Savunma Bakanı genelde çok dikkatli, fazla konuşmayan, konuştuğu zamanda ne dediğini iyi hesaplayan biridir. Ancak bu defa, Başbakan’ın üslubuna mı heveslendi, ne oldu anlayamadım. Ermeniler ve Rumlar konusunda ondan beklenmeyecek sözler duyduk. Haklı olarak sert tepkiler aldı. Vecdi Gönül’ün ırkçı bir kişiliği yoktur. Sanırım, ne demek istediğini toparlayamadı. Keşke sussaydı. Ancak Bakana hiç mi hiç yakıştıramadığım, suçu yine medyaya atmasıydı. Sözlerinin bizim tarafımızdan çarpıtıldığını söyledi.
Hayır Sayın Bakan... Kameralar, ağzınızdan çıkan her kelimeyi aynen almış. Bizzat dinledim.
Keşke “evet, sözlerimin arkasındayım” veya “Hata ettim, özür dilerim” deseydiniz.
Veya şimdiye kadar olduğu gibi hiç konuşmasaydınız. En yapmamanız gereken suçu medyaya atmaktı...
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Geçici Üyeliğimiz kutlu olsun!
Kutlu olmasına kutlu olsun da, bazen bazı şeyleri öylesine abartıyoruz ki, işin ucu kaçıyor. BM Güvenlik Konseyi Geçici Üyeliği de bu örneklerden biri.
Haber bütün ülkeyi ayaklandırdı.Birbirimize sarıldık ve bu inanılmaz başarıdan dolayı birbirimizi kutladık!
Yetmiyormuş gibi, Uluslararası kamuoyu ayaklandı ve Türkiye’nin bu büyük zaferini tebrik etmek için kuyruğa girdi!
Başbakan Erdoğan her geçen gün biraz daha keskinleşiyor, sertleşiyor.
Oysa, ilk karşılaştığımız Erdoğan böyle değildi.
Yine sert çıkışları olurdu. Arada bir dayanamayıp kavga ediverirdi. Ancak çok dikkatliydi. Her defasında, yanı başındaki Gül’ün adeta masanın altından elini tutup “Aman yapma” dediğini hissederdik.
O günler çok başkaydı. Yani 2003-2007 dönemindeki Başbakan farklıydı. Tüm parlamalarına rağmen, dikkatli adım atardı. Ben, sözünü ettiğim bu dönemde Başbakanı frenleyen, uzlaşılı davranmaya iten en önemli faktörün Abdullah Gül olduğuna inanıyorum. Başbakan’a “ Bu konuda hatalısın”diyebilen nadir kişilerden biriydi. Etkiliydi ve Erdoğan da onu dinlerdi.
Türkiye’nin “zencileri” kimlerdir?
Bilmeyenler için anlatayım.
“Zenci” deyimi, ezilen , hor görülen, istekleri ve beklentileri görmezden gelinen kesimler veya kişiler için kullanılır.
Türkiye’de kendilerini zenci gören birkaç kesim vardır. Kürtler, Aleviler ve Dincilerin bir bölümü bu kategoriye girdiklerine inanırlar.
Başbakan ne zaman AB yetkilileriyle karşılaşsa, Dışişleri Bakanımız da ne zaman AB Bakanlarıyla bir araya gelse, hep aynı şikayet duyuluyor.
“…Avrupa Birliği Türkiye’ye farklı davranıyor. Başka hiçbir adaya göstermediği oranda yavaş bir tutum sergileniyor…”
Ankara son derece rahatsız.
Komisyonun ,açılacak paragraflarla ilgili tarama çalışmalarını dahi yavaştan aldığına dikkat çekiliyor. Açılan müzakere başlıklarının yetersizliği ve sürekli şekilde ortaya atılan, siyasi nitelikli engeller, Türkiye’yi açıkça soğutuyor.
Abbas Güçlü’nin GENÇ BAKIŞ’ı bu hafta rekor kırdı. Zaten daima ilgi toplayan bir programdır, ancak bu hafta Can Dündar’ın ünlü MUSTAFA filmini tartıştırdığı için, daha da bir heyecanlıydı.
