Eğer hayatında gerçekleşmemiş isteklerine bakacak olursan büyük bir kısmının, istediğini kendine ve başkalarına defalarca söylemiş olmana rağmen, gerçekleştirmek için hiçbir adım atmamış olduğun ya da kısa sürede deneyip vazgeçmiş olduğun hedeflerden oluştuğunu görürsün. Bunun sebebi genelde bu isteklerimizin gerçekleşeceğine dair umudumuzun, dolayısı ile motivasyonumuzun yüksek olmamasıdır. Hedeflerimiz gözümüze imkansız ya da çok zor görünmekte bu da istediğimizi elde etmek için harekete geçmememizi engellemekte ya da çabuk pes etmemize sebep olmaktadır.
Harekete geçmeni ve devam etmeni kolaylaştıran püf noktalarından yararlanarak hedeflerine ulaşabilirsin.
Kendini başkaları ile kıyaslayıp “olması gerektiğine” inandığın şeylere göre değil de gerçekten, sırf kendin istediğin için belirlediğin hedeflere ulaşma arzun ve motivasyonun daha yüksek ve istikrarlı olur.
Hedeflerini onlara ulaşmanı sağlayacak daha kısa vadeli, başarılması daha mümkün görünen küçük hedeflere bölmek harekete geçme isteğini arttıracaktır.
Hedeflerine ulaştıracak bir yol haritası çizmek belirsizliği azaltır daha hızlı harekete geçmeni sağlar.
Düşündüklerimiz ve konuştuklarımız kendimize verdiğimiz farkında olmadığımız komutlardır. Enerjini ve motivasyonunu düşüren konuşmalar, düşünceler yerine kendini iyi hissetmeni sağlayan ve isteğini arttıran şekilde düşünüp konuşmak vazgeçme ihtimalini azaltır, devam etme isteğini ve umudunu arttırır.
Hedeflerini, isteklerini listele. Her sabah uyandığında ve akşam yatmadan önce bu listeyi oku ve kendine hatırlat. Sürekli gördüğün, baktığın noktalara hedefinin yazılı olduğu notlar koy. Bunlar odağının hedefinde kalmasına yardımcı olacaktır.
İsteklerini okurken gerçekleştiği anı hayal et. Kendini nasıl hissederdin? Neler yapardın? En az 5 dakikanı hedefine ulaşmışsın gibi yaşa. Bu egzersiz hem seni istediğin şeyin frekansı ile uyumlu hale getirecek hem de hedefine ulaşmanın senin için önemini hatırlatarak motivasyonunu devam ettirecektir.
Temelde her yeni seneyi yeni bir sayfa olarak görme eğiliminde ve isteğinde oluyoruz. Zihinsel olarak da bu yeni sayfaya yakışır cinsten, o zamana kadar erişmeyi başaramadığımız ama erişirsek her şeyin değişeceğine inandığımız hedefler seçiyoruz. Bu hedefler genelde yıl içinde hatta hayatımızın belli dönemlerinde tekrar eden kararlarımızdan oluşuyor. Pek çok kez gerçekleştirmekte zorlandığımız, türlü sebeplerle ertelediğimiz özetle başarılması zor olduğuna inandığımız bu hedeflere ulaşabilmek adına başlangıç yapmak için de yeni yılın enerjisinden yararlanmayı umuyoruz.
Ancak insan dizaynı (human design) sistemi açısından bakıldığında bu dönem denk geldiği periyod gereği arkasında destekleyici, yararlanmayı umduğumuz o enerjiyi bulundurmuyor. Bu yüzden bu zaman diliminde yeni başlangıç adımları atmaktan ziyade geçmişe bakıp değerlendirme ve planlama yapmanız öneriliyor. 2020 yılının pek çoğumuz için zor bir yıl olduğunu biliyoruz. Ancak zorluğunun yanı sıra hayata ve kendimize dair pek çok şey de öğreten bir yıl olduğu gerçeğini görmezden gelmemeliyiz. Kendinize dair neler keşfettiniz? Öncelikleriniz nasıl değişti? Yapamam sandığınız neler yaptınız? Hangi açıdan güçlendiniz? Bu ve bunun gibi pek çok farklı soru ile seneyi değerlendirebilir ve bu bilgiler ışığında hedeflerinizi belirleyebilirsiniz.
