Mehmet Ali Birand

Başbakan Brüksel’i ikna etti, ancak…

21 Ocak 2009
Başbakan Erdoğan’ın Brüksel gezisinin, AB Komisyonu Parlamentosu ve AB uzmanları tarafından nasıl karşılandığını, bıraktığı izlenimi sordum. Aldığım yanıtlar, medyadaki haberlerin aksine olumluydu. Olli Rehn’in sözü aynen şöyle : “Eğer Türk-AB ilişkileri, Erdoğan’ın her gelişinde böyle sıçrama yapacaksa, Başbakan Brüksel’e daha sık gelmeli”.

Başbakan’ın Brüksel gezisini bizim medyadan izlemeye çalıştım ve çok olumsuz bir izlenim aldım.

İzlenim, Erdoğan’ın, Türkiye-AB ilişkilerinden çok Gazze  olayından söz ettiği, Hamas’ı övdüğü ve Avrupalıları sert şekilde eleştirdiği şeklindeydi.

Merak ettim ve dün sabah hem AB Komisyonu, Avrupa Parlamentosu,  hem de  Başbakanı Brüksel’de izleyen, görüşen Sivil Toplum Örgütleriyle konuştum. Müzakerelere giren yetkililere sordum: 

“Türk Başbakanının sizde bıraktığı izlenim neydi? Kuşkularınızı giderdi mi? Hamas’ın avukatlığını mı yaptı?” 

Aldığım yanıtlar, medyada okuduklarıma oranla çok farklıydı. 

Olli Rehn’in bu konudaki açık sözü şu: “...Eğer  her gelişinde Türk-AB ilişkileri böylesine bir sıçrama yapacaksa, Erdoğan buraya daha sık gelmeli...”. 

AB Komisyonu, resmi görüşmelerde Hamas ve Gazze konusunun gereğinden fazla yer tutmadığını, ağırlığın karşılıklı ilişkilerde kaldığını belirtiyor. “Erdoğan, ilk gün bir Sivil Toplum Örgütündeki konuşmasında Gazze’ye yer verdi, sonra üstüne gitmedi.” diyen bir yetkili, “Erdoğan buraya, Komisyon ve Parlamentoyu ikna etmeye gelmişti ve başardı. Yani, AB projesini buzdolabına kaldırmadığı, Avrupa projesinden kesinlikle vazgeçmediği ve son yıllardaki duraklamanın bittiğini gösterdi ve Komisyonu inandırdı. Şimdi beklenen, Başbakan’ın  Nabucco projesiyle ilgili kararını vermesi ve müzakere başlıklarında ilerleme olup olmayacağı. Yani, bu gezi bizce aksi ispatlanana kadar olumlu geçmiş ve yeni bir süreç başlatmıştır.” şeklinde devam etti.

Türkiye'nin yıldızı Nabucco ile parlıyor 

Yazının Devamını Oku

Erdoğan kendi çocuğunu ölüme mi terk edecek, yoksa…

20 Ocak 2009
Başbakan’ın dünkü Brüksel ziyareti son derece önemli. Zira, bir sorunun yanıtını bulacağız. Soru da şu: AKP Avrupa dosyasının raftan indirip, AB’ye yürüyüşünü yeniden başlatmayı mı hedefliyor, yoksa eleştirileri hafifletmek için basit bir göz boyama operasyonunun bir parçası mı? Acaba AKP, hakkındaki kuşku ve kaygıları AB projesini canlandırarak mı yanıtlama sürecine giriyor?

Başbakan Erdoğan dün Brüksel’deydi. 

2004 aralığında, ben de oradaydım ve çok iyi hatırlıyorum, aynı binada gözleri pırıl pırıl tarihi bir açıklama yapıyordu. "Türkiye tarihin seyrini değiştirip, AB ile katılma müzakerelerine başlayacak. Rüyalar gerçekleşecek. Ülkemiz birinci lige çıkacak...” diyordu.            

Bu bebek Erdoğan’ın çocuğuydu. Yıllarca uğraşılmış, ancak gereken reformları o tamamlayabildi, cesur adımları o attı  ve Avrupa Birliği ile müzakereleri başlatma başarısı elde etmişti.           

Sonra, unutuldu.                      

