Mevsim tatilini fırsat bilip, Cemre ile birlikte hem Yunan adaları turu yaptık, hem de Bodrum’dan Kekova’ya kadar denizden dolaştık.
Önce Yunan adalarından başlamak istiyorum.
Yaklaşık 2-3 yıldır gitmemiştim.
Hayretler içinde kaldım.
Önce Simi, ardından Meis...
Simi ile Meis, burnumuzun dibindeki iki ada. Öylesine gelişmişler, öylesine zenginleşmeye başlamışlar ki, çıplak gözle dahi açıkça görülüyor.
Hiç unutmam, fazla değil 20 yıl önce Simi dökülüyordu. Tekneleri bağladığımız kıyıda gencecik biri koşup gelir, iplerimize yardım eder ve lokantasına davet ederdi. Evlerin yarıdan fazlası harap, bakımsız, küçücük bir ada idi. 1-2 bakkalın dışında alış veriş edilecek yer yoktu. 50 bin dolara nefis manzaralı bir ev teklif etmişlerdi de, “ burada oturulur mu kardeşim” diye, gülüp geçmiştik.
Aradan geçen yıllarda sık sık gittik ve o yıkıntı Simi’nin, gözlerimizin önünde nasıl zenginleştiğini, nasıl büyüdüğünü gördük.
Bilenler biliyor. Bilmeyenlere, duyurmak istiyorum.
Avrupa Birliği Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn, 8 ay sonra görevini bırakıyor.
Aslında gelecek yıl hem Avrupa Parlamentosu seçimi var, hem AB Komisyonunun tümü değişecek. Yeni bir Başkan ve yeni üyeler seçilecek. Olli Rehn’ de bu çerçevede ayrılacak.
Bu habere bazılarımız çok sevinecek, bazılarımız çok üzülecek. Olli Rehn, görev süresinde daima Türkiye’yi kolladı. Engel çıkarmak isteyenleri engellemeye çalıştı. Türkiye’yi zamanında sert şekilde de eleştirdi. Bunu da, kendi kalemize gereksiz goller atmayalım diye yaptı.
Yeni Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ, atama öncesi tutumuyla farklı bir Genelkurmay Başkanı olacağını göstermişti.Genelkurmay Başkanlığına oturduğu andan itibaren de, arka arkaya önemli adımlar atmaya başladı.Kamuoyunun hemen dikkatini çekiverdi.
Org. Başbuğ’un daha önceki Genelkurmay Başkanlarıyla farkı, TSK’ nın inandığı temel ilkelerden kaynaklanmıyor. Onlar gibi, Atatürk ilkeleri, ülkenin bütünlüğü ve laik sisteme inanıyor. Onu diğerlerinden ayıracak nokta, genel yaklaşımı olacaktır. Zaten şu ana kadarki uygulamaları da bunu gösteriyor.
Toplumun bir bölümü, bu adımların, yeni Genelkurmay Başkanı’nın AKP’ye karşı daha sert bir tutum takınacağı, muhalefet yapacağı, sık sık vereceği demeçlerle, TSK’ nın siyaset sahnesindeki etkinliğini arttırmak isteyeceği anlamına geldiğine inanıyor. Bu manzara karşısında bazıları, hayallerindeki “yumruğunu vurup ses getiren Genelkurmay Başkanına ” kavuştuklarını düşünerek memnuniyetlerini belirtiyorlar. Bazıları da, TSK ’ nın bundan böyle siyasete daha çok karışacağı sonucuna varıp tepki gösteriyor.
Ben her iki şıkka da pek katılamıyorum.
Zaten şimdiden bu konularda bir yargıya varamayız.Henüz daha çok erken.
Benim okuyabildiğim kadarıyla, Org. Başbuğ, Genelkurmay Başkanlığının ilk günlerinde, hangi konulara öncelik vereceğini göstermekte ve bir ince ayar yapmaktadır.
Kamuoyunun dikkatini çeken ve tartışma yaratan birkaç gelişmeye bakarsak, ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır:
- Ergenekon soruşturması çerçevesinde gözaltına alınan iki Orgeneralin TSK adına ziyaretinin temelinde, başta Genelkurmay Başkanlığı olmak üzere, TSK içindeki tepkileri yatıştırmak amacı yatmaktadır. Bu ziyaretin farklı yorumlanması, eleştiri alması doğaldı. Org. Başbuğ bunu göze alarak, önceliği yine de TSK ’nın iç dengelerine verdiği anlaşılıyor. Şu noktayı unutmayalım, Eruygur ve Tolon paşaların, hem de Genelkurmay’ın dolaylı bir onayı ile gözaltına alınmaları, TSK kadrolarını perişan etmişti. Kimse ağzını açamadı, ancak kendi aralarında Genelkurmaya son derece sert tepki gösterdiler. Savcıların bu paşaları serbest bırakmaması ve suçlamaların altından nelerin çıkabileceği bilinmediğinden dolayı, Askerler arasındaki hoşnutsuzluğu yatıştırmanın tek yolu olarak bu ziyaret seçilmiş.
Maçı başından sonuna kadar yüreğim ağzımda izledim.
Ha şimdi bir olay çıkacak, ha şimdi...diye diye sonunu getirdim. Doğrusu, karşılıklı berbat bir oyun izledik. Ne Ermeniler, kendilerinden beklendiği gibi coşup, fırtına estirebildiler, ne de bizim takım doğru dürüst bir oyun sergileyebildi. Ancak sonunda, skora bakıldığından dolayı, tatsız tuzsuz bir maç sonunda biz kazandık. Bu arada, eklemeden edemeyeceğim, eğer aynı oyunu Belçikalılara karşı da oynarsak, adamlar bizi duvara çivileyiverirler...Bunu da bilelim...
