Lena Boynuinceoğlu

Tavsiye Vermesi Benden, Değerlendirmesi Sizden!

15 Ekim 2020
İnsan Tasarımı (Human Design) Sistemi açısından bakıldığında hepimiz birbirimiz için “dış otorite” olma özelliği taşıyoruz. Bu demek oluyor ki her birimiz deneyimlerimizi ve bilgilerimizi bir diğeri ile paylaşarak yol gösterebilme, karşılıklı soru-cevap süreci ile çözüm üretebilme özelliği taşıyoruz.

Bu özelliğimizi en etkili şekilde, bizden yardım istendiğinde, gösterdiğimiz yoldan gidip gitmeme seçeneğinin her zaman karşı tarafa ait olduğunu bildiğimizde ve karşımızdaki kişi için doğru olanın sadece o kişinin sistemi tarafından bilinebileceği gerçeğini kabul ettiğimizde kullanabiliyoruz.

Oysa biz çoğu zaman karşımızdakiler için doğru olanın ne olduğunu, ne yapmaları gerektiğini en iyi, yeri geldiğinde onlardan bile iyi bizim bildiğimizi düşünüyoruz. Dolayısı ile ister bize sorulsun ister sorulmasın özellikle ne yapmaları gerektiğine dair önerilerimizi onlarla paylaşmadan edemiyoruz. Eğer tavsiyelerimiz dinlemezse bozuluyor, kızıyor; hata yaptıklarına inandığımız için de ısrarcı, dayatıcı bir tutum sergileyebiliyoruz. Tüm bunlar tavsiyelerimizin dinlenecekse bile dinlenmemesine sebep olurken aynı zamanda ilişkilerde de gerginlikler yaşamamıza neden olabiliyor.

Tavsiye verirken birkaç noktaya dikkat ederek yaşanabilecek problemlerin önüne geçiliyor:

*Fikrimin sorulup sorulmadığına, tavsiye istenip istenmediğine bakmak: Pek çok kez bize yardımımız, fikrimiz sorulmadığı halde akıl verir, tavsiyelerde bulunuruz. Bu anlarda ya tavsiyelerimiz dinlenmez ya da beklemediğimiz tepkilerle karşılaşırız. Bunun sebebi karşımızdaki kişinin tavsiye almaya hazır olmamasıdır. Eğer size fikrinizin sorulmasını beklerseniz tavsiyeleriniz daha çok dikkate alınacak, daha az gerginlik yaşanacaktır.

*Tavsiyelerimin mutlak doğru olmadığının farkında olmak: Kendi hayatlarımızda da fikirlerimize yüzde yüz doğruymuş gibi yaklaşıp diğer olasılıkları es geçme yanılgısına düşebiliriz. Fikirlerimiz, tavsiyelerimiz gerçekte olasılıklardan yalnızca biridir. Bu farkındalık dayatıcı tutum sergilememizin önüne geçer.

Yazının Devamını Oku

Korktuğumuz Her Şeyi Kendimize Zaten Yaşatıyoruz!

8 Ekim 2020
Korkmak istemiyoruz, korkularımız gerçekleşmesin diye pek çok önlem alıyor bu doğrultuda hayatımızı şekillendiriyoruz oysa farkına varmadan korktuğumuz her şeyi kendimize defalarca yaşatıyoruz.

Beynimiz için gerçek ile hayal arasında pek bir fark bulunmuyor. Bu sebeple bir filmi seyrettiğimiz zaman aktörün gerçekte ölmediğini bilmemize rağmen ağlıyor, geçmiş bir anıyı hatırladığımız zaman sanki şu anda gerçekleşiyormuş gibi bedensel reaksiyon veriyor; hüzünlü bir anımızı düşündüğümüzde gözyaşlarımızı, mutlu bir anımızı düşündüğümüzde de gülümsememizi kontrol edemiyoruz.

