Paylaş
Org. Ergin Saygun’ın sağlık durumunu bu köşede defalarca yazdım. Cinayet işlenmekte olduğuna dikkat çektim. Meğer korku dağları bekliyormuş. Adli Tıp bir türlü “Ergin Saygun cezaevinde tedavi edilemez, bundan dolayı şu hastaneye çıkarılmalıdır” diyemiyor.
Saygun’ın kalbi yüzde 30 oranında çalışıyor- Akciğeri yüzde 40 oranında çalışabiliyor. 18 ayrı hastalığı var ve 25 ayrı ilaç alıyor. Her an gözetim altında tutulması gerekiyor.
Adli Tıp ilk raporunda “Cezaevinde bakılabilirse, orada kalabilir…” dedi.
Cezaevi “Ben bakamıyorum…” diye rapor verdi.
Durumu kötüleşince, Akif Ersoy hastanesine kaldırıldı.1 aylık tedavi sonunda, “Revirde tedavi göremez, kliniğe kaldırılmalı” raporu verildi.
Özel Yetkili 10.Ağır Ceza Mahkemesi bunun üzerine yine Adli Tıp’a sordu: Hastaneye mi çıkaralım, yoksa cezaevinde kalabilir mi ?
Yaklaşık 30 gün sonra, sanki hiçbir şey olmamaış gibi, ilk raporun aynı yollandı: “Cezaevinde tedavi edilebilirse kalabilir, yoksa hastaneye kaldırılsın…”
Bravo doğrusu…Beyler neden korkuyorsunuz ?
Mahkemeye açıkça görüş verememenizin nedeni nedir ?
Şimdi top dönüp dolaşıp yine yargıçların ayağına atıldı.
Mahkemenin kararıyla bir insanın hayatı sona erecek ya da yaşamasına izin verilecek.
ÇALIŞKAN GAZETECİ DAİMA KAZANIR…
Ertuğrul Özkök’ü kimi çok beğenir, kimi hiç beğenmez. Kimi eleştirir, kimi alkışlar. Ancak kimse onun çalışkanlığını reddedemez. Düşünün, 20 yıl süreyle Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmenliğini yaptıktan sonra, köşesine çekilmedi.Yazılarını sürdürdü.Hem de kötü kişi olma pahasına, inceden inceye eleştiri yüklü makaleleriyle dikkatleri çekmesini bildi.
Onunla da yetinmedi, bir muhabir gibi çalışmaya başladı.
Son yazı dizisini büyük bir merak ve keyifle izledim.
Bu kadar çalışmaya hiç ihtiyacı yok. Üstelik kimse de boğazına basmıyor. İstese, köşesini yazmakla yetinir ve boş zamanını da davetlerde değerlendirebilirdi.
Özkök, artık nesli tükenmeye başlayan bir kuşağı temsil ediyor. Çalışkan gazeteciliğin simgesi oluyor. Yeniden doğuyor. Genç meslektaşlara tavsiye ederim, kendilerine örnek ararken Özkök’leri dikkatle izlesinler.
İDRİS-İ BİTLİSİ!
Geçtiğimiz günlerde AK Parti Bitlis Milletvekili Vahit Kiler İstanbul Eyüp’teki Pierre Loti tepesinin adının 1934’e kadar Osmanlı devlet adamlarından İdris-i Bitlisi tepesi olduğunu söylemiş ve isminin eskisiyle değiştirilmesi için bir girişimde bulunmuştu.
Şimdi de Bitlis Belediye Başkanlığı kentteki Şerifbey Tepesi’nin ismini İdris-i Bitlisi tepesi yapmak için çalışmaya başlamış. Başkan yardımcısı Bitlisi’nin “Çok alim” bir insan olduğunu, devlet hizmetinde Osmanlı’ya büyük faydası dokunduğunu söylemiş ve “İsim değişikliği önce bizim hakkımız” demiş.
Doğrudur. Bitlisi’nin 2. Bayezid ve 1. Selim döneminde Osmanlı’ya büyük hizmetleri olmuştur. Savaşmadan Kürt beylerini Safevilere karşı Osmanlı’ya bağlamış bölgedeki aşağı yukarı tüm Kürtlerin desteğini sağlamıştır.
Ancak benim bildiğim bunu yaparken başka şeyler de yapmıştır.
Doç. Dr. Erhan Afyoncu’nun “Sorularla Osmanlı İmparatorluğu” adlı kitabından alıntıyla; “Kürt beylerini bir araya getirmeyi başaran İdris Bitlisi Farsça yazdığı Selimname eserinde Kürtleri Kızılbaşlar ile savaşa teşvik ettiğini, onların da kılıç zoruna Anadolu'yu Türkmen Kızılbaşlardan temizlemek için yemin ettiklerini ve bu arada 40 bin ila 70 bin arasında Kızılbaşın yani Alevinin öldürüldüğünü yazmıştır.”
Yani Bitlisi kısaca Anadolu’da; Kürtlerin, Türk Alevilere karşı gerçekleştirdiği bir “Kıyımın” ve “Katliamın” planlayıcısıdır.
