ÜÇ yaşlarında bir çocuğun küçücük bir kutu süte, annesini görmüşcesine baktığını ilk defa o gün gördüm..
Sokakta karşılaştığım o çocuğun ismini hiçbir zaman öğrenemedim. Ankara’dan yanımda getirdiğim küçük kutu sütü uzattığımda, kız çocuğunun gözleri gözlerime değmişti. Unutamadım..
İlk gençlik yıllarında Attila İlhan’ın o güzel şiirini, Alpay’ın sesinden dinlerdik şarkı olarak..
Gözlerin gözlerime değince,
Felaketim olurdun ağlardım.
Bıkıp usanmadan çalar söylerdik o şarkıyı.. Felaket sözcüğü ilk defa o yıllarda dikkatimi çekmişti. Ama gerçek felaketin ne olduğunu, yıllar önce yine o gün gördüm.
Tarih 17 Ağustos 1999
17 Ağustos 1999’da, bütün Türkiye deprem felaketi ile sarsılmıştı. Depremin ertesi gününde Yalova’ya girdiğimde, karşılaştığım tabloyu tarif etmek mümkün değildi. Yıllar sonra Ankara Sanayi Odası binasında tadilata karar verdiğinde, binanın yeni deprem yönetmeliğine uymadığı ortaya çıktı. Hiç tereddüt etmeden eski bina yıkıldı. Ayrı yere daha modern ve deprem yönetmeliğine uygun yeni bir bina yaptılar.
Üstelik hiç kimse zorlamadan, güle oynaya..
Bunu öğrendiğim gün, o küçük kız çocuğunun gözlerindeki ifade tekrar gözümün önüne geldi. ASO, alkışlanacak bir karara imza atmıştı. Ancak bir şeyi de düşünmeden edemedim. Acaba Başkent’in kaç binası yeni deprem yönetmeliğine uygun değildi?
Bu sorunun cevabının ne zaman verileceğini kestirmek çok güç.
Tarih 17 Ağustos1668
Ankara’da deprem, Bala depremine kadar yeni kuşakların pek de tanıdığı bir kavram değildi. Her zaman yaygın olan kanaat, Ankara’nın deprem açısından güvenli bir kent olduğu idi. Oysa 430 yıl önce, 17 Ağustos 1668’de Ankara da büyük bir deprem ile sarsılmış.
Bu bilginin kaynağı, Dr. Caroline Finkel’in Londra üniversitesinden Prof. Dr. N. N. Abmraseys ile birlikte kaleme aldığı ’Türkiye ve Komşu Bölgelerin Deprem tarihi: 1500 - 1800’ isimli kitap. Dr. Finkel, 1999’da Milliyet Gazetesi’ne verdiği röportajda, şunları söylemiş:
"1668 Ankara depremi Kuzey Anadolu Fay Hattı üzerindeki en büyük depremlerden biriydi ve Bolu’dan Erzincan’a kadar uzanan alanı etkiledi. 1939 Erzincan depremine kadar bölgede büyük bir deprem faaliyeti görülmemiş olması, 1668 Ankara depreminin şiddeti hakkında bir fikir verebilir.
Avrupa kaynaklarından öğrendiğimize göre, 15 Ağustos’ta öncü şok Ankara kalesine, evlere ve surlara hasar verdi. İki gün sonra başlayan sarsıntılarla kalenin bulunduğu tepeden aşağıya kayalar yuvarlandı. Yer yarıldı ve içinden sülfürlü alevler yükseldi. Bir kaynağa göre, kadın ve çocuklar ağlıyordu... Erkeklerin içine düştüğü dehşet anlatılır gibi değildi. Herkes kenti boşaltarak dağlara, bahçelere, bağlara çekildi. Yalnızca kalenin Türk komutanı ve askerleri yerlerinde kaldılar."
Zor olan ve kolay olan
Caroline Finkel’in bu tespitleri üzerine, internette küçük bir araştırma yaptım. Deprem ile ilgili televizyonlara uzun uzun demeçler veren uzmanların ve uzman kuruluşların, 1668 yılında meydana gelen deprem ile ilgili bir açıklamasına rastlamadım.
Belki Ankara bundan sonraki 430 yıl boyunca tek bir deprem bile görmeyecek. Bunu bilmek, bugünün teknolojik imkanları ile mümkün görünmüyor. Ama doğal felaketlerin en karakteristik özellikleri de, beklenmeyen bir zamanda gelmeleri..
Yalova’da gördüklerimden ve yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey oldu. Normal bir yaşam akışı içinde binalarda deprem dayanıklılığı açısından tespitler yapmak, depremin yıktığı binlerce bina enkazı arasında hasar tespiti yapmaktan çok daha kolay..
Marmara depremi sonrasında sokakta karşıma çıkan o kız çocuğu gibi çocukları, artık sadece parklarda mutluluk içine oynarken görmeyi diliyorum.
Ve felaketin de, sadece Attila İlhan’ın o dizelerinde bir kadına duyulan aşkın yarattığı felaket olarak kalmasını..