Aynı şey korkularımız için de geçerli oluyor. Korku dolu düşünceleri, senaryoları, anıları kafamızdan geçirdikçe bedenimiz gerilir, nefesimiz daralır sanki korktuğumuz şey gerçek olmuşçasına, şu anda yaşanıyormuşçasına hislere kapılır ve buna paralel bedensel reaksiyonlar göstermeye başlarız. Özetle korktuğumuz şey o anda gerçekleşmemesine rağmen biz gerçekleşmiş gibi duygusal ve fiziksel olarak etkilerini yaşarız. Aslında o olay bizim için yaşanmış kadar olur; yaşamaktan korktuğumuz şeyi gerçek dünyada olmasa da zihinsel ve fiziksel olarak kendimize deneyimletmiş oluruz.

Korktuğumuz hikayeyi zihnimizde bir film gibi oynatır, deneyimler ve bunu tekrarlarız.

Korktuğumuz bir konuyu hatırlayarak, zihnimizde canlandırarak, başkalarına tekrar anlatarak, üzerine düşünüp, konuşarak o konu hakkındaki hislerimizi kendimize tekrar yaşatmış ve her defasında bu hisleri daha da kuvvetlendirmiş oluruz. Kendimize bu tatsız olayı defalarca yaşatmamızdan, korkumuzu kuvvetlendirmemizden daha acı olanı bunu yaptığımızın farkında bile olmayışımızdır.

Kendi kendimizi korkuttuğumuz yetmiyormuş gibi kafamızda yaşadığımız ve bizi olumsuz etkilemiş, mutsuz etmiş senaryoların pek çoğunun hiçbir zaman gerçekleşmediğini gördüğümüz halde bunu yapmaya devam ederiz. Oysa buna dur diyebiliriz.

Nasıl korktuğumuz bir filmi istemediğimiz müddetçe tekrar seyretmiyorsak, zihnimizde oynattığımız korku dolu filmi de tekrar tekrar izlememeyi seçebiliriz. Düşüncenin aklımıza gelmesine mani olamasak bile korku yaratan düşüncelerimizi fark ettiğimizde, zihnimize düştükleri anda üzerine senaryolar yazmamayı, onlara takılı kalmamayı ve odağımızı değiştirmeyi seçebiliriz.  Bu sayede başımıza inşallah gelmez dediğimiz şeyleri kendimize sayısız kere yaşatmanın önüne geçeriz. 

Yazının Devamını Oku

Olasılıklarınızı Arttırmak Sizin Elinizde!

26 Eylül 2020
Sahip olduğumuza inandığımız seçenekleri sorgulamaya başlayıp, doğru soruları sorduğumuzda sandığımızdan çok daha fazla seçeneğimiz olduğunu fark eder; bize en uygun olanı bulma şansımızı arttırırız.

Çoğu zaman bir olay karşısında sadece iki seçeneğimiz varmış gibi hareket ederiz. Genelde de bu iki seçenek uçlarda, birbirine taban tabana zıt iki olasılıktır. İkisinden de memnun olmadığımız noktada da kendimizi çaresiz ve kapana kısılmış hissederiz. Oysa gerçekte o iki seçenek arasında yer alan sayısız olasılık bulunmaktadır. Onları görmememizin nedeni yaptığımız değerlendirmelerden, vardığımız sonuçlardan, düşüncelerimizden emin olduğumuz için o aralığa bakmamamız, orada başka seçenekler olduğunun farkında bile olmamamız ya da buna ihtimal bile vermememizdir.

Spor yapmak istiyorum ama kendime ayıracak hiç vaktim yok dolayısı ile spor yapmıyorum diyoruz sanki spor yapmak için tüm günümüzün müsait olması gerekiyormuş gibi. Bunun yerine günde kendimize ayıracak yarım saat bulabilir miyiz diye sorgulamıyoruz çünkü öyle bir ihtimal olduğuna inanmıyoruz. Biri yaptığımız bir eleştiriyi, verdiğimiz bir öneriyi dinlemezse bu duruma bozulursak bir daha ağzımı açıp bir şey söylemem diyoruz. Karşımızdaki kişi bazen bir önerimizi değerlendirip bazen değerlendiremezmiş gibi seçeneklerimizi ikiye, iki uç alternatife indiriyoruz: “ya beni dinler, ben her önerimi söylerim ya beni dinlemez, bir daha da bir şey söylemem. “

Kendimizi hangi düşüncelerle, hangi sonuçlara esir ettiğimize bakalım!