Toplantılar yapılıyor, demeçler veriliyor, ancak somut bir gelişme yok. 6 ayda bir açılan 2 başlığın müzakeresine başlanmasıyla hiçbir yere varılamayacağı anlaşıldı. Ortada düğümlenmiş bir durum var. Nedenleri de sadece AB’den kaynaklanmıyor. Sadece Fransa veya Almanya’nın engellemeleri değil. AKP iktidarının da- özellikle Gül’ün Çankaya’ya çıkmasından sonra- bu süreci durdurmasıyla bu noktaya geldi.             

İşte önemli olan, Brüksel gezisinin bu düğümü çözüp çözemeyeceği, bu sürece yeni bir ivme kazandırıp kazandırmayacağıdır. Başbakanın kendi çocuğunu bitkisel hayattan kurtarıp kurtarmayacağıdır. 

Bu ziyaretten sonra, Türkiye ya Avrupa projesini raftan indirip, tekrar düğmeye basacak ve yok olma noktasına gelen bir süreci canlandıracak veya AB ilişkileri bugünkü gibi sürüklenmeye terkedilecek. Bu gezi ya  göz boyama, eleştirileri hafifletmek için yapılmış diyeceğiz veya aksine yeni bir başlangıcın sinyali olacak. Daha da dramatikleştirmek istiyorsanız, Erdoğan kendi çocuğuna yeniden hayat verip ayağa kaldıracak veya hastane odasında adeta ölüme terkedecek. 

Gezi bu açıdan son derece önemli. 

Yazının Devamını Oku

Yahudi aleyhtarlığını kışkırtıyoruz…

17 Ocak 2009
Yine sapla samanı karıştırmaya başladık. İsrail’in Gazze’deki katliamına tepki göstermekte haklıyız. Başbakan’ın duyarlığı da anlayışla karşılanabilir. Ancak, İsrail’i protesto kisvesi altında, aşırı gruplarca Yahudilere karşı son derece tehlikeli bir kampanya sürdürülüyor ve hükümet seyirci kalıyor.

Yine sapla samanı karıştırmaya başladık.

İsrail’in Gazze’deki katliamına, dünya’nın gözüne sokar gibi, kimseleri umursamadan, çoluk çocuk demeden insanları öldürmesine hepimiz tepkiliyiz. Ben, bunca yıldır  ilk defa, bu köşe’de İsrail’in  cinayet işlediğini, bu duruma göz yuman ABD’nin de suça katıldığını yazmıştım.

Kamuoyundaki infial son derece haklı.

Başbakan da, şimdiye kadar ilk defa İsrail’in askeri bir harekatına büyük bir tepki sergiledi. AKP iktidarı, yine ilk defa, İsrail ile ilişkileri zedelemek pahasına, ağır konuşuyor, kampanyalar açıyor, Arap ülkeleri first lady’leri İstanbal’da doruk yapıyor. Türkiye ilk defa, böylesine yaygın bir karşı duruş sergiliyor.

Bütün bunlar, İsrail’in Gazze’deki  tutumu karşısında doğal görülebilir. Bu kadar olmasa dahi, Avrupa’da da sert tepkiler var.

Ancaaak, bizdeki gelişme belirli bir sınır içinde kalmıyor. İsrail aleyhtarlığı, yahudi düşmanlığına dönüştü.

İktidardan kaynaklanan tepkiler,  aşırı dinci gurupların harekete geçmesine yol açtı. Bir bölüm  medyadaki yazılar, yapılan gösteriler, açılan  afişler işin amacını ve tadını kaçırma noktasına geldi.

Bazı otellerde, dükkan, lokantalarda “Buraya köpekler, Yahudiler ve Amerikalılar giremez” sloganları görülmeye başlandı. Türk vatandaşı  Yahudilerin cep telefonlarına  yollanan ölüm tehditleri, açıkça yapılan hakaretler, artık tehlike sınırına dayandı.

Yazının Devamını Oku

Org. Başbuğ’un sıkıntılı süreci

16 Ocak 2009
Şu sıralarda, konumu itibarıyle en sıkıntılı durumdaki kişi kuşkusuz Genelkurmay Başkanıdır. Bir yandan yasalara uyum göstermek, Ergenekon soruşturmasına karşıymış izlenimi vermemek, öte yandan da hem TSK içinden ve dışından gelen baskılara direnmek, huzursuzlukları yatıştırmak hem de kurumun yıpranmasını engellemek ve bütün bunların yanı sıra terörle mücadeleyi eksiksiz sürdürmek gibi, son derece güç bir konumda...

