YILLAR önce okulda ders sırasında duyduğum ve Türkçe karşılığı o gün dikkatimi çeken Almanca bir cümle, ’çirkinleşme’ sinyalleri veren yerel seçim sürecinde hafızamda kendini tekrarladı: ’Kent yaşayan bir organizmadır’..
Teknoloji çağının yaratıp geliştirdiği yeni nesil reflekslere uydum ve cümleyi internette araştırdım. Daha önce sadece üç yerde bu cümlenin kurulduğunu gördüm.
Birisi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın bir demeci, diğeri TMMOB Şehir Plancıları Odası’nın 2000 yılındaki Dünya Şehircilik Günü Bildirgesi ve sonuncusu da Banka Sigorta İşçileri Sendikası Ankara ve İç Anadolu Şubesi Başkanı, politikacı, yazar Yaşar Seyman’ın sevgili Veli Sarıtoprak’a verdiği röportajda vardı.
Oysa bana göre kritik olan bu yaklaşım, çok daha fazla yerde karşıma çıkmalı, tartışılıyor olmalıydı.
Önce şaşırdım..
Sonra Ankara’da iyi niyet ile oluşturulan her tartışma zemininin, bir anda nasıl kavga zemini haline getirildiği aklıma geldi, şaşırmamaya karar verdim.
Komplekslerin olduğu her yerde her tartışma, kavga demekti.
13 EKİM VE ANKARA
Ben o sözü duyduğum ilk günden beri, kent benim için yaşayan bir organizmadır.. Duyuları, mutlulukları, kederleri, hatta ağrıları vardır.
Yaşayan Ankara, üç gün önce Başkent oluşunun yıldönümünü kutladı.
Mutluluktu..
Verilen demeçlere, atılan nutuklara göz attım, neyi kutladığımızı unutup oy hesaplarını anlatan yöneticilerimiz bile vardı. Yeni kuşağın öğrenim hayatları boyunca tarih derslerinde dinlemekten bıktığı soluk ve kalıplaşmış paragraflar da.. Kimse, Merkez Bankası gibi Başkent’in malı olduğu halde sökülüp İstanbul’a götürülecek olan simgelerden bahsetmiyordu demeçlerinde. Ya da ben göremedim..
Ezberlenmiş bir nakarat yükseliyordu hep bir ağızdan..
’Kutlu olsun Ankara’..
Bu nedenle 13 Ekim, yaşayan bir organizma olan Ankara’nın mutluluğunun hüzne ve kedere dönüştüğü gün oldu benim için.
ŞEKER HASTALIĞI
Duyular, mutluluklar, kederler, hüzün.. Hepsi bir kent için mümkündü. Ama ya ağrılar..?
Kısa süre önce annemin karşılaştığı ciddi bir sağlık sorunu nedeniyle, yeni birşey öğrenmiştim. Şeker hastaları, bu rahatsızlıklarından ötürü kalp krizinin sinyallerini veren ağrıları hissedemiyor ve ölüm bir anda karşılarına çıkıyordu.
Ankara’nın yaşadığı kent ağrıları gibi..
Çoğu zaman kelimelere dökmekte zorlandığım karabasanı, o an ilk defa bu kadar yakınımda hissetim.
Ankara belki de, şeker hastasıydı..
Sonra Ankara’nın hangi ağrıları hissettiğini anlamaya çalıştım.
Eskiler ’ilk göz ağrısı’ derler.. ’Son göz ağrısı’ deyimini kullananlar da var.. Çok değer verdiğim bir dostum uzun yıllar önce, üç kardeş içinde ortanca olmaktan şikayet ederdi hep. Derdi ki, "İlk göz ağrısı değilsin, son göz ağrısı değilsin.. Ortanca göz ağrısı sen isen, ağrı bile değil sadece ortancasın. Ortanca çocuklar bu yüzden, sevilmediklerini hissederler."
Cumhuriyet’in Başkenti’ni şeker hastası yapıp, ortanca çocuk ağrısı çektirmeye kimsenin hakkı yok.
Çünkü Ankara, yaşayan bir organizma ve Cumhuriyet’in gözbebeği..