Mehmet Ali Birand

Tango ve samba ülkelerinden geliyorum…

16 Aralık 2008
Bayram tatilinde, önce Arjantin’e, oradan da Brezilya’ya gittim. Yarından itibaren size bu dünyaları anlatacağım. Nasıl olsa siyaset ve günlük sorunlar hepimizi kucaklayacak. İyisi mi, onlar bizi hapsetmeden, biraz farklı konuları paylaşalım...

Rüya gibi geldi ve geçti.

Herhalde uzun yıllar bir daha 10 günlük bir bayram tatili yaşayamayacağız. Bu defaki harika düştü. Bende, yıllardan beri düşlediğim bir gezi yapabildim. Eşim Cemre ile birlikte, önce tangoların ülkesi Arjantin’e, oradan da sambaların dünyası Brezilya’ya gittik.

Her ikisi de Türkiye’den öylesine uzak, günlük yaşamımızı boğan sorunlardan o kadar farklı iki ülke ki, kendimi mars gezegeninde dolaşıyormuş gibi hissettim.

Ne olursa olsun, yine de insan kendi yuvasından ve yaşamından kopamıyor. Dönüp dolaşıp bulunduğunuz yeri, yaşadığınız yerle karşılaştırıyorsunuz.

İstanbul mu daha güzel, yoksa Buenos Aires veya Rio de Janerio mu?  Başka bir yerde yaşamak isteseniz, hangisini tercih edersiniz?

Her yerin kendine özgü güzellikleri, çirkinlikleri var.

Bu hafta fırsat yaratıp, size gördüklerimi, yaşadıklarımı anlatmak istiyorum.

Bundan önceki bayram’da Çin’e gitmiştim ve dönüşte hayret dolu gözlemlerimi sizlerle paylaşmıştım.

Yazının Devamını Oku

Yaşar Kemal ödülü onurlandırdı

6 Aralık 2008
Kültür ve Sanat Büyük Ödülünü Yaşar Kemal, Alaettin Yavaşça ve Turgut Cansever’e vererek, Cumhurbaşkanı Gül hepimizin kalbini de kazandı. Çok doğru bir seçim oldu. Ödül de, bu isimlerle daha değer kazandı.

Cumhurbaşkanı Gül, barış adamı olduğunu gösterdi. Bu yılki Kültür ve Sanat Büyük ödülünü, yazar Yaşar Kemal, bestekar Alaettin Yavaşça  ve mimar Turgut Cansever’e vererek gönülleri fethetti. Bu isimler, aynı zamanda ödülü de değerlendirmiş; onurlandırmış oldular. Hele Yaşar Kemal’i hepimiz ayakta alkışladık.  Ona geç kalmış bir teşekkürü, geç kalmış bir saygı gösterisini yerine getirmiş olduk.

NİCE BAYRAMLARA...

 

Haftaya Kurban Bayramı ve ben  çok uzaklarda olacağım. Bayram tatili uzun olunca yine Cemre’yi  kaptım ve dünyanın başka köşesine gitmeye karar verdik. Dönüşte, gördüğümü ve yiyip içtiğimi anlatacağım. Bundan dolayı gelecek hafta birlikte olamayacağız.

 

Şimdiden Bayramınızı kutlarım...

Yazının Devamını Oku

PKK bitmez, ancak terörü etkisizleştirebiliriz.Nasıl mı?

5 Aralık 2008
Kendimizi aldatmayalım ve genel yaşamımızı da buna göre ayarlayalım: 1) Kürt Sorunu hiçbir zaman bitmeyecektir. 2) PKK hiçbir zaman yok olmayacaktır. Ancak bazı adımlarla atılırsa, önce Kürt sorununun ağırlığı azalır, ardından da PKK marjinalleşir. Hayatımızdaki yeri daralır. İdeal varılacak sonuçta budur. Yeter ki uzmanların ortak görüşlerine değer verilsin ve bazı adımlar uygulansın.

Genelde hepimiz PKK teröründen hemen kurtulmak istiyoruz. Görüşüne inandığımız uzmanların da, topluma reçete vermelerini bekliyoruz.

