Paylaş
Başbakan ne zaman AB yetkilileriyle karşılaşsa, Dışişleri Bakanımız da ne zaman AB Bakanlarıyla bir araya gelse, hep aynı şikayet duyuluyor.
“…Avrupa Birliği Türkiye’ye farklı davranıyor. Başka hiçbir adaya göstermediği oranda yavaş bir tutum sergileniyor…”
Ankara son derece rahatsız.
Komisyonun ,açılacak paragraflarla ilgili tarama çalışmalarını dahi yavaştan aldığına dikkat çekiliyor. Açılan müzakere başlıklarının yetersizliği ve sürekli şekilde ortaya atılan, siyasi nitelikli engeller, Türkiye’yi açıkça soğutuyor.
Türkiye, AB’nin bu tutumunu gerekçe gösteriyor ve müzakerelerdeki yavaşlamanın Brüksel’den kaynaklandığını söylüyor.
AB cephesine bakacak olursak, onlar da Türkiye’yi işi yavaştan almakla suçluyorlar.
“…AKP iktidarı reformları tam anlamıyla serdi. Geçen yılı seçimlerden dolayı kaybetmiştik. 2008’i de Cumhurbaşkanlığı seçimi ve AKP’ nin Anayasa Mahkemesindeki davasıyla kaybettik…Gerçekleştirilmesi gereken büyük reformlar var. Ancak iktidardaböyle bir istek görülmüyor…” cümlesi sık sık duyuluyor.
Hatta daha da önemlisi, bazı başkentlerde Türkiye’nin AB hedefiilk defa sorgulanıyor. Genel izlenim, AKP’nin tam üyelik konusuna 2004 yılındaki gibi asılmadığı ve sürekli bir “ Aday adayı ülke” konumunda kalmayı içine sindirmeye başladığı şeklinde.
Anlayacağınız, ortada açıkça bir yavaşlama var, ancak bunun hangi taraftan kaynaklandığı konusunda herkes topu diğerine atıyor.
Adeta bu alanda bir yarış yapılıyor.
Türkiye-AB ilişkilerinin en önemli süreci, 2009 başından yıl sonuna kadarki dönemde yaşanacak. Aşağıda bulacağınız liste, size bu ilişkilerin nasıl etkileneceğini gösterecektir.
Avrupa Komisyonu, Türkiye gibi aday ülkelerin en büyük koruyucusu ve kollayıcısıdır. Dışardan bakanlar, Komisyon ile Konsey arasında bir fark görmeyebilirler. Oysa Komisyon, müzakereleri Konsey adına yürütür ve aday ülkenin tam üye olması için uğraşır. Örneğin Türkiye’nin tam üyeliği Komisyonun da başarısı demektir. İşte bu bağlamda, Komisyon üyeleri çok önemlidir.Türkiye’ye sıcak bakan, Türkiye’nin tam üyeliğini içine sindirmiş Komiserlerin yaklaşımları, aday ülkeler için büyük avantajdır. Bugünkü Komisyon, başta Genişlemeden sorumlu Komiser Rehn, Komisyon Başkanı Barosso, eski Genişleme sorumlusu Verheugen gibi, Türkiye’yi yakından tanıyan ve destekleyen isimlerden oluşuyor. Komisyon, 2009’un ilk yarısında değiştiğinde, karşımıza kimlerin çıkacağını bilemeyiz.Türkiye’ye ters bakan Komiserlerle işimiz çok daha güçleşecektir.
Türkiye- Avrupa ilişkilerini Avrupa Parlamentosu seçimleri de gerecek. Oy kazanmanın en kestirme yolunun Türkiye’ye saldırmak ,Türkiye’nin Avrupalı olmadığını iddia etmek olduğunu düşünürsek, Avrupalı Milletvekillerinin ellerinden geleni artlarına komayacakları sonucuna varabiliriz.
Nihayet, en sonuncu ve en önemlisi, Kıbrıs Rum gemilerine Türk limanlarının açılması konusu.Hatırlayacaksınız, Türkiye’nin Rum ticaret gemilerine ve uçaklarına hava alanlarını ve limanlarını açması için 2009 aralığındaki AB doruğuna kadar süre verilmişti. 2009 aralığına kadar, KKTC ve Rum Cumhuriyetinin bir anlaşmaya varamadıkları veya Türkiye, Gümrük Birliği çerçevesinde yükümlülüklerini yerine getirmediği taktirde, AB Konseyi müzakereleri tümüyle askıya alabilecek.
TIKANIKLIĞI AŞMANIN YOLLARI ARANIYOR...
Ortadaki gerçek, ilişkilerdeki tıkanıklığı aşmak için ne AB temel tutumunu değiştirmeyi düşünüyor, ne de AKP hükümetinden reformları hızlandırma konusunda olağanüstü bir çaba bekleniyor.
Böyle durumlarda hemen ek senaryolar üretilir. Deneme balonugibi, ortaya atılır ve tepkilere bakılır.
İşte bu yönde “Kademeli Üyelik” formülü, AB koridorlarına bırakılmış durumda. İlk deneme balonunu daMilliyet yazarı Kadri Gürsel köşesinde ortaya attı ve şöyle özetledi:
“Türkiye’yi AB’ye toptan sokmak çok fazla zaman alacaksa ve AB’nin koca ülkeyi bir anda sindirmesi zor olacaksa, Türkiye’yi AB’ye aşamalar halinde sokalım ve bunu yapmaya en mümkün ve en işlevsel olan alanlardan başlayalım”...
Gürsel, EDAM’ın (Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi) son Bodrum toplantısına katılan Avrupalı düşünce kuruluşlarındankaynaklandığı anlaşılan bu yaklaşımı şöyle anlatıyordu:
“Türkiye ve AB arasındaki, her iki tarafın da istekli gözüktüğü somut işbirliği alanlarından birinin enerji, diğerinin de savunma ve güvenlik boyutu olduğunu göz önüne alalım... Formül, örneğin savunma ve güvenlik boyutunda şöyle işleyecek: Türkiye önce sadece güvenlik ve savunma boyutunda AB’ye girecek ve bu politikaların belirlenmesi ve uygulanması ile sınırlı kalmak koşuluyla bir tam üyenin bütün yetkilerine sahip olacak...
Kademeli üyeliğin imtiyazlı ortaklıkla karıştırılmaması gerektiği toplantıda özellikle vurgulandı. İmtiyazlı ortaklık, tam üyeliğin yerine geçiyor; kademeli üyelik ise tam üyelik yolunda bir ara aşama sadece...
Kademeli üyelik AB sürecini canlı tutmak için ortaya atılmış bir fikir ve çok tartışılmaya muhtaç... AB’nin hukuki yapısı kademeli üyeliğe geçit vermiyor. Ama unutmamak lazım ki, bütün dönüşümler önce fikir düzeyinde başlar.”
Kadri Gürsel çok haklı. Özellikle Avrupa’da bu tip senaryolar önce fikir düzeyinde başlar, eğer herkes benimser ise, o zaman hukuki bir kılıf bulunur.
Doğrusunu söylemek gerekirse, bu çok tehlikeli bir formül... Üstelik, Ankara hareketsiz kaldıkça, bu tip formüllerden de kurtulamayacaktır.
Paylaş