Yeni yıl hedeflerinin hayata geçirilmesindeki en büyük engel ise düşünceleriniz.
Hedeflerinize ulaşmanın zor olduğunu düşünmeniz, onları gözünüzde büyütmeniz hatta içten içe pek de mümkün olmadığına inanmanız onlar için harekete geçmenizi engeller. Özellikle sürekli istediğiniz halde bir türlü erişemediğiniz, hep başlayıp yarım bıraktığınız bir hedefiniz söz konusu ise arkasında sizi limitleyen bir düşünceniz bulunuyor demektir. Bu düşünceyi bulup, sorgulamanız gerekirse düşünce koçluğu almanız sizin bugüne kadar farkına varmadığınız sebepleri keşfetmenize ve kendi kendinizi sabote etmenizi engellemeye yardımcı olacaktır. Unutmayın düşünce her şeyin başlangıcıdır.
Son olarak da başkalarının gözünden kendinize bakıp, kendinizi başkaları ile kıyaslayıp olması gerektiğine inandığınız şeyleri değil gerçekten özünüzden istediğiniz hedefleri seçmeye özen gösterin. Ayrıca hedeflerinizi onlara ulaşmanızı sağlayacak daha küçük parçalara bölmek büyük kolaylık ve istikrar sağlayacaktır. Benden söylemesi. Hedeflerinize giden yol için adımlarınızı belirleyin, planlama yapın ve en önemlisi harekete geçin. Planlamalarınızda ise her zaman esnek olun ve hayatın zamanlamasına uyum gösterin.
Her hedefinizin gerçekleştiği bir yıl olması dileğiyle…
Bir önceki yazımda da belirttiğim gibi çevremizdekilerden yeterli yardımı görmemek en genel şikayetlerimizden biridir. Başkasından alabileceğimizi düşünüp de alamadığımız yardımlar konusunda farkındalığımız son derece kuvvetlidir. Gelin görün ki kendimize etmediğimiz yardımları fark etmekte pek de iyi değilizdir. İçinde bulunduğumuz zor durumdan çıkmamız için kimlerin neler yapabileceği ile ilgili fikirler yürütürken hayatımızı hem kökten değiştirebilecek hem de anında yardım edebilecek yegane kişiyi yani kendimizi görmezden geliriz çünkü kendimize yardımcı olabileceğimiz bazı noktaların farkında değiliz.
Tek bir soru yeter hayatımızı değiştirip kolaylaştırmaya:
“Şu an kendime nasıl yardım edebilirim?”
Kendimize yardım edebilme olasılığımız son derece yüksek çünkü genelde işleri kendimiz için zorlaştıran bizzat biziz. Nasıl mı? Düşüncelerimiz aracılığıyla tabi ki. Düşüncelerimizden oluşan kendimize çizdiğimiz aşılmaz sandığımız sınırlar, belirlediğimiz bozulmaz sandığımız kurallar; bırakılamaz sandığımız yükler, görevler, etiketler; yapılması ve yapılmaması gerekenler listesi ile zorlaştırıyoruz hayatımızı. Bu yüzden eğer kendine yardım etmek istiyorsan öncelikle düşüncelerini, yorumlarını, yargılarını, varsayımlarını sorgulamaya başlamalısın.
Gerçekten yapılması gerekenler listendeki her madde yapılmalı mı? Aralarında bir öncelik sıralaması yapılamaz mı? Bir madde başka güne kaydırılamaz mı? Ya da gerçekten bunu senden başkası yapamaz mı? Sorgula! “Yardım alamam” diyen, “güçlü gözükmeliyim” diyen, “iyi bir anne, baba, eş, çocuk, patron, çalışan vs olmak için yapmam gerekenler var” diyen, “beni anlasınlar, ben söyleyemem” diyen, başkasına hayır diyemediği için kendine ait olmayan işleri yüklenen, zorlana zorlana mecburmuş gibi her şeyi yapmaya çalışan “sen”sin. Fark et! Kurban değilsin ama seni kurban eden düşüncelere tutunuyorsun ve sorgulamıyorsun. Bu düşüncelerin doğruluğundan, değişmezliğinden emin misin? Bu düşüncelerle kendine yardım mı etmektesin, köstek mi olmaktasın? Her bir yardım ihtiyacı hissettiğinde önce sorgula, sonra doğru soruyu sor.
