Paylaş
Türk kamuoyu, AKP davası sonucunu henüz tam anlamıyla değerlendirebilmiş değil. Öylesine bir şok yaşandı ki, şaşkınlık hala devam ediyor. Parti’nin kapatılmamış olması, geniş bir kesimde rahatlık yarattı. Ancak bunun ne anlama geldiği, bundan sonra nasıl bir denge oluşacağı halen belirsiz.
Kamuoyu gibi, AKP’de dava sonucunu yeni yeni değerlendiriyor. Kimse tam olarak önünü göremiyor. Bilinen en temel gerçek, Türkiye’nin siyasi yaşamında yepyeni bir dönemin açıldığıdır.
Şimdi bütün gözler Başbakan’ın üzerinde…
Nasıl bir tutum benimseyecek? Öncelikleri ne olacak?
Şu ana kadarki genel yaklaşımına bakılacak olursa, Başbakan’ın gerilimi dağıtmak, hiç değilse son iki yıldır giderek ısınan havayı soğutmak istediği izlenimi yaygınlaşıyor. Ancak unutmamak gerekir ki, ağustos, tatil ayıdır. Her şey şimdi başlayacak ve Ramazan Bayramı’ndan sonra, ekim’den itibaren netleşecektir.
İKTİRADIN ÖNCELİĞİ YENİ BİR ANAYASA TASLAĞI
2007–2008 döneminde, Türk siyasetinde, son derece önemli bir güç mücadelesi yaşandı ve bu mücadeleyi kimse kazanamadı. Laik güçler de, istediklerini tam anlamıyla elde edemediler. AKP’yi ve özellikle Tayyip Erdoğan’ı politik yaşamdan silemediler.
Şimdi, hangi açıdan bakarsak bakalım yeni dengeler kurulacak. Ak Parti, politikalarını, beklentilerini ve taraflarına verdiği sözleri yeni baştan gözden geçirecek. Tayyip Erdoğan’ın politika yapış şekli ve olaylara yaklaşımı ne oranda değişecek bilinmez. Ancak onun da genel bir yenilenmeye girmesi gerekecek.
2009’daki yerel seçimlerden sonra, Türkiye’nin yeniden yapılanması gündeme gelecek. Bunun adı da, Yeni Anayasa Taslağı olacak. Başbakan verdiği sözlerde durursa, baş rolde de, AB Projesi görülecek.
AKP, krizlerle geçen 2007–2008 döneminde, herhalde en çok AB projesini ikinci plana atmış olmaktan pişmanlık duymuştur.
Hatırlayacaksınız, 2007 Temmuz seçimleri öncesinde, AB’ye uyum yasaları, özellikle 301’inci madde rafa kaldırılmış ve adeta “AB” lafı yasaklanmıştı. AKP’nin korkusu, özellikle MHP ve CHP’nin milliyetçilik bayrağı açarak seçimlerde oy çalmalarıydı. Bundan dolayı AB’yi unutturma yolunu seçti.
En büyük hatası da bu oldu.
Şimdi geriye dönüp baktığımızda, hepimiz aynı soruyu sormuyor muyuz:
AKP, her şeyi bir yana bırakıp türbana öncelik vermek yerine, AB uyum yasalarına öncelik vererek, Anayasa değişikliğine girişse, daha doğru olmaz mıydı?
ANAYASA, AB KRİTERLERİ ÜZERİNE İNŞA EDİLMELİ
Neresinden bakılırsa bakılsın, AKP iktidarının, gerilim yaşamadan bu ülkeyi yönetebilmesi ve Anayasa değişikliği yapıp, normal sürecinde genel seçimlere gidebilmesinin en önemli teminatı, AB projesidir.
Unutmayalım ki, toplumun bir kesimi için AKP hala sabıkalıdır. Hala tam güven vermemektedir.
İşte bundan dolayı, Anayasa değişikliğinde AKP’nin atacağı her adım kuşku yaratacak, her adımın altında başka anlamlar aranacaktır. AB kriterleri bu nedenle, kamuoyu açısından rahatlatıcı bir unsur sayılacak. Hiç değilse, kaygıları dağıtacaktır. Ulusalcı kesim hiçbir şekilde tatmin olmayacak, ancak AB kriterleri ön planda tutulduğu sürece, toplumun önemli bir bölümü için rahatlatıcı bir unsur sayılacaktır.
Sadece bu değil…
AB kriterleri, bundan böyle AKP’nin niyetlerini göstermesi açısından da çok önem kazanıyor. AKP, Avrupa projesine öncelik verdiği oranda, hem içeride, hem de dışarıda oluşan kuşku ve kaygılar azalacak. Türkiye’nin Laik-Demokratik rejimi daha sağlam temeller üzerinde yükselecek ve bu parti, liberal çevrelerde kaybettiği prestijine yeniden kavuşabilecektir.
Bütün bunların gerçekleşebilmesi için, AKP iktidarının 2003-2004 döneminde olduğu gibi AB projesini canlandırması gerekiyor. Ancak, “canlandırmak” Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın sık sık tekrarladığı “herşey yolunda, görüşmeler devam ediyor” şeklindeki demeçleriyle sınırlı kalmamalı.
Babacan ve Başbakan aynı görüşteler. Onlara sorarsanız, çalışmalar büyük bir hızla sürüyor. Her şey beklendiği gibi gelişiyor. Ortada hiçbir sorun yok.
Oysa gerçekler hiç de öyle değil.
AB Komisyonu, bir çok müzakere başlığında görüşmelerin başlatılabilmesi için açılış kriterleri saptadı. Bu kriterleri yerine getirebilmek için çok sayıda yasa ve yönetmelik değişikliği gerekiyor.
Oysa Ankara oralı değil. Somut adım atılmıyor. Bürokrasi, yukarıdan gelecek sinyalleri bekliyor. Ulusal Program taslağının hazır olduğu açıklanıyor. Ancak Hükümet’in taslaktaki birçok maddeyi benimsemediği ve sulandıracağı şimdiden biliniyor.
İşte, değişmesi gereken de bu yaklaşımdır.
Demeç vermek yerine, harekete geçmek gerekmektedir.
Türkiye, AB konusunda artık laf değil, adım atılmasını beklemektedir.
Paylaş