Mehmet Ali Birand

Hayır, Başbakan böyle bir şey söylememiştir

5 Kasım 2008
TV’de izlerken inanamadım. Hala da “mutlaka bir yanlışlık olmuştur” diye düşünüyorum. Başbakan, halkın PKK’ya silah çekebileceğini söylemiş olamaz. Mutlaka başka bir anlamda kullanmıştır.

Televizyon açıktı ve Başbakan canlı yayında, gazetecilerin sorularını yanıtlıyordu. Biri kalktı, uzun bir girişten sonra, mealen “PKK durmadan vuruyor. Dün İstanbul’daki olaylarda bir vatandaş elinde pompalı silahla tepki gösterdi. Ne dersiniz bu gelişmeye...” gibi birşeyler söyledi.

Ne beklersiniz?

Başbakan’ın “Aman dikkat, sakın siz kendinizi güvenlik güçlerini yerine koymayın” demesini ve halkı sükunete davet etmesini beklersiniz değil mi?

O da cümlesinin başında öyle başladı,  ancak sözleri bir anda rayından çıktı.

Kulaklarıma inanamadım.

Sanki Başbakan, pompalı tüfeğine davranan vatandaşa hak verir gibi birşeyler söylüyordu.

Hala da inanmak istemiyorum.

Yazının Devamını Oku

Üzmez, yargılandı ve suçlu bulundu…

4 Kasım 2008
Siz bir adam düşünebiliyor musunuz ki, hem kel hem foduldur. İşlediği suçun kaçırılır bir yanı yok. Açıkça küçücük bir çocuğa tasallut etmiş, şimdi de kalkmış abuk sabuk laflar ediyor. Aslında farkında değil. Kendi çukurunu kazdı. Kamuoyu tarafından cezalandırıldı. Hüseyin Üzmez, artık bitmiştir.

Bugüne kadar, kamuoyunu meşgul eden sayısız abuk sabuk insan gördük. Ağzı biraz laf ediyorsa, hele TV’lerde kavga etmesini biliyorsa, kısa sürede şöhret olabiliyorlar.

Hüseyin Üzmez gibisine ise, şimdiye kadar hiç rastlamamıştık. Bu adam kadar kendi çukurunu kazan, sonra da kendi kendine bu çukura düşenini görmemiştik.

Herşey gözlerimizin önünde gerçekleşti.

Üzmez küçücük bir çocuğa tasallut etmiş, ardından da bir bilirkişi raporunun gölgesinde tahliye olmuştur.

Biraz kafası işleyen ne yapar?

Susar, yaptığı işin utancını kalbine gömer ve ortalarda  görünmemeye çalışır, değil mi? Bu şekilde  topluma kendini unutturma çabasına girer.

Üzmez, tam aksini yaptı.

Serbest kalır kalmaz, yılışık şekilde gülerek TV’lere çıktı ve bırakın yaptıklarını reddetmeyi, tam aksine adeta övünür gibiydi. Etrafa  tehditler savurdu ve konuştukça çukurunu kazdı.

Yazının Devamını Oku

Yetti artık. Bıktık bu yasaklardan

1 Kasım 2008
Emin olun artık herkese bıkkınlık verdi. İnternetteki yasaklar ve daha da önemlisi yargımızın yasaları en yasakçı kafa ile yorumlayıp uygulamaları bu ülkeyi hapisaneye çeviriyor. Avrupa Birliği boş yere yargı reformu diye tepinmiyor. Gerçekten de öyle. Yargı, savcısı hakimiyle çağın çok gerisinde kalmış durumda.

Artık yetti.

           

Gerçekten böylesine hoyratça bir uygulama dünyanın çok az ülkesinde geçerlidir.

           

Yargı İnternet ’teki özgürlüğümüzü katlediyor ve kimselerin kılı kıpırdamıyor. Kimseler kalkıp “ Bu gidişe artık dur diyelim, yasalara bir çeki düzen verelim” demiyor. Yargı sistemimiz gibi, yargıçlarımız da uygulamada duyarlık göstermiyorlar.

           

Şu manzara bakın,sadece son 1 yıl içinde Türkiye Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı bünyesindeki “Bilgi İhbar Merkezine” yapılan 25 bin civarındaki başvuru sonucunda 1112 sitenin erişebilirliği engellendi. www.ihbarweb.org adresine başvurdunuz mu, inanılmaz bir çark dönmeye başlıyor ve sonunda bir bakıyorsunuz, site kapanmış.