Probleme odaklanarak çözüm bulman mümkün değildir ancak çözüme odaklanarak doğru soruyu sormak sana istediğini verebilir çünkü zihin de evren de soruya cevapsız kalamaz. Kendime nasıl yardım edebilirim diye sorduğunda daha önce fark etmediğin çözümleri görmeye başlarsın. Hayatı zorlaştıran düşüncelerini fark ederek ve değiştirerek, gerektiğinde değiştiremeyeceğin şeyleri kabullenerek, yardım ihtiyacına olumsuz dönenlere kırılarak vakit kaybetmeyerek, sorumluluğun dahilinde olmayan şeyleri istemiyorsan üstlenmeyerek, kendini net ve açık ifade ederek, yeri geldiğinde yardım isteyerek, yapılmak istenen yardımları kabul ederek ve zaten edilmekte olan yardımları fark edip takdir ederek kendine yardımcı olabilirsin. Sorgulayarak ve sorarak bu seçeneklerden daha fazlasını, tam da ihtiyacın olanı bulabilirsin.
Unutma hayatını kolaylaştırmak, kendine yardım etmek her zaman öncelikle senin sorumluluğunda ve de senin elinde. Şimdi kendine bu bilinçle tekrar sor “kendine yardım ediyor musun?”
Yardım istediğine ve yardımları fark edebildiğine emin misin?
En genel şikayetlerden biri hayattan ya da çevremizden yeterli yardımı görmüyor oluşumuzdur. İstediğimiz desteği görmediğimize o kadar odaklı ve eminizdir ki bu durumu sorgulamak ya da çözüm aramak aklımıza bile gelmez. Oysa her zaman uzanabilecek bir yardım eli vardır. Kimi zaman hayat, kimi zaman bir başkası, kimi zaman da bizzat kendimiz yetişebilir imdadımıza. Tabi ifade etmeyi, istemeyi, fark etmeyi ya da kabul etmeyi bilirsek. Bunları yapabilmek için de hayatınızda yardıma ihtiyaç duyduğunuz alanları aşağıdaki sorular doğrultusunda tekrar gözden geçirmenizi tavsiye ediyorum.
Kimseden yardım isteyemiyor ya da istemiyor musun?
Eğer bu durumdaysak yardım istememize mani olan bir düşünce var demektir. Bu düşünceler sadece bir varsayımdır. Yüzde yüz geçerliliği olmadığı halde biz onları kesin doğru kabul ettiğimiz için yardım istemeyiz. Bu durumda aslında yardım edilmemesi bizim seçimimiz olur. İstemediğimiz bir şeyin bize verilmemesinin sorumlusunu başkası ilan edemeyiz.
Doğruca yardım istemek yerine ima ediyor, beni anlasınlar diye bekliyor musun?
İnsanlar ima edilen şeyleri anlamıyor ya da yanlış anlıyor ve karşılığında istenilenin dışında bir tepki verebiliyorlar. Anlaşılmak istiyorsak sade ve dolaysız bir iletişim tercih etmemiz gerekiyor.
Yardım kabul etmiyorum musun?
Çeşitli düşüncelerle yardımları reddediyor, işleri üstleniyor olmanız mümkün. İş yükünüzü paylaşmayı öğrenin. Bazen de kibarlık olsun diye yardım teklifine “hayır” deyip ısrar etmelerini bekliyoruz. Eğer yardımı istiyorsanız teklif edildiğinde kabul edin.
Ya güçlü olmalısın ya da güçlü durmalısın. Yeter ki zaafın, zayıflığın ortaya çıkmasın.
Oysa saklamaya çalıştıklarımız insanlığımızın bir parçasıdır. Onları zayıflık olarak adlandıransa zihnimizdir, diğer zihinlerdir.
