Paylaş
Kriz tartışmalarının başladığı günlerden bu yana, bilmem dikkatinizi çekti mi, ancak Ankara’nın tutumu ile başta İstanbul olmak üzere, iş çevrelerinin olaya yaklaşımı arasındaki fark çok çarpıcı.
“Ankara” bizim için bürokrat-siyasetçi-asker karışımı bir kavramdır. Yani, gelirini her ay devletten alan, hiçbir iş kaybetme riski olmayan, bir kesimdir.
“İstanbul” ise, iş çevrelerinden oluşan bir kavram. İşveren- işçi-esnaf karışımı, yani risk alan bir kesim. İşverenler en büyük riski olanlar. İşçiler de aynı şekilde, her krizden sert biçimde etkilenen kesim.
Anlayacağınız, Ankara halkın gözünde “tuzu kuru” insanlardan oluşuyor. İstanbul ise, elini taşın altına sokan insanları temsil ediyor.
Geçenlerde Vatan Gazetesi Ankara temsilcisi Bilal Çetin’in de değindiği gibi, yaşadığımız son kriz İstanbul ile Ankara arasındaki farkı çok net şekilde ortaya çıkardı.
İstanbul’da heyecan var. Korku, hatta panik var. İnsanların kaygısı çalıştıkları kuruluşların iflas etmesi, kendilerinin de işsiz kalmalarıdır. İşte bundan dolayı, sürekli şekilde iktidarı sıkıştırıyorlar. Biran önce paketin çıkarılmasını istiyorlar.
Durum böyle olunca da, medya cayır cayır “kriz geliyor, siz neredesiniz?” yayını yapıyor. İstanbul’a kulak verenler, bir panik havası görüyorlar. Kapalı kapılar ardında harıl harıl “kemer sıkmak” için önlemler alınıyor. İşçiler de sıkıntı içinde bekleşiyorlar. Günün birinde kapı dışarı edilip, edilmeyeceklerini hesaplıyorlar. Atıldıkları taktirde ne yapacaklarını acı acı düşünüyorlar.
Ankara ise, bu manzarayı büyük bir soğukkanlılıkla izliyor. Sanki onlar uzayda yaşıyorlarmış gibi bir bakışları var. Hatta bir adım daha atıp, “Bu adamlar –işverenler- devletten, yardım adı altında para koparmaya çalışıyorlar” iddiasında bulunuyorlar. İstanbul’un herşeyi abarttığına inanıyorlar. İstanbul’u bu ülkenin zayıf halkası olarak niteliyorlar.
Ankara ile İstanbul arasındaki bu fark son derece önemli ve bence zararlı. Zira unutmamamız gerekirse, eğer özel sektör kazanamazsa, bir gün Ankara’dakiler de maaşlarını alamaz bir noktaya gelirler.
Ankara, İstanbul ile yanı geminin içinde olduğunu kabul etmediği, özel sektörü “yiyici”, kendilerini de “devletin malını koruyan” olarak gördükleri sürece düzlüğe çıkamayız.
ERMENİ CEPHESİ GİDEREK RAHATLIYOR...
Ermeni Dışişleri Bakanı Edvard Nalbantyan ile Babacan arasındaki son görüşme ve ardından yapılan açıklamalar çoğumuzu ümitlendirdi.
Kafkaslarda her şey her an değişebilir. Bundan dolayı, gereğinden fazla bir heyecana kapılmamalı, ancak yine de beklentiler yükseliyor.
Türkiye ve Ermenistan ilk defa gerçekten göz göze bakabiliyorlar. İlişkileri hiç değilse yumuşatmanın her iki taraf için yararlı olacağına inanmış görünüyorlar.
Erivan, artık gelişmek ve halkını zenginleştirmek istiyor. Artık, Türkiye üzerinden Avrupa’ya açılmayı ve rahatlamayı planlıyor.
Ermenistan’ın Soykırım iddialarından vazgeçmesini beklememeliyiz. Kuşaklar boyunca Soykırım inancıyla yetiştirilmişler ve bu olay derilerine yerleşmiş. Bunu silip atamayız. Eğer ilişkileri geliştirmek istiyorsak, bizlerin de ön koşullardan vazgeçmemiz gerekiyor.
Türkiye ile Ermenistan’ın ilişkilerini yumuşatması iki ülke izin de büyük yarar sağlayacaktır.
Türkiye’nin sırtında önemli bir yük var. Soykırım iddiaları maalesef dünyanın büyük bölümünde kabul edilmiştir. Biz istediğimiz kadar reddedelim, olay bir gerçek olarak görülmektedir.
Türkiye, sırtındaki bu yükü hafifletmek istiyorsa, Ermenistan ile ilişkileri ısıtmaktan başka çaresi yoktur. Soykırımı kabul etmeyecek, ancak bununla yaşamaya alışacaktır.
Ermenistan’ın da çıkarı, Türkiye ile ilişkilerini artık rayına sokmaktan geçmektedir. Sadece Soykırım iddialarıyla yaşamanın sonu yoktur. Artık gerçekleri görmek ve Ermeni halkının ihtiyaçlarına daha fazla yanıt verecek bir düzen kurmak zamanı gelmiştir.
Türk-Ermeni yakınlaşması sürecindeki tek korkum, her iki tarafın militanlarının bu gidişi sabote etmeleridir. Mutlaka yapacaklardır bunu, göreceksiniz. Şurasından veya burasından itiştirecek ve bozmaya çalışacaklardır.
Bakalım, bu yakınlaşmayı benimseyenler akıllı davranabilecek ve başarılı olabilecekler mi?
Paylaş