Paylaş
Bugünlerde Avrupa hukuk çevrelerinin en popüler ismi, Sadullah Ergin.
Strasbourg’daki hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), hem de Avrupa Konseyi çevrelerinden hep aynı sözleri duydum.
“Pek beklemiyorduk…”
Aslında bu değişiklikler uzun süredir konuşuluyor, ancak ne kadarının gerçekleşeceği bilinmiyordu. Atılan adımın doğru yönde olduğu, sık sık tekrarlanıyor.
Özellikle AİHM gelişmeden memnun. Nedeni de, üzerindeki yükün giderek azalacağı görüşündeler. Ergin’in aylar öncesinde kendilerine bu değişiklikleri yapacağı sözünü verdiğini belirten AİHM yetkilisi “Doğrusu işin bu kadar geniş tutulacağını sanmıyorduk” demekten de kendini alamadı.
Avrupa Konseyi çevreleri de, son derece olumlu tepkiler veriyorlar. Türkiye’nin doğru istikamette adım attığını ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine çok daha sağlıklı bir uyum gösterdiğini söylüyorlar.
Brüksel’i de yokladım. Baktım, onlar da şaşırmışlar. Türkiye’nin İslamlaştığı yolundaki fısıltıların arttığı, Başbakan’ın giderek sertleştiği ve tek adamlığa kaydığı ve hukukun rayından çıktığı söylentilerin ortasında atılan bu adım, hem Avrupa Komisyonu hem de Konsey’de ciddi bir yankı yaratmış.
Ancaaaaak…
Tabii bizim her işimizde bir Ancaaak vardır.
Bu defaki Ancaaak, yine dönüp dolaşıyor ve yargımızın bu değişimleri nasıl uygulayacağına bağlanıyor.
Yeni uygulamada, AİHM kararlarına ters düşen yargıçlarımıza adeta bir el kitabı niteliğinde, örnekleriyle birlikte “neleri yapmaları-neleri yapmamaları-nasıl AİHM’ne uygun kararlar vermeleri gerektiği” anlatılıyor.
İşte Ancaaaak kelimesi orada devreye giriyor. Acaba yargıçlarımız uyum gösterecekler mi, yoksa yine kendi kafalarına göre mi karar verecekler ?
Türk yargısı genelde çok tutucudur.
Özellikle Devlet’i ön planda tutar. Kişiyi ikinci dereceye iter. Özgürlükler konusunda Avrupa’ya adım uydurmakta çok geri kalmıştır. Bu değişim tüm sistemi zorlayacak ve doğru yola yönlendirecektir. Unutulmaması gereken bir şey varsa, o da, yargıçlarımızın AİHM kararlarına aykırı düşmelerinden dolayı, bu ülkenin milyonlarca euro tazminat ödediği ve kamuoyunun da artık bu yaklaşımdan bıktığıdır.
Reform paketlerinde henüz yolun sonuna gelinmiş değil.
Değiştirilmesi ve Avrupa Kriterlerine uyum sağlanması gereken çok madde var. Yeni paketlerle bu açık da kapatılacak. Bizler belki yine aynı “Ancaaaak…” kelimesini kullanacağız. Ne olursa olsun, hiç değilse şimdilik doğru yolda adımlar atılıyor.
WASHİNGTON, ANKARA’YI YAVAŞLATMAYA ÇABALIYOR…
Çarşamba günkü Hürriyet’te Tolga Tanış’ın çok ilginç bir haberi vardı. ABD yönetiminin üst düzey bir yetkilisiyle yapılan söyleşi, Washington ile Ankara arasında, Suriye konusundaki görüş ayrılıklarını çok net şekilde ortaya koydu. Aslında önemli bir görüş ayrılığından söz edilemez. “Yaklaşım farkı…” demek daha doğru olur.
Şimdiye kadar hep “Amerikalılar bizi kullanıyor, savaşa itekliyor” denirdi. Bu söyleşi de, tam tersine Türkiye’nin Amerikayı iteklediği ortaya çıkıyor.
ABD yönetimi besbelli, Erdoğan’ın boğazlarına basmasından rahatsız. Türkiye, Suriye’ye biran önce müdahele edilmesini istiyor. Çok geç kalındığına dikkat çekiyor ve her geçen günün Esad’ı biraz daha rahatlattığını vurguluyor. Batı muhalif güçlere bir türlü gereken desteği vermiyor. Sadece bol bol demeç vermekle yetiniyor.
Ankara’nın baskısı sadece ABD’ye yönelik değil. Bu ayın 18’inde Moskova’da da aynı temayı işleyecek. Sonuç alması zor, ancak baskısını sürdürecek.
Bu arada, eğitim uçağımızın düşürülmesi konusundaki karmaşa ve Washington’dan kaynaklanan müphemiyet dolu haberler, işin içinde bir garipliğin olduğunu da gösteriyor.
ANCAK TÜRKLER DERE YATAĞINA EV YAPAR…
Hiç kimse alınmasın, bizim kadar garip bir millet az bulunur. Belki dünyanın başka yerlerinde vardır, ancak ben bilemiyorum.
Sorarım size, heran bir sel tehlikesiyle karşı karşıya kalma pahasına, dere yatağına ev yapar mısınız?
Bizlerden başka kimse yapmaz.
Hem de göz göre göre yaparız. Allah verdi Allah alır,diyerek yaparız. Belediyesi de göz yumar, Bakanlığı da…”Canım biz fakiriz,başımızı sokacak bir delik bulduk, ne yapalım yani” deriz.
Samsun’daki manzarayı gördünüz.
İstanbul’ da da aynı konumda evler var ve onlar da ani bir selde yıkılıp gidecekler. Sonra da sahipleri “Nerede bu devlet, neden bize yardım etmiyor…”diye ağlayacaklar.
Sadece dere yatakları da yetmez. En basit depremde yıkılacağını bile bile oturdukları binalardan çıkmak istemeyenlere ne demeli ?
Canım bunlar cehaletten kaynaklanıyor, demeyin. Aynı cahiller (!) ,oturdukları o evlerin yenilenmesini öneren resmi yetkililerle diş dişe pazarlık etmesini ise çok iyi bilirler.
İşte böylesine garip bir milletiz…
Paylaş