Bu “ya hep ya hiç” diyen bakış açısı sonucu bilinçsizce seçeneklerimizi daraltmış olduğumuzu, aslında gerçekte var olan olasılıkların hepsini değerlendiremediğimizi fark edemiyor, çoğu zaman düşüncelerimizden son derece emin olduğumuz için de durumu sorgulama ya da başka alternatifler var mı diye bakma gereği duymuyoruz. Elimizde kalan seçenekler isteğimiz ile tam örtüşmediği için mutsuz oluyor, sadece başka bir ihtimal olmadığını düşündüğümüz için kendimizi bu iki seçeneğe mahkum ettiğimizi görmüyoruz.

İçinde bulunduğumuz her bir mutsuz durumda ve yapmaya mecbur olduğumuzu düşündüğümüz her bir seçimde bu şartlar altında istediğimizi yapamayız diye düşünmek yerine bu şartlar altında istediğimizi nasıl gerçekleştirebiliriz diye düşünelim. Spor yapmaya vaktim yok demek yerine, spor yapmak için nasıl vakit yaratabilirim diye sorgulayalım. Bozulup küsmek yerine verdiğim tepki böyle olmak zorunda mı ya da başka bir alternatifim var mı diye sorgulayalım. Karşılaştığımız her durum karşısında düşüncelerimizi mutlak doğru olarak kabul etmek yerine sorgulamaya başlarsak zihnimiz görevi gereği bize pek çok olasılık ve farklı çözüm sıralamaya başlar. Herhangi bir konu için bu sorgulamayı yapın göreceksiniz daha önce fark etmediğiniz seçenekler, çıkış yolları bulacaksınız.

“Başka çarem yok zaten” dediğimiz her an bunun sadece gerçeği yansıtmayan kısıtlayıcı düşüncelerimizin sonucu olduğunu fark edip, düşüncelerimizle çizdiğimiz sınırların ötesine bakmaya istekli olur ve doğru soruları sorar, sorgularsak önümüzde daha önce hiç düşünmemiş olduğumuz olasılıklar belirir. Bu sayede kendimizi düşüncelerimizle esir ettiğimiz sonuçlardan kurtarmanın; daha mutlu, daha özgür olmanın, daha istediğimiz gibi bir hayat yaşamanın yollarını bulabiliriz.

 

Yazının Devamını Oku

Olumsuz Duygularımız Bizi Uyarıyor

15 Eylül 2020
İster olumlu ister olumsuz olsun her duygumuz aslında bize rehberlik ediyor.

Koçluk çalışmalarına gelen pek çok kişinin ortak çabası hissettikleri olumsuz duygulardan kurtulmaktır. Korku, endişe, öfke, mutsuzluk, kıskançlık ve benzeri olumsuz duyguları hissetmek istemiyoruz. Çare olarak bu duyguları görmezden geliyor, bastırıyor, iyi hissediyormuş gibi davranıyor ya da hızlı yoldan tam tersi şekilde hissetmemizi sağlayacak alışkanlıklar geliştiriyoruz. Kısacası çareyi onlardan kaçmakta buluyoruz.

Oysa duygulardan kaçmak; duyguları saklamak, görmezden gelmek ya da kendimizi kandırmak bir çözüm değil. Tam tersi kaçarak istemediğimiz tüm duyguları daha da büyütüp, derinleştirip, hücrelerimize hapsediyoruz. Hatta bazen de yağmurdan kaçarken doluya tutuluyoruz. Aklımıza gelebilecek her bir bağımlılığın büyük çoğunluğu bu kaçmaların sonucu olarak gelişiyor. Olumsuz duygularımızdan kurtulmaya çalışmak yerine onları bir uyarı aracı olarak değerlendirdiğimizde ise rehberliklerinden olumlu yönde faydalanabiliyoruz.

Duygularımızdan kaçmak yerine yüzleşmeyi seçmeliyiz.