           

Yazının Devamını Oku

İstanbul coşkulu, Ankara heyecansızdı

31 Ekim 2008
Cumhuriyet’in 85 inci yıldönümüne İstanbul damgasını vurdu. Şimdiye kadar az görülen bir renk cümbüşü yaşandı. Ankara ise, Çankaya’daki resepsiyonun ikiye bölünmesi nedeniyle, eskiye oranla daha düzenli ve daha uygar bir havada geçti, ancak heyecan yoktu.

Cumhuriyet’in 85’inci yıldönümüne Can Dündar’ın imzasını taşıyan MUSTAFA damgasını vurdu. Çok iyi oldu ve nihayet herkes kendi Atatürk’ünü buldu.

Kutlamalara gelince,  İstanbul damgasını vurdu. Büykşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a bravo demek gerekiyor. Şimdiye kadar böyle bir renk ve ışık cümbüşü yaşanmadı. Yaklaşık yarım saat süreyle, bu kentin halkı adeta bir festival izledi. Hele o teknelerin geçişi... Dedim ya, İstanbul 85’inci doğum gününün tam hakkını verdi.

Gelelim Ankara’ya...

Başkentin heyecanı önce Anıtkabir’de yaşandı. Her zamanki gibi  dolup taştı. Herkes, en büyüğü olan Cumhurbaşkanından, en küçüğü olan ilkokul çocuklarına kadar  herkes geldi.

Biz gazeteciler için, asıl heyecan, her yıl Çankaya köşkünde yaşanır. Bu defa (geçen yılda aynı durum vardı) Köşk’teki resepsiyon yine ikiye bölünmüştü.

Öğleyin, Askerler, hükümet ve üstdüzey  bürokratlar davetliydiler. Öğleden sonra ise, gazeteciler, sivil toplum örgütleri, sanatçı ve yazarlar (aralarında da türbanlılar) katıldılar. Tabii o zaman da keyifsizdi. Gazeteciler, haberin kaynadığı öğle davetinde bulunmadıklarından, akşam saatlerinde yüzleri asıktı...

Böylesi acaba daha mı iyi, daha mı kötü oldu bilemem. Tek gözlemim, Çankaya’da ilk defa sigara dumanı olmadan, yüzlerce insan üst üste yığılmadan ve ter kokmadan  rahat-sakin ancak heyecansız bir kutlama  yaşadığımızdır.

Bütün bunları eleştiri için yazmıyorum.

Yazının Devamını Oku

Bizim aşiret reisleri Beyaz Saray’da!

30 Ekim 2008
Kuzey Irak Kürt Yönetimi Lideri Mesud Barzani ve Irak Cumhurbaşkanı Talabani bize göre, basit birer aşiret reisinden başka bir şey değiller. Bizler, yarattığımız hurafelerle kendimizi aldatırken, dünya değişiveriyor. O beğenmediğimiz Aşiret Reislerinden biri hala Bağdat’ta Devletin başında, diğeri de dün Beyaz Saray’da, dünyanın tek süper gücü sayılan ABD’nin Başkanıyla el sıkıştı, görüşlerini açıkladı. Artık bizim de bazı gerçekleri görme zamanımız gelmedi mi?

Eğer gerçekleri göremezsek, kabul edilmesi ne kadar güç olursa olsun değişen koşullara

 uyum gösteremezsek, hiçbir yere varamayız.

              

İşte bu çerçevede, artık Kuzey Irak’taki oluşuma ve bu oluşumun liderlerine bakışımızı ve yaklaşımımızı değiştirmenin zamanı geldiğini kabul etmemiz gerekmektedir.

              

Beğenirsiniz veya beğenmezsiniz, Kuzey Irak Kürtlerinin iki lideri vardır. Biri Mesud Barzani, diğeri de Celal Talabani’dir. Ancak bizim lügatimizde bu iki lider  hiçbir zaman Aşiret Reisi olmanın ötesine geçememiştir. Aşiret Reisliği kötü bir şey değildir, ancak bizim kullanış tarzımız son derece aşağılayıcıdır.

              

O kadar ki Türkiye Cumhuriyeti , bu iki lideri

Yazının Devamını Oku

Can Dündar’ın Mustafa’sını çok sevdik

29 Ekim 2008
Cumhuriyet’in 85 inci, Atatürk’ün ölümünün de 70 inci yılındayız. Aradan bu kadar zaman geçmesine rağmen, hala ne Cumhuriyet, ne de Atatürk konusunda bir uzlaşıya varabildik. Can Dündar’ın Mustafa’sını seyrettikten ve tepkileri duyduktan sonra, bu gerçek daha net şekilde karşımıza çıktı.