Bu ismi neden “Onurlandırılmak” istiyoruz?
Kışlalardan isim kaldıran, Alevi yurttaşlarını hoş tutma çabasında olduğunu söyleyen bir hükümet acaba bu uygulamaya ses çıkarmayacak mı?
RAMAZAN’DA JAZZ
Ramazan eğlenceleri gelenektir.
Ak Parti’li belediyeler bu gelenekleri son yıllarda tekrar yaşatmaya başladı.
Çok da güzel işler yapıyorlar.
Özellikle Sultanahmet’te yapılanlar görülmeye değer.
Değerlerin ve geleneklerin korunmasının güzel olduğunu düşünenlerdenim.
Her Ramazan belli başlı camilerin minareleri arasına kurulan mahyaları izlemek bile bana büyük keyif verir.
Bu geleneklerin muhteviyatlarının değişmesi ve zamanı yakalamasıysa beni umutlandırıyor.
Geleneklerimizin çağın gerisinde kalıp unutulmayacağını hissettiriyor.
Bu yıl üçüncüsü gerçekleştirilen Ramazan’da Jazz da böyle bir etkinlik.
Dünyaca ünlü Jazz ustalarını oldukça hoş mekanlarda, ağaçların altında ve akşam serinliğinde izleme fırsatı buluyorsunuz. Organizasyona Kültür ve Turizm Bakanlığı da destek oluyor.
Fırsat bulursanız gitmenizi tavsiye ederim. Programı aşağıdaki internet adresinden bulabilirsiniz.(http://www.ramazandacaz.com)
ÇAĞDAŞ’IN ÇIĞLIĞINI DİNLEYİN
Vatan Gazetesi muhabiri ve KCK tutuklusu Çağdaş Ulus’tan, tutukluluğunun 200’üncü gününde bir mektup aldım. Dile kolay 200 gün! Çağdaş, Fırat Haber Ajansı’ndan (ANF) bir editör ile görüşüp haber paslaşması yaptığı için, iddianamede ANF editörü ile aralarında hiyerarşik bir bağ olduğu iddiası ile tutuklandı. Tutuklu Gazeteci Çağdaş, “ Milliyet, Taraf, Zaman, Habertürk ve Sabah gazeteleriyle de gün içerinde devamlı iletişim halindeyim” diyor. Ancak sadece ANF ile iletişime geçtiği için “ANF editörünün emri altında çalıştığı” iddia ediliyor.
Savcının iddiası sadece bu da değil. 2005 ve 2007 yıllarında iki kez Irak’a gidip Murat Karayılan başkanlığında PKK kamplarında eğitim alıp, kamplarda aldığı direktifleri uygulamak ile de suçlanıyor. Çağdaş, 2005 yılında Kıbrıs’ta öğrenci olduğunu 2007 yılında ise “Work&Travel” ile Irak’ta değil Alaska’da olduğunu söylüyor. Tabii pasaportuna bakarak veya ABD makamlarından istenecek belgelerle nerede olduğu anlaşılabilir. Sonuçta 200 Gün değil mi?
Tutuklu gazeteciler konusu kamuoyunu ve iktidarı gün geçtikçe daha fazla geriyor. Gazetecisini tutuklayan ülkeler arasında dünya sıralamasında birinciyiz. Uzun tutukluluk süreleri ve kitapların, gazeteciliğin gerektirdiği bilgi alışverişleri delil olarak algılanmaya-gösterilmeye devam ettikçe daha fazla gazeteciyi tutuklamak gerekecektir. Bunun sonu yok!
Çağdaş Ulus gibi genç meslektaşlarımın cezaevlerinde değil, alanlarda haber koşturması gerekir.
TÜRKİYE VİCDANİ RED SUÇLUSU...
AİHM’de Türkiye yine ceza aldı. Ve yine Vicdani – Retten dolayı. Geçtiğimiz aylarda hükümet bu konuyla ilgili bir girişim başlatmış ama Avrupa’nın beklediği seviyede bir reform gerçekleştirememişti. Şimdi vicdani retçi Mehmet Tarhan, Türkiye’yi mahkum ettirdi. Mahkeme, “2006’dan bu yana firari durumunda olan Tarhan’ın askeri hapishanede tutularak zorla saçlarının kesilmesinin insanlık dışı veya küçük düşürücü muameleyi yasaklayan üçüncü maddenin ve düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne ilişkin dokuzuncu maddenin ihlali anlamına geldiğine” karar verdi. Bizim vergilerimizle yine 12 Bin Avro para ödeyeceğiz. Tabii ki bu durumdan yasal düzenlemeyi, altına imza attığı anlaşmalara uyarlamayan devlet sorumlu. AİHM’de ceza alan devletler sıralamasında üst sıraları alan Türkiye bir an önce Avrupa’nın beklediği yasal düzenlemeleri yapıyormuş gibi görünmek yerine gerçekten hayata geçirmeli. Aksi takdirde “Türkiye Suçlu” manşetlerini görmeye, para ödemeye ve en önemlisi vatandaşlarımızı haksız yere üzmeye devam ederiz…
Paylaş