Mutlaka dikkatinizi çekiyordur. Türkiye artık, Avrupa Birliği’nin gündeminde değil. Ne Türkiye’nin lehinde, ne de aleyhinde konuşuluyor. Eskisi gibi demeçler uçuşmuyor. Oysa kısa süre öncesine kadar, Türkiye’yi AB’de tam üye olarak görmek istemeyen ülke liderleri veryansın ederlerdi. Ankara’nın Avrupalı olmadığından tutun, tam üyelik durumunda Avrupa’nın nasıl Türk işçileri tarafından işgal edileceğine dair örnekler sayılırdı.
Şu sıralarda derin bir sessizlik var. Arada bir çıkan ters sözlerin dışında, kimse ağzını açmıyor. Ancak, aman yanılmayın. Bu durum, Türkiye’nin Avrupa’daki imajının düzelmesinden kaynaklanmıyor.
Nedeni, Türkiye’nin kendi kendine büyük tuzaklar kazması ve birbirimizi yememizdir.
Türkiye aleyhtarlarının yapmak istediklerini, biz kendi kendimize yapıyoruz.
Sizi bilmem, ancak ben çok şaşırdım.
Böylesine bir ortamda Cuhmurbaşkanı, muhalefet liderini , eski tarihli olsa dahi davet edecek ve gerilimin nasıl düşürülmesi gerektiği konusunda hiçbir şey söylemeyecek !
Olacak şey mi ?
Aslına bakılacak olursa, Cumhurbaşkanı 50 dakikalık görüşmede kaygılarını söylemiş. Demokrasinin ve istikrarın nasıl tehlikeli bir süreçten geçtiğine dikkat çekmiş. Uzun uzun bu konulara değinmiş, ancak somut şekilde “Siz şunu yapın, AKP şunu yapsın” gibi bir pazarlığa girmemiş.
Siyasilerin dünyası çok başkadır.
Bizim gibi düşünmezler.
Bizler gibi mantık yapıları yoktur.
Her şeyleriyle farklıdırlar.
Başbakan’ın Bosna Hersek’te öğrencilerle yaptığı konuşmayı okurken içim sızladı.
Avrupa Birliği ülkelerinin, Türkiye’yi aralarına almak istemediklerine dikkat çeken Erdoğan, bu durumda Türkiye’nin kaybedecek hiçbir şeyi olmadığını söylemiş.
Ne yazık...
Eğer Başbakan buna gerçekten inanıyor ise, durumumuz dramatik demektir.
Kimle karşılaşırsanız karşılaşın, aynı sözleri duyuyorsunuz:
“ Bu gidiş iyi bir gidiş değil. Birilerinin araya girmesi ve dur demesi gerekiyor.”
Eminim, sizler de aynı tepkilerle karşılaşıyorsunuzdur.
Türkiye iki cepheye bölündü.
Son yazımda, birşeyler olduğunu ancak işin içyüzünü tam anlamıyla çözemediğimi, yazmıştım.Araya hafta sonu girdi. Olayla ilgili olarak bazı yeni bilgiler basına yansıdı ve toplumun nabzını biraz daha iyi tutabildim.
Cumhuriyet Gazetesi’ne ziyarete gittim.
İlhan Selçuk beyin tutuklanmasına karşı dayanışmamı göstermek istemiştim. Oradaki tansiyonu gözledim. Ziyaretçilerin heyecanını paylaştım.
Kemal Alemdaroğlu’nun evini aradım. Duygu ile konuştum. Ailenin şaşkınlığını açıkça hissettim.
Çok açıkça söylemeliyim ki, ben olup bitenlerden somut birşey çıkaramıyorum. Komplo teorisi meraklıları inanılmaz senaryolar çiziyorlar. Ancak bunun sonu yok.
Beni asıl korkutan husus, ortada birşeylerin olduğu ve bu manzaraya bakınca ilerde çok daha büyük karmaşaların yaşanacağı kokusunun giderek yaygınlaşması. Durum son derece karışık.
Ergenekon soruşturması gittikçe dallanıp budaklanıyor. İşin içine öyle isimler giriyor ki, inanamıyorum.
Ergenekon ile AKP’nin kapanma davası arasında kurulan bağ, Hırant Dink soruşturmasında jandarma komutanlarının suçlanması...
Sosyal Güvenlik kısa adıyla anılan, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanun Tasarısı hakkındaki tartışmaları hayretler içinde izliyoruz.
Neden hayret ettiğimi söyleyeyim:
Sosyal Güvenlik sistemimiz, kelimenin tam anlamıyla çökmüştür.
İflas etmiş durumdayız.