Öncelikli olarak yapılması gereken şeylerden bir tanesi kendimizi iyi hissettirmeyen duygulardan kaçılması gerekmediğini anlamaktır. Bu duyguların da aynı bize kendimizi iyi hissettiren olumlu duygular gibi yaşanmasına izin vermek gerekir. Ancak burada önemli bir ayrıntıya dikkat edilmelidir. Duygunun yaşanmasına izin vermek ile çaresizce o duygunun içinde günler, aylar geçirmek ya da kendini bu duygunun tutsağı yapmak aynı şey değildir.

Olumsuz duyguların sağlıklı bir şekilde yaşanmasına izin vermek için onlarla yüzleşmek ve onları sorgulamak gerekir. Duygularla yüzleşmek onları kabul etmektir. Bu duygular yokmuş gibi davranmak yerine bu hisler içinde olduğumuzu kendimize itiraf etmek gerekir. Korkmak, endişelenmek, heyecanlanmak aynı mutlu olmak, huzurlu olmak kadar doğaldır. Dolayısı ile bu hisler içinde olmak anormal bir durum değil sadece sorgulanması gereken bir durumdur. Sorgulamaktan kastımız ise bu duygunun neden ortaya çıktığına bakmak, bize nasıl bir uyarıda bulunduğunu anlamaya çalışmaktır. Ancak bu sayede duyguların ortaya çıkmasına neden olan gerçek sebepleri görebilir ve bu sebeplerin giderilmesi için çözümler üretebilir, kendimizi yeniden iyi hissedebiliriz.

Olumsuz duygularımız kimi zaman somut bir nedenden, büyük bir çoğunlukla da düşüncelerimizden kaynaklanır. Bedenimiz ya somut bir sebep karşısında önlem almamız için ya da sistemimizde bizi iyi hissettirmeyen düşüncelere kapıldığımızın bir göstergesi olarak uyarı vermektedir. Her iki durumda da olumsuz duygulara takılıp kalmak, onları hissetmemek için çaba sarf etmek yerine vermek istedikleri uyarılara bakmaya başladığımızda gerek somut nedenler karşısında yapabileceklerimize odaklanıp çözüm üreterek, gerek yaşanması gerekiyorsa duyguya izin vererek, gerek düşüncelerimizi fark edip düzelterek hem kendimiz için doğru adımları atabilir hem de olumsuz duyguların kendiliğinden geçmesini sağlayabiliriz. Bu sayede duygularımızın esiri olmadan, rehberliklerinden faydalanmış oluruz.

Yazının Devamını Oku

'Şükretmek' Sağlığımıza İyi Geliyor

8 Eylül 2020
Hayatımız boyunca bir yarışın içindeymişiz gibi hareket ediyoruz. Kendimizi ve sahip olduklarımızı başkaları ile, başkalarının sahip oldukları ile kıyaslıyor ya da genel inanışlara, kriterlere uygunluğumuza göre değerlendirmeler yapıyoruz.

Tüm bu analizlerin sonucunda sahip olmamız gerekenler, yapmamız gerekenler, olmamız gerekenler ile dolu listelerimizin rehberliğinde ve hayatta olması gerekenlere dair beklentilerimiz ile yaşamaya çalışıyoruz.

Listedeki her bir madde negatif duygular hissetmemize, yokluğunu gideremediğimiz sürece de bu duyguların artmasına ve bizi etkisi altına almasına neden oluyor. İşin daha da vahimi her bir madde elde edildikten, her bir beklenti de gerçekleştikten sonra önemini yitiriyor ve diğer bir madde için aynı eksiklik ve bir an evvel tamamlama arzusu ile yola çıkılıyor. Eminim bu döngü hepinize çok tanıdık gelmiştir. Bu hiç bitmeyen döngünün içinde bir süre sonra kendimizi yorgun ve tatminsiz hissediyoruz ki bu durum hem psikolojik hem de fiziksel sağlığımızı olumsuz etkiliyor.

Şükretmek bakış açımızı ve duygularımızı olumlu yönde değiştiriyor!