Şu sıralarda, konumu itibarıyle son derece güç ve sıkıntılı olan çok kişi sayabilirim, ancak biri var ki, durumu kimselere benzemiyor.

 

Genelkurmaş Başkanı Org. İlker Başbuğ’dan söz ediyorum.

 

Ergenekon soruşturması, kurumlar arasında en çok Türk Silahlı Kuvvetlerini rahatsız etti. Pek açık seçik söylenmiyor, ancak satır aralarında TSK mensupları suçlanıyor. İma ederek veya dolaylı şekilde, muvazzaf  olsun, emekli olsun askerin sorumluluğuna  dikkat çekiliyor.

 

Genelkurmay Başkanlığı bir kaç kesimin  kıskacına alınmış durumda.

 

Yazının Devamını Oku

Ergenekon kolay bitmeyecek

15 Ocak 2009
Eğer bu işin sonuna gelindiği gibi bir izlenimizi varsa, unutun. Her yeni gözaltı başka bir kapı açıyor, yeni bir soruşturma başlatıyor. Hele hazırlıklı olalım. Eğer söylentiler gerçek çıkarsa, olayın daha da genişlemesini bekleyin.

Ergenekon, toplumdaki bölünmüşlüğü giderek daha da arttırıyor. Soruşturmayı sürdüren ve de yönetenler mutlaka ne yaptıklarını biliyorlardır. Ancak “tarafsızlık” adına konuşmak istemediklerinden dolayı olacak, gelişmeler kamuya tam yansıyamıyor. Tam olarak ne yapılmak istendiği anlatılamıyor. Daha da kötüsü olay giderek siyasileşiyor.

 

Bir kesim, “cumhuriyet değerlerini korumak” adına faaliyet gösteren muhalif güçlerin yok edilmek istendiğine inanıyor.

 

Bir başka kesim,  toplumda kargaşa yaratarak Silahlı Kuvvetleri  müdahele etmeye zorlamak isteyenlerin yakalandığına inanıyor.

 

Şimdiye kadar 10-11 gözaltı dalgası yaşandı.  Genel beklenti veya genel kanaat, artık gözaltılar dalgasının sonuna gelindiği şeklinde.

 

Yazının Devamını Oku

Yargı hep böyle hoyrattı, siz şimdi farkettiniz…

14 Ocak 2009
Ergenekon ile ilgili olarak, kamuoyunda en yaygın eleştiri, gözaltına alma yöntemi ve davanın oluşturulma şekli. Yaşanan hoyratlıklara tepki artıyor. Kamuoyunun büyük bölümü, meğer farkında değilmiş. Oysa yargı ve polis hep böyleydi. Hep kaba, hep aşırı, hep özensiz. Şimdi yargı reformunun neden önemli olduğunu anladınız mı ?

Ülkemizin en sık tekrarlanan, en büyük yalanlarından bazıları, “Adaletin şefkatli kollarına kendimizi teslim etmemiz” gerektiği sloganıdır...” Polise güvenin, o sizi kanatları altında korur” de bir başka klişedir...Hele bir de “ Yargı mutlaka doğruyu bulur ve kimin haklı, kimin haksız olduğunu saptar” var ki, harikadır...

 

Ergenekon çerçevesinde yaşanan olaylar, bütün bu sloganların tamamen yanlış olduğunu gösterdi. Aslında gerçeği bilenler, zaten bu klişelere hiç inanmazlardı. Hiç değişmeyeceğini bildiklerinden dolayı da, bu tip muameleleri normal karşılarlar.

 

Diğer bir bölüm daha var ki, onlar , zanlılara kötü ve hoyratça muamele edilmesinden hiç rahatsız olmaz. Aksine ,karakollarda dayak atılmasını savunurlar. Bir sanığın, hatta bir katilin de  bazı hakları olduğuna inanmazlar.

