Adı “Kürt Sorunu’nun Çözümüne Dair Bir Yol Haritası. Bölgeden Hükümete Öneriler”.
İlginç yanı. Bu rapor, Güneydoğu’da siyasi eğilimler dernekler ve çok sayıda, Kürtler arasında lider konumunda olan, sözü dinlenen kişilerle yapılan görüşmelerin ortak noktalarını açıklıyor
Şimdiye kadar ”çözüm önerileri” hakkında nice çalışma, anket, hatta değerlendirme yayınlandı. Hiçbiri TESEV’in ki gibi, sivil zemindeki ortak görüşmeleri toplamıyordu. Siyasiler, askerler ve medyanın çok ilgisini çekmesi gereken bir çalışma.
Raporun ortak noktası, Kürt sorununun çözümünün “olmazsa olmazı” dil ve eğitim olarak ortaya çıkıyor.
Son dönemlerdeki gelişmelere birlikte baktığınız zaman, AKP açısından son derece önemli bir saptamayı görmezden gelemezsiniz.
İktidara değişim için gelen, kemikleşen resmi politikaları, tabuları yıkacağını ve bu ülkeyi gerçek bir demokrasiye dönüştüreceğini söyleyerek oy alan AKP, bugün bakıyorsunuz, resmi sistemin bir parçası durumuna gelmiş.
Bu partiyi ilginç yapan , bu değişim yaklaşımıydı.
Artık bıkkınlık veren ve sürdürülmesine rağmen hiçbir sonuç alınamayan yaklaşımların dışına çıkılacaktı. Nitekim ilk başlarda da gerçekten herkesi meraklandıran, ülke ve Uluslararası toplumun büyük bir bölümünün alkışını alan adımlar attı.
Ak Parti (AKP), ilk başlarda İnsan Haklarına, Fikir Özgürlüğüne, Sivil Hareketlere son derece saygılı, hatta bunların bayraktarlığını yapan bir parti olarak karşımıza çıkmıştı.
Bu nedenle de aydın kesimden, liberallerden çok alkış ve destek almıştı.
Ermenilerden Özür Diliyoruz kampanyası, AKP’nin zaten bir süredir erozyona uğrayan bu imajını daha da bozdu. Hatta ilk dönemlerdeki tutumuna temelden ters düştü.
Bunun en belirgin örneği, Başbakan’ın hemen tepki göstermesi ve bu hareketin zararlı olduğunu söylemesiydi. İktidarın başındaki bir kişinin verdiği bu işaret, resmi ideolojiye bağlı tüm kesimleri harekete geçirmeye yetti.
Ülkemiz Demokrasiyle yönetiliyor olabilir. Ancak, bireysel olarak bu toplumun bir bölümünün demokrat olmadığı, işine geldiğince, aynı görüşleri paylaştığınız sürece demokrasi oyunu oynadığı, kendine ters düşen görüşlerle karşılaştığında ise gerçek haline dönüştüğü, yani tahammülsüz ve “benim dediğim doğrudur” diyen, uzlaşmasız bir toplum olduğu, son tartışmalarda bir defa daha ortaya çıktı.
Ermenilerden Özür Dileyelim kampanyası, yeni bir Pandora kutusunun kapağını açtı ve içindeki cinler etrafa dağıldı.
İbretle izlenecek gelişmeler yaşanıyor.
Yine kan gövdeyi götürüyor.
“Turist” diye adlandırılan kişiler aynı mahluklardır. “Mahluk” sözünü kötü anlamda kullanmıyorum. Normal bir insanın tepkilerini göstermeyen, ziyaret ettiği farklı yere gelir gelmez değişen, herşeyi başka gözle gören, normal olarak verdiği tepkileri başkalaşan bir insan anlamında kullanıyorum.
Çok defa turist oldum.
Çok defa turist gibi davrandığım için, ne dediğimi iyi biliyorum.
Turist, iş için dolaşmaz. Yani şirketinin parasıyla yabancı bir yere giden değildir. Turist cebinden harcar. Bundan dolayı da, gittiği yerde çok kötü muamele görmediği, inanılmaz derecede kazıklanmadığı taktirde, herşeye pozitif bakar. Ufak tefek yanlışlıkları görmezden gelir. Yer seçimini kendi yaptığından dolayı da, gittiği yerin dünyanın en güzel yerlerinden biri olduğuna kendini inandırır. Geri döndüğünde, ne kadar çok eğlendiğini ve gördüğü güzellikleri anlatacağından dolayı, şakır şakır yağmur altında dolaşsa, kayak yapmak için gittiği dağ’da yeterli kar bulamasa dahi yine de memnun olacaktır.
Ciddi bakışlı, içine kapanık Arjantinlileri bırakıp Rio’ya hareket ettiğimizde, elimdeki haritaya baktım, Brezilya komşu ülke görünüyor. Ancak pilot 3 saat uçacağımızı söyleyince daha dikkatli inceledim ve baktım ki, Latin Amerika kıtası çok büyük ve mesafeler de inanılmaz uzaklıkta.
Buenos Aires’te ne varsa, Rio’da herşey farklı çıktı.
Arjantin’liler, ciddi, içlerine kapanık insanlar. Esmerler ancak hiç siyah yok.
Brezilya’lılar ise, her günleri havyar ve şampanya ile geçen, eğlenceden başka birşey düşünmeyen, samba ve futbol dışında başka birşeyle ilgilenmeyen bir toplum izlenimi veriyor.
Dünya’nın her yanında insanlar aşağı yukarı aynı reflekslerle yaşıyorlar. Nereye giderseniz gidin, bizim gibi onlarında tarihi bir veya birkaç liderleri var... Onlar da spordan heyecanlanıyorlar. Kimi futbol, kimi kriket, kimi beyzbol delisi oluyorlar.
Ancak çok az ülke, Arjantinliler gibi müzikleriyle yaşıyor. Hep söylenirdi de, böylesine hayatlarının bir parçası olduğuna inanamazdım.
Gidip gördüm ve hem büyülendim, hem de hayran kaldım.
Sabahı, gecesi veya gündüzü müzikle dolu bir ülke. Herhangi bir müzikten söz etmiyorum. Arjantinlinin hayatı tango... İlk başta, bunu turistik bir atraksiyon sandım. Ancak Buenos Aires’in sokaklarında dolaştıkça, kahvelerine girip çıktıkça, akşam yemeklerine ve showlarına gittikçe, tangonun Arjantinlinin günlük yaşamının bir parçası olduğunu anladım.
Ben, Buenos Aires’i görene kadar İstanbul’u dünyanın en güzel kenti sanırdım. Meğer kendi kendimi aldatıyormuşum. Arjantin’in başkenti ile, doğup büyüdüğüm İstanbul karşılaştıma dahi kabul etmez.
İstanbul’u “dünyanın en güzel kenti” olarak görmediğim, Buenos Aires’i tercih ettiğim için bana kızmayın. Anlatınca, bana hak vereceksiniz.
Bayram tatili 10 gün olunca, kendimi Cemre ile birlikte yıllardır merak ettiğim Buenos Aires-Rio turuna attım.
İlk durağımız Buenos Aires oldu... Çok methedilmişti, ancak böylesine etkileneceğimi tahmin edemezdim.