Bu film hakkındaki görüşlerimi defalarca yazdığım için, burada tekrarlamayacağım. Beni asıl üzen, bazı öğrencilerin sloganlardan öteye geçemeyen, artık çiğnene çiğnene bıkkınlık getirmiş görüşleri tekrarlamalarıydı. Hani nerede o genç adamın farklı bakışı? Programı izlerken, o acı gerçek bir daha karşıma çıktı. Gençlerimize de, kendimiz gibi, tabulara tapınmayı öğretiyoruz.
Üniversite dediğiniz nedir?
Gençlerin nasıl olmalarını istersiniz?
Babalarından, annelerinden daha ileri ve farklı bakan, başka bir dünyanın mensubu olmalarını arzulamaz mısınız?
Nerede... Bizim kuşağımızın küçük birer kopyası konumundalar. Gazete manşetleriyle cümle kuran, bazı yazarların kullandığı klişelerle konuşan bir gençlik.
Allahtan Can Dündar sinirlenmedi ve mütevazi yaklaşımıyla gençlere amacını çok iyi anlattı. Onlara adeta vizyon dersi verdi. Yine de, gecenin geç saatlerinde televizyonu kaparken içim sızlamadı, değil.
Obama’nın Başkanlık yarışını kazanması bir depremdir. Şimdi de artçı depremler gelecek. Büyük olasılıkla, Başkanlık süresince de devam edecek.
Amerika müthiş bir demokrasi testinden geçecek. Beyaz ırkın üstünlüğüne inanmış bir toplumun, siyah bir Başkan’a nasıl tahammül edeceği, onu nasıl hazmedeceği herkesin merak konusu.
Şu anki manzaraya bakarsak, Amerika’nın geçmişiyle barışma yolunda en önemli adımı attığı sonucuna varıyoruz. Ancak, biraz bekleyelim. Zira genlerinde zenci düşmanlığı olan, her siyah renkliyi kendinden küçük ve bir köle gibi gören, önemli bir kesimin tepkisini beklemeliyiz.
Obama’nın Türkiye ile ilişkilere etkisine bakarsak, manzara bazı kötümserlerin aksine, pekte fena değil. Ancak tek istisnası var.
O da Ermeni sorunu...
Her Cumhuriyetçi iktidar, seçim kampanyası sırasında Ermeni oylarına göz kırpar ve Ermeni lobisinin soykırım iddialarının destekleneceğini açıklar. Ancak, iktidara geldikten sonra tutumlarını esnekleştirirler. Türkiye’yi gözetirler ve soykırım tasarısının kongreden geçişini engellerler. Bunun en önemli ve son örneği Clinton yönetimi döneminde yaşandı.
Ancak bu defa durum biraz daha farklı.
İnanılması son derece güç bir durumla karşı karşıyayız. Sadece bizler için değil , aslında başta Amerikan toplumu olmak üzere, bütün dünya için inanılmaz bir sonuç.
Obama’nın, Amerika Birleşik Devletleri’nin başına geçmesi ve Beyaz Saray’a oturmaya hazırlanması, gerçekten inanılmaz bir sonuçtur.
Ancak olanlar oldu.
Amerikan toplumu bir devrim gerçekleştirdi.
Amerikan toplumu bir tabuyu devirdi.
Bir zamanlar, Beyazlarla aynı tuvalete dahi girmesine tahammül edilemeyen Siyahlardan biri, Beyazların egemen olduğu bir Süper Güç’ün başına geçiyor. O Siyahlar ki, Beyazlar tarafından köle olarak getirilmiş ve uzun yıllar boyunca esir muamelesi görmüşler, baş kaldırdıkları zaman dayak yemişler, hatta canlı canlı yakılmışlardı.
İşte o siyahlardan biri, ailesi halen Kenya’nın bir köyünde yaşayan Obama, bugün dünyanın en güçlü insanı oldu.