Kendimize hedefler koymak son derece sağlıklıyken hayatımızda olması gerektiğine inandıklarımızı bir eksiklik olarak değerlendirmek, tüm odağımızı sahip olmadıklarımıza, var olmayana sabitlemek bünyemizde mutsuzluğu tetikliyor. Oysa bir yandan hedeflerimize adım adım ilerlerken diğer yandan elimizde olanları kendimize hatırlatmak, sahip olduklarımızın kıymetini bilmek, odağımızı yokluktan varlığa çevirerek enerjimizde otomatik olarak olumlu yönde bir dönüşüm yaratıyor.

Çoğu zaman eksiklerimizin, isteklerimizin, beklentilerimizin tamamını elde edince mutlu olacağımıza inanıyor, onları elde edene kadar da elimizdekileri görmezden gelme, yeteri kıymeti göstermeme eğiliminde oluyoruz. Böylece kendimizin gerçekte olan durumdan daha da kötü bir durum içinde olduğunu varsayıyor ve mutsuzluğumuzu katlıyoruz. Şükretmek ise bize elimizde olanları hatırlatarak, bizi gerçeğe getiriyor ve bu sayede de kendimize çizdiğimiz karamsar tablonun aydınlanmasına yardımcı oluyor.

Yapılan araştırmalar şükretmenin beynin serotonin ve dopamin seviyesini arttırarak depresyon ilaçlarının benzeri bir etki yarattığını gösteriyor. Bu etkiyi siz de basit bir egzersizle deneyip test edebilirsiniz. Bunun için 1 ay boyunca her sabah şükrettiğiniz en az 10 maddeyi kendinize hatırlatarak güne başlamanız yeterli olacaktır. Hayatınızda pek çok şey yolunda olmasa bile, içinde bulunduğunuz bir durum sizi mutsuz etse bile eğer kısa bir an odağınızı gördüğünüzü düşündüğünüz olumsuzluklardan ayırıp şükredebileceğiniz birkaç şey bulmaya çevirirseniz yine aynı etkiyi deneyimleyebilirsiniz.

Zihninizi, hayatınıza ve kendinize dair şükredecek şeyleri bulmaya odakladığınızda, hayatınızda aslında ne kadar da çok şükredecek şey olduğunu fark edersiniz. Kaybedince kıymetini anlamak yerine sahipken şanslı olduğunuzu fark ederek; hayatınızdaki olumsuzluklara, eksiklere takılıp kalmak yerine sahip olduklarınızı, etrafınızdaki güzellikleri, iyilikleri ve daha pek çok detayı fark edip şükretmeyi seçerek siz de daha sağlıklı bir yaşama, daha sağlıklı ilişkilere ve daha mutlu bir size sahip olabilirsiniz.

Yazının Devamını Oku

Olumsuz Varsayımlarımızla Kendimizi Sabote Ediyoruz!

1 Eylül 2020
İstediğimiz yaşam için adımlar atmak yerine varsayımlarımıza dayanarak daha denemeden geri çekiliyoruz. Hayatın bizzat kendini yaşayamıyor, varsayımlarımızı baz alarak zihnimizde canlandırdığımız versiyonları eleyerek artakalan ihtimallerle yetiniyoruz.

Danışanlarımla yaptığım koçluk çalışmalarında çok sık gözlemlediğim mutsuzluk kaynaklarından biri de fayda sağlamayan varsayımlardır. Yaptığımız varsayımları mutlak doğru olarak kabul ederiz. Öyle ki yaşamak istediklerimizden, yapmak istediklerimizden daha denemeden vazgeçeriz. Hayatın ne getireceğinden, neyle karşılaşacağımızdan emin olduğumuzu; başkalarının ne diyeceğini, ne yapacağını onlardan daha iyi bildiğimizi varsayarız. Bu da ikili ilişkilerimizde, hayatta, hayallerimizi gerçekleştirmede, iletişimde, seçimlerimizde limit ve problemler oluşturur.

“Şimdi istediğimi söylersem bir ton laf eder. En iyisi susmak.”
“Annemler hayatta kabul etmez, bu konuyu açmama gerek bile yok.”
“Çok iyi biliyorum aslında öyle değil böyle demek istedi.”
“Benden çok daha iyileri vardı zaten beni seçmezlerdi.”
“Sevdiğini söylüyor ama sevseydi arardı. Ben de onu aramayacağım.”
Bu örneklere benzeyen daha pek çok varsayım içeren cümlemiz, düşüncemiz ve bunlara paralel aldığımız kararlar var. Tanıdık geldi değil mi?