Ağlamak, yardım istemek, acı çekmek, çare bulamamak, bilmemek; duygularını, korktuğunu, endişelendiğini, sevdiğini söylemek ya da belli etmek güçsüzlük diye düşünenlerimiz var. “Korktuğunu belli etme ezerler, üzüldüğünü belli etme acırlar”, “erkek adam ağlamaz”, küçücük çocuklara bile “ağlama sen güçlüsün, kocaman oldun artık” diyenimiz; böyle görmüş, bu şekilde kabullenmişlerimiz var. Bu yüzden duygularımızı belli etmiyor, kuyruğu dik tutuyor, gözyaşımızı içimize akıtıyor, koşullar ne olursa olsun yardım istemiyor, tek başımıza her şeye rağmen kimseden destek almadan ayakta durabiliyorsak güçlüyüz sanıyoruz.
Danışanların büyük bir çoğunluğu yardım ya da herhangi bir şey istemenin onlar için çok zor olduğunu ifade ediyorlar çünkü bunun güçlü duruşlarına ters olduğunu söylüyorlar. Sadece yardım istemek zor geldiği için ya da güçsüzlük olarak değerlendirdikleri duruma düşmemek için de yaşarken daha da zorlandıkları seçimler yapıyorlar. Bunun sonucunda ya başarıyorlar ama yıpranıyorlar, tükeniyorlar ya da başaramıyorlar ve kendilerini çok ağır eleştiriyorlar.
Güçlü olduğumuzu kendimize ve çevremize ispat ve ikna etmeye çalışmayı bıraktığımızda zaten güçlü olduğumuzu keşfederiz.
Oysa ki güçlü olmak ve güçlü gözükmek aynı şey değildir. Herkes, her zaman ihtiyaç duyduğu güce zaten doğuştan sahiptir. 7/24 kendimizde bunu hissetmemizin nedeni düşüncelerimiz, beklentilerimiz, koyduğumuz limitlerimizdir. Kadın, erkek ya da çocuk fark etmez herkesin duygularını belli etmeye, gerekli hissettiğinde yardım almaya ihtiyacı vardır ve bu normaldir, insani haldir, güçsüzlük belirtisi değildir. Bu yüzden güçlü görünmek adına duygularımızla, korkularımızla tek başımıza başa çıkmak ya da çözüm aramak zorunda olmadığımızı bilmeliyiz.
Güçlü olmak kendine sahip çıkmaktır. İçinde bulunulan durumu, duyguları yok saymak, inkar etmek, çaresizce kabul etmek, farklı göstermek değil olduğu haliyle fark etmek, yüzleşmek ve bunun için ne yapabilirim diye kendimize sorup cevaba istinaden harekete geçebilmektir. Kendimizi güçsüzleştiren düşüncelerimizi tespit edip onları aşabilmektir. Zayıf algılanmamak için yaptığımız seçimlerle kendimize verdiğimiz zararları görebilmek bunun yerine bizi çözüme, hedefe, istediklerimize götürecek ihtimalleri görüp doğru seçimleri yapabilmektir. Güçlü olmak birlikten güç doğduğunu bilebilmek; yeri geldiğinde ihtiyaç duyana yardım edebilmek yeri geldiğinde ihtiyaç duyduğu yardımı isteyebilmektir.
Unutmayalım her şey önce kendimizden başlar. İnsan olduğumuzu hatırladığımız ve yargılamayı bıraktığımız; güçlü olmakla ilgili zihinsel kalıplarımızı yıktığımız, düşüncelerimizin, kodların ötesine geçtiğimiz an görürüz: “biz her zaman yeterince güçlüyüz!”
Covid-19’un ilk çıktığı günlerden beri uymamız gereken kurallar; kendimizi korumak, bağışıklığımızı güçlendirmek için yapabileceklerimiz, alabileceğimiz önlemler uzmanlar tarafından uzun uzun anlatılıyor. Maskelerimizi takıyor, ellerimizi yıkıyor, sosyal mesafe kurallarına uyuyor, pek çok şeye dikkat ediyor ama konu ruh halimize geldiğinde uzmanlar kronik stresin bağışıklığın baş düşmanı olduğunun altını çizmesine rağmen büyük bir çoğunluğumuz söylenenleri duymazdan geliyoruz!