           

Bana da zaman zaman okurlarımdan aynı sorular geliyor:

           

...Ne yapmalıyız? Bu sorunu nasıl çözeriz..”diyorlar.

           

Bu sorunu çözebilmek için tek reçete yok. Ben de, kendi birikimimi, diğer görüşlerine inandığım uzmanların, askerlerin ve politikacıların reçeteleriyle karıştırdım ve sizler için Ortak bir Reçete hazırladım.

           

Yazının Devamını Oku

Avrupa, AKP’ye sempatisini kaybediyor…

4 Aralık 2008
Avrupa Parlamentosu Türkiye raportörü Ria Oomen-Ruijten, yıllık raporunu ve karar taslağını hazırladı. Yakında tartışmaya açılacak. Ria da, diğer Avrupalılar gibi, Türkiye’nin Avrupadan uzaklaştığı izlenimi taşıyor. Kaygılı bir tonda yazdığı rapor, bir çok gerçeği yüzümüze vuruyor.

Geçen gün, Avrupa Parlamentosunun Türkiye raportörü Ria Oomen-Ruijten  ile buluştuk. Her zaman olduğu gibi, yıllık raporunu ve bu rapora dayandırdığı karar tasarısını  tamamlamak için gelmişti.

Ria, son derece  tarafsız, Türkiye’nin  tam üyeliğine inanan ve yazdığı raporun gerçekçi olmasını isteyen bir parlamenterdir. Geçen yılki raporunu hatırlayanlar bana hak vereceklerdir.

Türkiye hakkındaki karar  tasarısı da  önümüzdeki haftalarda, Avrupa Parlamentosu genel kurulunda oylanacak. AB Komisyonu raporu ile birlikte ele alındığı zaman, 2008 yılının bir bilançosu ve 2009 yılından beklentiler ortaya çıkar.

Ria, çeşitli başkentlerde de duyduğum kuşku ve kaygıları yansıtıyor. Benimle konuşmasında da kaygılarını paylaştı.

Kaygıların başında da, AKP hükümetinin reformlar konusundaki duyarsızlığı geliyor.

Hep aynı sorular soruluyor: “AKP neden durdu?”

Hatta zaman zaman “Acaba AKP, Türkiye’yi tam üyeliğe taşımaktan vaz mı geçti?” sorusu da ekleniyor. Önümüzdeki aylarda bu soruların daha da artacağını şimdiden beklemeliyiz.

Avrupa Parlamentosunun yakında tartışıp, gerekirse bazı değişiklikler yaptıktan sonra oylayacağı karar tasarısında da hep aynı tespit var.  Siyasi partilerin ve toplumun giderek kutuplaştığı, bölünmenin derinleştiği ve bunun sonucu reform sürecinin durakladığı üzerinde duruluyor.

Yazının Devamını Oku

Türkiye’yi islamcı ve milliyetçiler yönetecek

3 Aralık 2008
ABD’nin hazırladığı istihbarat değerlendirme raporu, çok temel bir gerçeği ortaya koyuyor. Rapora göre, Türkiye önümüzdeki 15 yılda islamcı ve milliyetçi çizgilerin birleştiği bir politika izleyecek... Bu süreçte Türkiye’nin AB dışında kalması halinde, islamcı ve milliyetçi akımlar daha da güçlenecek... İşte, laikçilerin farkında olmadığı tehlike bu…

Amerika’da her yıl Ulusal İstihbarat Konseyi (NIC) tarafından özel bir rapor yayınlanır.

Adı, Küresel Eğilimler : 2025. 

Bu rapor sürekli yenilenir ve önümüzdeki yıllarda nelerin gerçekleşeceği tahmin edilir. Yanlış anlamayın, komplo teorilerinden oluşan veya fal meraklısı uzmanların yazdıkları bir rapor değildir bu. Tam aksine, Amerikan istihbarat raporları, Washington’un tüm düşünce kuruluşları ve ülke başkentlerinden gelen bilgilerin bir araya getirilip ortaya çıkarılan bir değerlendirmedir. Çok ciddiye alınan, siyasi-askeri ve ekonomik karar alıcıların izledikleri ve dikkate aldıkları bir rapordur. 