Varsayımlar olasılıklardan yalnızca biridir.

Yazının Devamını Oku

Hayatı Yaşamak 'Değişime Direnmeyi Bıraktığında' Daha Kolay!

24 Ağustos 2020
Hayatımızda her gün, her an bir şeyler değişiyor. Her şeyden önce bedenen, ruhen, fikren günbegün biz değişiyoruz. Çevremiz, şartlar, düzen, doğa, alışkanlıklar, sistemler kimi zaman ufak ufak, kimi zaman büyük değişimler gösteriyor. Kimisinin farkında bile olmuyor, kimisini fark edip kabulleniyor, kimisine karşı ise büyük bir direnç gösteriyor ve bir türlü kabullenmek istemiyoruz.

2020 de istisnasız her birimizin değişimi derinden hissettiği ve kabul etmekte zorlandığı bir yıl oluyor. Her gün aklımızın almadığı, “yok artık, bu kadarı da fazla” dediğimiz değişimlerle karşı karşıya kalıyoruz. Dünya düzeni, yaşama şeklimiz, ekonomi, ilişkiler, sistemler ve daha pek çok şey değişiyor. Önceki yaşam şeklimizi, düzenimizi özlüyor ve bir an evvel eski günlere geri dönmek istiyoruz.

Bizi mutsuz eden, isteğimizin dışında gelişen her bir olay, her bir değişim için isyan ediyor; “olmamalıydı”, “keşke başka türlü olsaydı”, “bir an önce eskiye dönsün” diyoruz; yaşananları kabul edemiyor, bu değişim yaşanmamış olsaydı hayatımızın nasıl olacağına dair ihtimalleri hayal ediyoruz. İşte biz tam da bunları yaparak hayata karşı, hayatın getirdiklerine karşı direnmiş oluyoruz.

Gerçekleşen değişimler karşısında gösterdiğimiz tüm bu direnç aslında her şeyi olduğundan daha da zor kılıyor çünkü bizi hem içinde bulunduğumuz anı yaşamaktan hem de gerekli çözümleri bulmaktan alıkoyuyor. Gerçekleşmiş bir olay üzerinde değiştiremeyeceğimiz şeyleri düşünerek, konuşarak harcadığımız her an geçmişte yaşıyor, geçmiş ile uğraşıyor dolayısı ile boşa zaman harcıyor, şimdiki anı yaşamıyor ve hiçbir şey elde etmiyoruz.

Mutsuz olduğumuz tüm değişimler karşısında mutlu olmanın ya da ilerlemenin bir yolunu bulmak istiyorsak yaşanan değişimi kabullenmemiz gerekiyor. Olmasaydı dediğimiz şey “oldu” ve “keşke böyle olmasaydı” demek, olanla ilgili elimizden hiçbir şeyin gelmediği noktaları düşünmek ve konuşmak bu gerçeği değiştirmiyor sadece enerjimizi boşa harcıyor ve bizi olduğumuzdan daha da mutsuz hale getiriyor.  Önce bu gerçeği fark etmeli ve kabul etmeliyiz. Ancak o zaman anı yaşamamızı ve ilerlememizi sağlayacak soruyu sorabiliriz: “Peki ben bu şartlarda istediklerimi elde etmek için ne yapabilirim?”

Kabule geçip, değiştiremeyeceklerimiz yerine bu soru aracılığı ile yapabileceklerimize odaklandığımızda “geçmiş” yerine “şimdi”de yaşamaya başlar, sorun yerine çözümleri görebilir hale geliriz. Böylece enerjimizi boşa harcamak yerine daha verimli kullanır, istemediğimiz yöne bakıp mutsuz olacağımıza istediğimiz hedefe bakar umutlu hale geliriz. Hayata karşı direnmeyi bıraktığımızda hayatla uyumlanır ve çok daha kolay bir yaşama adım atarız. 

Yazının Devamını Oku

Değişim Farkındalıkla Başlar!