Bu sadece Covid-19 için de geçerli değil aslına bakarsanız. Uzun yıllardır uzmanlar, kronik stresin hastalıklarla bağlantısını gündeme getiriyorlar ancak yine de duruma yeterince dikkat çekilebildiğini, bu uyarıların insanları harekete geçirmeye yettiğini düşünmüyorum.
Bunun sebebini de çoğu kişinin “stresi” içinde yaşadığımız dünyanın doğal ve çözümsüz bir sonucu olarak görmesine bağlıyorum. Tam da bu sebeple çoğu zaman yaptıklarımızın, düşündüklerimizin stres yarattığını ya da arttırdığını bile fark etmeden, stresin sadece dış kaynaklı olduğuna, çözemeyeceğimize inanarak herhangi bir eyleme geçmiyoruz.
Oysa stresi yöneterek bağışıklığımızı kuvvetlendirmek bizim elimizde
Dikkatli olmak, bize söylenen önlemleri almak kendimizi hastalığa karşı korumada büyük önem taşıyor. Ancak kurallara uymamak, Covid-19’u önemsememek ne kadar tehlikeliyse Covid-19’u hayatımızın tek gerçeği haline getirmek, takıntılı boyuta gelmek, sürekli bu konuya odaklanmak da bir o kadar tehlike arz ediyor. Bu noktada dengeyi tutturmak yaşamsal bir önem taşıyor.
Bir yandan önlemlerimizi alıp, kurallara uyarken diğer yandan lütfen tüm bunları stres seviyemizi arttıracak boyuta taşımayalım. Bu konuya ayırdığımız süreyi kısıtlayıp, bilgi için güvenli kaynakları tercih edelim. Hayatın, yeni dönemin, hastalığın ne kadar zor, kötü olduğu hakkında konuşmaktan; felaket senaryolarına takılarak enerjimizi düşürmekten kaçınalım.
Bunların yanı sıra Dünya Sağlık Örgütü de stresi azaltmak için, nefes ve düşünceler üzerine farkındalık çalışmaları yapmamızı; yakınlarımızla iletişime önem vermemizi ve duygularımızı paylaşmamızı; kendimize pratik sağlık rutinleri belirlememizi; kendimize ve çevremize karşı nezaket göstermemizi, kendimizi zorlamamamızı, başkalarına yardım etmemizi ve gerekli gördüğümüz noktalarda çekinmeden destek istememizi, yardım almamızı öneriyor. Bu önerilerin her biri stres seviyelerini düşürmekte önemli bir rol oynuyor.
Hayatımızda başımıza gelen, bizde stres yaratan durumu değiştiremediğimizde bile seçimlerimizde yapacağımız değişiklikler; uyacağımız bu tavsiyeler stres seviyemizi düşürüp bağışıklık sistemimizi güçlendirecektir. Daha güçlü, daha sağlıklı bir “biz” için bunu göz ardı etmeyelim, ruh sağlığımızı ihmal etmeyelim.
Öncelikle söylemem gerekiyor ki huzurlu olmaya giden en kısa yol bunun mümkün olduğuna inanmaktan geçiyor. Çoğumuz, böyle zamanlarda yani kaosun tam ortasında hissettiğimiz anlarda, huzurlu olmanın mümkün olmadığına veya bunun normal olmadığına inanıyoruz. Bu sebeple yaptığımız seçimler sonucu olması gerekenden daha stresli, mutsuz dolayısı ile sağlıksız bir hayat sürüyoruz.
Çoğumuzun inanışının aksine huzurlu olmak için hayatımızda her şeyin yolunda olması gerekmiyor. Huzur insanın içinde duyumsadığı rahatlık duygusudur ve dış etkenlerden bağımsız olarak elde edilebilir. Rahatlamak için stres veren durumların geçmesini beklerken yaptığımız tek şey hayatımızdaki stresi arttırmaktır. Oysa rahatlamak için kendimize verdiğimiz molalar var olan stres seviyelerimizi düşürmemize bu sayede daha sağlıklı kararlar almamıza ve hatta bağışıklığımızı güçlendirerek daha sağlıklı olmamıza yardım etmektedir.
Yine çoğumuzun inanışının aksine bu zor dönemlerde huzuru seçmek anormal veya ayıp değildir. Her şartta huzur bulabilmek vurdum duymazlık, empati eksikliği ya da yaşananların görmezden gelinmesi anlamına gelmez.