Cumhuriyet’imiz 85 yaşına girdi.

 

Bu Cumhuriyeti kuran kişiyi de  70 yıl önce kaybetti.

 

Birde bugünkü duruma bakın.

 

Hala Cumhuriyet’in iç dengelerini yerine oturtamadık. Dindar ve muhafazakar görüşlerle, laik kesimler arasında uzlaşı dahi aranmıyor. Tam aksine, kimin gücü kime yetiyorsa onun dediği yapılıyor. Değişen koşullar, uluslararası konjonktür dikkate alınmıyor.

 

Yazının Devamını Oku

TSK, komutanın çıkışından memnun

28 Ekim 2008
Aktütün-Bayraktepe baskını ile ilgili olarak medyada çıkan haberleri hatırlayacaksınız.

TARAF gazetesindeki  yayınlanan haberlerle, bu baskınlarda yaşanan ihmaller sonucunda 17  şehit verildiği izlenimini yaratmıştı.

TARAF’ın yayını ardından diğer gazeteler ve TV kanalları tarafından devam ettirilince de, Genelkurmay başkanı Org. Başbuğ, arkasına kuvvet komutanlarını da alıp,  dramatik bir basın açıklamasıyla son derece sert tepki göstermişti. Medyayı uyarmış, PKK’yı başarılı  gösterecek yayınlardan kaçınılmasını istemişti.

Bu açkılama, bu köşe dahil olmak üzere çok eleştiri aldı. Bazıları tarafından “medyaya muhtıra” diye nitelendirildi. Gerçektende, ben dahil toplumun büyük bölümü tarafından olumsuz karşılanmış, hayret uyandırmıştı. Bence de  Komutan hata etmişti. Askerin eleştiriye tahammülü kalmadığı  görüntüsü vermişti.  Hala da aynı kanıdayım.

Aradan geçen süre içinde hem bizzat, hem de Güneydoğu’da ve Genelkurmay’da sürekli temasım olan kaynaklara sordum. Org. Başbuğ’un  konuşmasının oralarda nasıl karşılandığını araştırdım.

Gördüm ki, bizlerin eleştirilerinin aksine, TSK kadroları Komutanı alkışlamışlar.  En  olumlu  yankı ise, bölgedeki tabur ve bölük komutanlarından gelmiş.

“PKK ile mücadeleyi asıl yapanlar tabur ve bölük komutanlarıdır. Tüm sorumluluk onlara aittir. Eğer onlar  yalnız bırakıldıklarını hissederlerse mücadele zaafa uğrar inisiyatif alamazlar. Daha fazla hata yapar, daha çok kayıp vermeye başlarlar” diyen, bölgede savaşmış bir emekli komutan gibi, TSK üst düzey muvazzaflarından da aynı sözleri  duydum.

Org. Başbuğ’un, medyadaki tüm eleştirilere rağmen, bu açıklamanın TSK içindeki yankılarından, bölgedeki tabur ve bölük komutanlarından gelen mesajlardan çok memnun olduğu vurgulanıyor.

Yazının Devamını Oku

Sonunda, gerçek değerimize düştük…

25 Ekim 2008
Yıllardır kendi kendimizi aldattık. Dünyada o kadar çok para vardı ve bu paraların harcanması gerekiyordu ki, bizde önümüze gelen bu fırsatı kullandık. Kazandığımızdan daha fazlasını harcadık. Ancak eğlence bitti. Artık, gerçek değerimiz ortaya çıkıyor.

Ne güzel yıllardı değil mi?

 

Hammadde ve gıda fiyatları arttıkça, dünyada inanılmaz bir para bolluğu başlamıştı. Harca harca bitmiyordu.  Üstelik, bu  paranın bir yerlere yatırılıp işletilmesi, nemalanması gerekliydi. Bankalar ve fonlar, bizim gibi  kim daha fazla faiz veriyorsa, kim daha fazla kazandırıyorsa bu paraları onlara dağıtmaya başladılar. Yetmedi, bir süre sonra  herkese, geri  ödeyip ödeyemeyeceğine bakmadan kredi veya borç deyin, bu parayı dağıtmaya başladılar.

 

Bizde bu durumdan çok nemalandık.

 

Dolar yıllarca, YTL karşısında sudan ucuz 1.20’ye satıldı.

 

Yazının Devamını Oku