15 Ağustos 2020
Koyduğun engellerin farkında mısın?

Beraber koçluk çalışması yaparken sıkça sorarım “şu an hayatında neyin değişmesini isterdin?” diye. Önce neyin değişmesini istediğini söylerler ve ardından hemen bir “ama” gelir. Bu ama isteklerin ne kadar imkansız olduğunu açıklamak içindir. Evlidir, çocuğu vardır, çok para lazımdır, su içse yarıyordur, çevresi geniş değildir, şanssızdır, ailesi istemiyordur, belli bir yaştan sonra mümkün değildir, şartlar uygun değildir… Bu liste böyle uzayıp gider.

Genelde bir sonraki sorum “peki istediğin değişimin önüne kendi koyduğun engelin farkında mısın?” olur. Bu soruya çoğu zaman bir cevap alamam. Bunun sebeplerinden biri genelde kendimizden ziyade dışarıya ve çevremizdekilere odaklı olmamız, ikincisi yaşadıklarımız üzerinde düşüncelerimizin nasıl bir etkisi olduğunun tam da farkında olmamamızdır.

Önce sizi engelleyen düşüncelerinizi, seçimlerinizi fark edin!

İsteyip de değiştiremediğimiz her şeyin önünde bulunan asıl engel kendi düşüncelerimizdir. Evet bazen hayat, bazen diğer kişiler önümüze çeşitli zorluklar çıkarabiliyor ama hiçbiri bizi bu zorlukları aşılamaz ya da aşılması zor engeller olarak düşünmemiz; kendimizi başka bir çaremizin olmadığına ikna etmemiz kadar engellemiyor.

Çoğu zaman daha düşünce aşamasında çıkabilecek muhtemel zorluklara bakıp zaten zor ya da mümkün değil diyerek daha denemeden vazgeçiyoruz isteklerimizden. Kimi zaman da ortaya bir zorluk çıktığında ya da fiziksel olarak değiştirmemizin mümkün olmadığı şeyler karşısında elimizde olan değişiklikleri de yapmıyoruz. Hayat bizden bir şeyler aldıysa biz de geri kalandan vazgeçiyoruz. Ya hep ya hiç diyoruz.

Oysa hayat hiçbir zaman siyah ya da beyaz değil. Her zaman önümüzde çeşitli olasılıklar ve bunlar arasında seçim yapma şansımız bulunuyor. Şartlar ne olursa olsun, o şartları nasıl ele alacağımızı, nasıl yaşayacağımızı biz seçiyoruz. Tam da bu sebeple, bizimle aynı durumda olup imkansız olarak tarif ettiklerimizi gerçekleştiren kişiler bulunuyor. Bu kişiler daha donanımlı, şanslı, mükemmel oldukları için değil sadece farklı düşündükleri için bunu başarabiliyorlar.

Bu kişiler bir şeyin ne kadar imkansız ya da zor olduğunu düşünmek yerine o şeyin nasıl gerçekleştirilebileceğini düşünüyorlar. Hayat onlardan bir şansı aldıysa, onlar kendilerine başka bir şans vermeyi seçiyorlar. Mükemmel değilim diyerek ya da bulunabilecek alternatif sebeplerin arkasına sığınarak istediklerinden vazgeçmek yerine mükemmel olmak için başlamak gerektiğini bilerek, sebepler yerine çarelere odaklanarak istediklerini elde etmek uğruna harekete geçiyorlar ve bu sayede hedeflerine ulaşıyorlar.

Eğer siz de hayatınızda bazı şeylerin değişmesini istiyorsanız önce kendinizi durduran tek şeyin kendi düşünceleriniz olduğunu, her zaman bir seçim şansınız olduğunu fark edin. Hayat ya da başkaları yüzünden önünüze çıkan imkansızlıklara değil, sizin tarafınızdan isteklerinizi imkanlı kılmanın yollarına bakın. “İmkanım olsaydı yapardım”a değil, “şu anki imkanlarımla neler yapabilirim”e odaklanın. Böylece hayatınızdaki en büyük engeli, isteklerinizin önüne engeller koyan düşüncelerinizi ortadan kaldırın ve istediğiniz değişime, isteklerinize kavuşun.

Yazının Devamını Oku