Bu raporun 2008 versiyonu yayınlandı. 

Türkiye hakkındaki tahminleri bakın nasıl: 

“...Türkiye önümüzdeki 15 yılda islamcı ve milliyetçi çizgilerin birleştiği bir politika izleyecektir...Bu eğilimler daha da güçlenecektir... Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği konusunda karamsarlık artmaktadır... Böyle bir olasılıkta da, öngörülen İslamcı ve Milliyetçi akımlar daha da güçlenecektir...” 

Son derece doğru bir değerlendirme. 

Türkiyemizde giderek kabaran islami akımlar ve milliyetçilik dalgasının önündeki en büyük engel Avrupa Birliği’dir. 

Yazının Devamını Oku

Ekonomi, Babacan’ı göreve çağırıyor…

2 Aralık 2008
Kimseler alınmasın, ancak yaşadığımız kriz doğru dürüst yönetilemedi. Başbakan’ın inişli çıkışlı bir performansı vardı. Asıl beklenti ekonomi ekibinin bu boşluğu doldurmasıydı ki, o da gerçekleşmedi. Ekonomi çevreleriyle konuştuğunuzda, Ali Babacan mumla aranır durumda. Babacan topluma güven vermiş. Bu da, IMF ’den gelecek kredi kadar önemli.

Bir ülkenin ekonomisi son derece değişik unsurlardan etkilenir. Sadece, ihracatın ithalata oranla daha fazla olması, dış kaynağın bolluğu ve genel yapının sağlamlığı yetmez. Ekonomiyi yönetenlerin tutumu, vücut dilleri, saptamaları ,söyledikleri sözler  son derece önemlidir. Özellikle, işler yolunda gitmemeye başladığında yöneticilik rolleri daha ağırlıklı olarak öne çıkar. Herkesin gözü, lider durumundaki yöneticilere döner. Tek cümlelerinden bir anlam çıkarılır. Duruma hakim olup olmadıkları tartılır. Toplumun algısı, ya yöneticilere güveni arttırır veya aksine krizi derinleştirir.        

Örnek verirsek, son birkaç aydır ülkemizde yaşananlara atıfta bulunabiliriz.         

Eylül ayında, Lehman Brothers’ın çökmesiyle birden bire manşetlere çıkan parasal krizi Türkiye’de önce iş çevreleri, hakkını vererek  algıladı. Hele ardından ,hemen hergün Washington’dan önlem paketi haberleri çıktıkça, Türk kamu oyundaki kaygılar daha da büyüdü. Herkes Ankara’ya döndü… 

Başbakan Erdoğan ise, “Türkiyemizin pek etkilenmeyeceğini… Krizin teğet geçebileceğini…Hamdolsun durumun kötü olmadığını” söylemekle yetindi. Son derece soğukkanlı şekilde davrandı.           

Başbakan aslında bilgisizlikten değil, iletişim politikasını iyi algılayamadığından dolayı ve sırf “Halkı telaşlandırmayalım” gerekçesiyle böyle hareket etmişti. Oysa bilemediği veya hesaplayamadığı konu, toplumun bu söylemi çoktan aştığı idi..Halk tehlikeyi net şekilde algılamış ve yatıştırma yerine, tam aksine krize karşı hangi önlemlerin devreye sokulacağıyla ilgili haberleri istiyordu.  

İş çevreleri baskısını arttırıp ardı ardına “Ankara duyarsız… Plan program hazırlanmalı…Önlem paketi yok…”demeçleri verince , Başbakan bu defa sinirlendi. Bu uyarıları veya beklentileri kendine karşı bir siyasi komplo gibi algıladı. 

Hadi Başbakan böyle davranıyordu da, ekonominin dümenini bıraktığımız, Hazine Bakanı Mehmet Şimşek, Maliye Bakanı  Kemal Unakıtan ve Ekonomiden sorumlu Bakan  Nazım Erken de, herhalde patronlarıyla ters düşmemek için, aynı yaklaşımla toplumun önüne çıktılar. Başbakana ya söz geçiremediklerinden veya söz söylemekten korktuklarından dolayı, ne kriz uyarısı yapabildiler, nede önlem paketi hazırlığı ile topluma güven verebildiler.  