Tek tatsızlık, milli marşımız çalınırken küçük bir gurubun ıslıklamasıydı.
Hiç önemli değildi.
Biz neler neler gördük. Her Türk- Yunan milli marşında yaşananları unutmayalım!
Cumhurbaşkanı ve Milli Takım Erivan’dan ayrılana kadar tatsız hiçbir olay yaşanmadı. Biz de derin bir nefes aldık.
Peki ne oldu ?
Bakın ben size neler neler olduğunu anlatayım.
Sinir içindeyim.
Son derecede heyecanlıyım.
Türk-Ermeni ilişkilerini çok uzun zamandan beri izlerim ve soykırım sorununun ancak ilişkilerin açılması, diyalogun geliştirilmesiyle aşılacağına inanırım. Yoksa belgesel yayınlamak, konferans yapmak veya Uluslararası arenada karşılıklı olarak birbirimize gol atarak bir yerlere varamayacağımızdan eminim.
Bundan dolayı, Cumhurbaşkanı Gül’ün ve Ermenistan Cumhurbaşkanı Serkisyan’ın karşılıklı olarak aldıkları siyasi riski destekledim.
Duyduğum andan itibaren, Gül’e destek verdim.
Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’dan gelen daveti kabul etmesi gerektiğine inandım. Bunu da, Ermenilere gol atmak için yapmadım.
Bazıları, bu ilişkileri Uluslararası kamuoyu önünde oynanan bir maça benzetirler. Biri gol atarsa, diğerinin de hemen karşı gol atması gerektiğine inanırlar. Amaç, ortadaki sorunu çözmek değildir. Onlar için, kimin daha fazla gol atacağıdır.
Benim için önemli olan ise, Ermeni sorununa şu veya bu şekilde bir çözüm bulabilmektir. Bundan dolayı Gül’ün Erivan’a gitmesini istedim.
Kimselerin gidemediği yıllarda defalarca Erivan’a gittim. Ermenistan kamuoyunun ne düşündüğünü ve Türkiye’ye karşı neler hissettiğini çok iyi biliyorum. Hemen hemen tamamı, haklı veya haksız nedenlerle, beyinlerinin yıkanmış olmasından veya ailelerinden duydukları gerçek hikayelerden dolayı bizlerden nefret eder.
Ancak, emin olun -Diaspora’da yaşayanlar değil- Ermenistan’da yaşayan Ermenilerin önemli bir bölümü de artık Türkiye gibi bir devle kavga etmekten bıkmış durumdalar. Soykırıma inanıyorlar ve onların bu konudaki kanılarını değiştirmek imkansızdır. Buna rağmen, görüşlerini değiştirmeden, Türkiye ile ilişkilerini rayına sokmak ve hayatlarının kalitesini arttırmak istiyorlar.
Ermenistan’da görev başına gelen yeni yönetim de, Türkiye ile ilişkileri şu veya bu şekilde düzeltmek, soykırım fikrinden vazgeçmeden, Türkiye üzerinden Avrupa’ya daha rahat açılabilmek ve ekonomisini rahatlatmak istiyor.
Türkiye’de olduğu gibi, Ermenistan da bu tip yaklaşıma karşı çıkanlar, iki ülke arasındaki gerilimin devamını isteyenler, bu kinden beslenenler var.
Türk-Rus ilişkilerine bakınca, sanki önemli bir kriz yaşanıyormuş izlenimi doğuyor. İhracat krizi ile, Gürcistan krizi aynı anlarda gündeme girince, böyle bir hava doğdu. Hepimiz, bu iki gelişmeyi birbirine bağladık.
Meğer hiç ilgisi yokmuş.
Bunu hem Rus Dışişleri Bakanı, hem de Türk Dışişleri Bakanlığı üst düzey yetkililerinden dinledim.Olay, Rusya ile Türkiye arasında bir süre önce imzalanan gümrük anlaşmasının, karşılıklı olarak farklı şekilde yorumlanmasından kaynaklanıyormuş.
Ruslar, Türk ihracatçılarının konulan kriterlere uymadıklarını ve kendi kafalarına göre hareket ettiklerini söylüyorlar. Türk yetkililer ise, bu iddiaları reddediyor ve Rusya’nın sırf gözdağı vermek için bu şekilde hareket ettiğini belirtiyor.
Anlaşılan, bu kriz yakında çözülecek. Karşılıklı tehditler savurmak yerine, masaya oturmayı tercih eden tarafların kısa sürede sonuç alacakları belirtiliyor.
Türk kamuoyunda dış politika konularını tartışmak çok zordur.
Nedeni de, bizim halkımız olayları, siyah veya beyaz renklere bakarak değerlendirir. Yani, netlik ister. Gri renklerden hoşlanmaz. Fazla nüanslara girmez. Oysa dış politikada hiçbir zaman netlik yoktur. Olayların daima farklı yönleri, nüansları vardır.
Kafkaslardaki durum, işte bu açıdan bakıldığında kafaları karıştırıyor.
Gürcistan, kamuoyunun kalbini kazanmış bir ülke. Gürcülerle birlikte yaşamanın getirdiği yakınlık içimize sinmiştir.
Rusya ise, geçmişin kötü anıları bir yana bırakılırsa, günlük yaşamımızın en önemli unsurlarından biri konumuna girmiştir.