *
RADİKAL İSLAM’IN YOL HARİTASI...
Bu köşe yazısında bulacağınız görüşler tamamen Gilles Keppel’e aittir. Benim bilgim veya değerlendirmem ile ilgili değildir. Ben sadece bir uzmanın görüşlerini özetleyeceğim.
Sakın bana kredi vermeyin. Tüm kredi Keppel’e aittir. CİHAD kitabının yazarı (Doğan Kitapları) Keppel, Milliyet Gazetesi ve Çağdaş Eğitim Vakfı tarafından geçenlerde düzenlenen “Terör ve Eğitim” konulu konferansa katıldı. MANŞET programına (CNN TÜRK) davet edip, söyleşi yaptım.
Hepimizin az veya çok bildiğimiz bilgileri öylesine iyi topladı ve öylesine iyi sentez yaptı ki, hayran oldum.
Eğer ilgiliyseniz aşağıdaki bölümü kesin ve saklayın.
Bakın Keppel, aynı fikirde olursunuz veya farklı düşünürsünüz, Radikal İslam’ın, yol haritasını çizdi ve Türkiye’deki galişmesini nasıl değerlendirdi.
Aşağıda okuyacağınız bölümler, tamamen Keppel’den aldığım quote’lardır. Yani onun sözleridir, kelimesi kelimesine yakalayamamış olabilirim. Özetlemeye çalıştım. Özellikel üinversiteli gençler eğer bu konuya önem veriyorsanız, CİHAD kitabını saıtn almanızı tavsiye ederim...
ŞİMDİ KEPPEL’İ DİNLEYELİM...
“... Herşey 1970’lerde başladı. Köylerden kentlere büyük akım yaşandı ve kentlerde varoşlar, gecekondular oluştu. Bu insanların büyük beklentileri vardı. Fakir ve işsizdiler. Aynı ödnemde, onların anlayacakları dilde Kuran’ın emirlerini kapsayan mesajlar yaygınlaştı. Paris’te yaşayan Humeyni ve Mısır’daki bilim adamları çok etkili oldular.
Yine aynı ödnemlerde entellektüel İslamcılar ön plana çıktı. Bunlar dışarda okuyan insanlar ve işadamlarıydılar. Varoşlardaki gençleri hareketlendirdiler. Bu kesimlerin temel amacı şeriat’ı getirmek değildi. Hedefleri, iktidarları yıkıp onların yerine geçmekti.
1979’da ilk başarılarını Iran’da Şah’ı devirerek elde ettiler. Amerika’nın bir kalesini yıktılar.
1980’lere girildiğinde, İran İslam Cumhuriyeti devrim ihraç etmek için hareketlendi. Aynı tarihte Sovyetler Afganistanı istila etti.
ABD, İran’a böyle bir rol vermemek için, ağırlığını Suudi Arabistan’a verdi. Suud’lar üzerinden Pakistanı da kullanarak Afganistan’da Sovyetlere karşı CİHAD’ı destekledi. Radikal İslam için Suud’lar merkez oldu. Sonnuda, Sovyet İmparatorluğu yenildi ve 1989’da Afganistanı terk etti.
Radikal görüşler için en büyük zafer buydu.
İslam, dinsizliğin sembolü olan Sovyetleri yenmişti. Bundan sonra, herkesi yenebilirdi.
Taliban ve Bin Laden’in El Kaida’sı böyle doğdu ve gelişti.
1990’lar, radikal İslam hareketlerinin yayıldığı yıllar oldu.
Afganistan’da işi bitenler, dünya’nın diğer bölgelerine yayıldılar.
- Bosna’da görev aldılar - Çeçenistan’da, bağımsızlık savaşını CİHAD’a dönüştürdüler. - Afganistan’da (Taliban) Kabil’den başlayarak ülkeyi kontrollerine aldılar.
Suudi Arabistan Radikal İslam’ın Kabesi oldu. Milyarlarca dolar akıtıldı.
Bu gidiş 1990’larda, Irak’ın Kuveyt’e girmesi ve Suudların ABD’yi ülkeye davetiyle değişti. Radikal İslam, bu defa Suudlara karşı tutum aldı.
Bin Laden, Afganistan zaferi üzerine hedef olarak ABD’yi seçti. Önce 25 Haziran 1996 ‘da Suudi Arabistan’da Dahran kentindeki bir ABD askeri üssünün önünde patlayan bomba yüklü bir kamyon 19 kişinin ölümüne, 386 askerin de yaralanmasına neden oldu , ardından 7 Ağustos 1988’de Kenya ve Tanzanya’daki Amerikan elçilikleri aynı gün bombalandı. 224 kişi öldü. Saldırıyı Müslümanlığın Kutsal Yerlerinin Kurtuluşu İçin islam Ordusu adlı, daha önceden bilinmeyen bir grup üstlendi. 12 Ekim 2000’de Yemen’in Aden Liman’ında demirli USS Cole destroyerine düzenlenen bombalı saldırıda 17 deniz piyadesi yaşamını yitirdi. Olayın soruşturması hala sürüyor.
11 Eylül olayı diğer bir dönüm noktası oldu.
Olay herşeyi terisne çevirdi, kazanıldığı sanılan kaleleri yıktı.
Mücadele bitti mi?
Onlara göre, bir muharebe kaybedildi, ancak savaş bitmedi...
TÜRKİYE’DEKİ DURUM ÇOK FARKLI
Türkiye’de Radikal İslamın gelişmesi çok farklı oldu. Yine 1970’lerde semirdi, 1980’ler ve 1990’ın ilk yarısında göz yumuldu, hatta Devlet güçleri tarafından PKK’ya karşı dahi kullanıldı.
Ancak 1990’ların ikinci yarısında büyük darbe yedi ve ister istemez laik sistemin bir parçası durumuna girdi. Bunda, Erbakan ve arkadaşlarının beklentilere karşılık verememeleri de çok önemli bir rol oynadı. 1987’de Refahyol devrildiğinde kimselerin sokağa dökülmemesi, bunun en tipik örneğidir.
Siyasi İslam ile demokrasinin ve laik düzeyin birlikte yürüyebileceğine en iyi örneklerden biri Türkiye’dir...
SONUÇ...
Keppel’in vardığı sonuçlar çok çarpıcı.
· Radikal İslam’ı yıllardır destekleyen ülke konumundaki Suudi Arabistan bu oknumunu artık kaybediyor. ABD’nin İran’ın devrim ihracı politikasını dengelemek için 1980-90’lı yıllarda görmezden geldiği bu olgu artık tersine döndü. ABD-Suudi ilişkileri değişim sürecine girdi. Bu durum Suudi Arabistan’da rejimi dahi sarsabilir. · Iran, Sudan, Yemen gibi ülkeler de, Radikal İslama destek verme konusunda tutumlarını değiştirme sürecine girdiler. · Radikal İslam’ın geleceği, Afganistan’daki durumun nasıl gelişeceğine ve ABD’inn genel yaklaşımına bağlıdır. · Radikal İslam, Filistin savaşını hep gerekçe olarak kullanmıştır, ancak bu olaydan tahmin edildiği kadar etkilenmemiştir.
Keppel’in çok özetlediğim bu analizi, bölük pörçük bildiğimiz birçok olayı bir araya getirip, mozaiği tamamlanması açısından çok yararlı.