 

Ben toplumun, polis ve yargıya işi düşmemiş bölümündeki hayret dolu tepkilere değinmek istiyorum. Onlara “saflar kesimi” de diyebilirsiniz. Polise şikayete veya sorgulanmaya hiç gitmemiş, karakola uğramamış, savcıların önünden geçmemiş, mahkemeye hayatından uğramamış olan çoğunluktan söz ediyorum.

 

Yazının Devamını Oku

Birileri sapla samanı karıştırıyor da, acaba kim?

13 Ocak 2009
Hasan Cemal bizleri yine uyardı. Ergenekon’un önemini bilen bir kesimden çıkmaya başlayan eleştirilere dikkat çekip “Arkadaşlar sapla samanı karıştırmayın. Bu kadar naif olmayın” dedi. Bu uyarıyı üstüme alındım ve kendi kendime sordum : “Ergenekon soruşturmasının açılmasından bu kadar memnuniyet duyarken, şimdi neden soru işaretleriyle doldum?

Hasan Cemal’ in geçen Cuma günkü yazısı önemliydi.

           

Ergenekon soruşturmasının hafife alınmaması gerektiğini, hukukun bu ülkede “hukuk üstü” sanılan bazı yerlere dokunmaya başlamasının çok önemli bir olay sayılması gerektiğini belirtiyor ve” yoksa “darbe yolu” açmak için bu ülke suikastlarla, siyasi cinayetlerle, bombalarla altüst edilecekti... Gölbaşı’nda, Sapanca’da, Ümraniye’de ortaya çıkan cephaneliklerin bu çerçeve içinde anlamaya çalışın... Tamam Ergenekon soruşturmasında, yargılanmasında yaşanan bazı hukuksuzlukları, ölçüsüzlükleri eleştirelim, adil yargı için bastıralım... Amma sapla saman karışmasın... Öyle saf olmayın. Naiflik kaldırmıyor bu ülke...” diyor.(10.1.09 Milliyet)

           

Hasan Cemal’in yazdıklarının önemli bölümüne katılıyorum, ancak bir bölümünü   üstüme alındım. Yazının içinde kendime de mesaj buldum. Ben dahil, Ergenekon olayının ne anlama geldiğini bilen, Ergenekon’culardan zamanında zarar görmüş kişilerin, şimdi soruşturma ve davanın gidişiyle ilgili hoyratlıkları eleştirenlere seslenen Hasan, “bu kadar saf olmayın” demeye getiriyor.

 

Cemal’in ne demek istediğini çok iyi anlıyorum. Ancak öte yandan da, Ergenekon soruşturması konusunda bir ikilem yaşıyorum.

 

Yazının Devamını Oku

Bu davaya ince ayar gerekiyor...

10 Ocak 2009
Ergenekon davasının ertelenmesi çok doğru bir karar. Hem davanın içeriği, hem de savcılığın ne yapmak istediği konusunda bir “ince ayar” gerekiyordu ve galiba bu sürece girildi. Eğer bu fırsattan yararlanılıp, dava tekrar rayına oturtulursa ne ala, yoksa, çıkacak kararlar vicdanları rahatlatamayacak.

Türkiye’yi karanlıklardan çıkaracak, cerahatleri temizleyecek diye başlayan bir soruşturma ve davanın geldiği  noktaya bakın... Hoyratlıklar, abartılı gözaltılar ve amacını aşan, show yönü yüksek bir rejim kavgasına dönüşen bir süreç...

 

Çok yazık oldu.

 

Yapılan hatalar sonunda, artık bu davaya gölge düşmüştür. Eğer önümüzdeki günlerde, gereken “ince ayar” yapılabilir ve abartılı hoyratlıklar yerine, gerçekten adil bir sürece sokulabilirse belki kurtarılabilir. Aksi halde, davanın bitiminde çıkacak kararlar, kimseye inandırıcı gelmez. Vicdanlar  rahat etmez.

 

Eğer ortaya yeni, tutarlı bir veya birkaç iddianame çıkarılmaz, gözaltılar yeniden  bir  süzgeçten geçirilmezse, emin olun bu dava çok  uzun zürer. Bir süre sonra da, zaten unutulur. O zaman da, tüm çabalar boşa gitmiş olur. Sağlamların arasına sıkıştırılan çürükler de bu kargaşadan yararlanıp  kurtuluyorlar.  Türkiye temizlenme fırsatını kaçırıyor.

 

Yazının Devamını Oku