Taaki kriz artık saklanamaz noktaya gelene kadar. Ondan sonrasında hem Başbakanın söylemi değişti, hem de hazırlıklar (özellikle de IMF’le anlaşma) toplumu bir ölçüde rahatlattı. 

Yazının Devamını Oku

Futbolcunun ciddiyetsizliği

29 Kasım 2008
GS futbol takımının 1-0’lık mağlubiyeti, iki farklı dünya ve iki farklı yaklaşımın simgesiydi. Laubali bir Türk futbolcusunun bir hatası ve diğerinin oyuna asılması, bir anda nelerin değişebileceğini gösterdi. Hele bu hatayı Servet gibi biri yaparsa, işin vahameti daha da artıyor.

GS ile Ukrayna’nın Metalist takımı arasındaki maçın sonucu futbol dünyasındaki iki farklı yaklaşımı gözlerimizin önüne serdi.

 

Her iki takımın oyuncuları milyonlar kazanıyor. Yüzbinlerce taraftardan kar-kış demeden destek alıyor. Omuzlarda  taşınıyorlar.

 

İşte onlardan biri (GS)  ister ciddiyetsizlik, ister dikkatsizlik deyin, bir anlık hata yapıyor ve belki de  kulübünü milyonlarca dolar zarara sokuyor. O buz gibi  havada tribünleri doldurmuş olan taraftarları hüsrana uğratıyor.

 

Diğeri ise (Metallik) kendinden üstün rakibini son dakikaya kadar kovalıyor. Maçtan düşmüyor. Oyun disiplinini bozmuyor ve o bir anlık hatayı yakalayıp maçı kazanıyor.

 

Yazının Devamını Oku

Devletin içindeki pisliği temizleyin

28 Kasım 2008
Herşey biliniyordu da, gerçekler Susurluk ile 1996 yılında su yüzüne çıktı ve bugüne kadar hala aynı konuyu tartışıyoruz. Devletin, içeride ve dışarıda bizzat yönettiği veya görmezden geldiği koşullarda yasa dışı yapılanmalar var. Bunlar insanları öldürüyor, baskınlar yapıyor ve bir şekilde kollanılıyorlar.

Ben kendimi bildim bileli hep vardı. Hep yasa dışı, denetim dışı çalışanlarla ilgili haberler çıkar ancak pek sonu gelmezdi.

Devletin içindeki karanlık yapılanmalar, 1970’lerden itibaren, önce sözde “komünistlere” karşı başlatıldı. Ancak, sayıları kısıtlıydı. Asıl yapılanma, 12 Eylül darbesiyle ve askeri yönetim eliyle yaygınlaştırıldı ve 1990‘larda, PKK ile mücadele  adına kontrolden çıktı.

Adeta emme basma tulumba gibi işleyen bir mekanizma ile karşı karşıyayız.

Madalyonun bir yanında, hepenizin bildiği örgütler var. Bunlar “vatan uğruna” hareket eden, kimi laiklik ve toprak bütünlüğü; kimi PKK’lı veya gavur avı adına  mücadele ederler.

Bir bölümü legal çalışırlar. Eskiden, bozkurtlar bu piyasaya hakimdi. Bahçeli, MHP’nin gençlik kollarını  sokaktan kurtardıktan sonra, bunların yerini, asker emeklilerinin kurdukları  dernekler almıştır.

Bir de yarı mafya, yarı “delikanlı” guruplar vardır ki, milliyetçilik adına herşeyi yaparlar.

Ergenekon davası, madalyonun bir yüzünü ortaya çıkarıyor. İnanılmaz komplolar öğreniyoruz. Ancak yetersiz kalıyor. Zira Ergenekon’dakiler  birer piyon.  Asıl ipleri tutanlar, yani bu yasa dışı faaliyetleri, kimi zaman yöneten-teşvik eden veya görmezden gelenler ise T.C. Devletinin içinde.

Devletin hemen her katında karanlık bir oluşum var. Polis, MİT, jandarma ve asker...

Yazının Devamını Oku