Uçak düşecek olursa, yanınızda çocuk olsa dahi, oksijen maskesini önce kendimize takmamızı önerirler çünkü biz işe yaramaz haldeyken çevremizdekilere zaten bir faydamız dokunması mümkün değildir. Dolayısı ile bu dönemleri daha rahat atlatmak ve başkalarının atlatmasına yardımcı olmak istiyorsak işe önce kendi enerjimizi toplamakla, huzur ile kendimizi şifalandırmakla başlamamızda fayda var.
Gelelim her geçen gün artarak ihtiyaç duyacağımıza inandığım, her durumda huzurlu, sakin hissettirecek kısa yollara…
Bir dur kuralı: Stresli konuları uzun uzun izlediğinizi, konuştuğunuzu, tekrar tekrar aynı şeyleri anlattığınızı fark ettiğiniz an durun. Eğer konuşmanız ya da edindiğiniz bilgiler bir çözüm yaratmaktan ya da eyleme dönecek olmaktan uzaksa o zaman konuşmayı, izlemeyi durdurun, konuyu değiştirin. Bunu yaparak negatif enerjiyi arttırmanın önüne geçmiş olur, olumsuz döngüye ara verir kısa sürede daha iyi hissetmeye başlarsınız.
Hayal gücü: Zihin için gerçek ve hayal arasında bir fark olmadığından daha önceki yazılarımda bahsetmiştim. Gözlerinizi kapatın ve kendinizi en huzurlu hissettiğiniz anı hatırlayın ya da hayalinizdeki huzurlu anıyı yaratın. Kısa sürede bedeninizdeki gevşemeyi fark edeceksiniz.
Acil durum butonu:
Birbirimize en çok sevgi gösterdiğimiz zamanların özel günler ve zor zamanlar olduğunu fark etmişsinizdir. Bu durumlarda sevgimizi, sevdiğimiz kişilerin yanında olduğumuzu daha rahat ifade eder ve gösteririz. Sıradan günlerde ve zamanlarda ise çoğu kez günlük koşturmacanın içinde bunu atlarız. Çocuğumuza, sevgilimize, eşimize biraz daha sık ifade etmekle beraber ki bu durum da kişiden kişiye değişmektedir, hayatımızda yeri olan kişilere sevgimizi, duygularımızı gösterme ya da söyleme gereği duymayız.
Kimi zaman alışılmış, görülmüş ve öğrenilmiş sevgi gösterme şekli bu olduğu için, kimi zaman nasıl olsa biliyorlar diye düşündüğümüz için, kimi zaman önceliklerimiz başka olduğu için sevgimizi gösteremezken ya da göstermezken; bazen de sevgi göstermek sadece keyifli zamanımızda yapabileceğimiz bir durummuş gibi geldiği ya da çok emek ve zaman alan bir şeymiş gibi düşünüldüğü için böyle davranırız. Bunun sonucunda sevgisini içinde yaşayan, sevildiğinden emin olamayan; sevgisini paylaşma, arttırma, faydalarından yararlanma şansı bulamayan pek çok kişi sevgi arayışında ve farkında bile olmadığı sevgi paylaşımının azlığından kaynaklı olumsuz etkilerle yaşamaktadır.
Sevgi göstermek hem sanıldığından daha kolay hem de umulmadık kadar etkilidir.
Sevgi göstermek için her zaman geniş zamanlara, maddi imkanlara, büyük çabalara; her şeyin yolunda gitmesine, moralimizin yerinde olmasına; uygun şartlar yaratmaya, çeşitli sebeplerimizin olmasına gerek yoktur. Bunların hepsi zihnin ürettiği bahaneler, harekete geçmenizi erteleyen, engelleyen düşüncelerdir. Oysa sevgiyi göstermek için gerçekten hissedilerek söylenen sözler, içtenlikle ifade edilen duygular, sıkı bir sarılma, bir teşekkür, bir bakış bile çoğu zaman yeterlidir.
*Sevgiyi çeşitli bahanelerle ertelerken zamanın geçtiği, geçerken pek çok şeyi değiştirdiği gerçeğini atlıyoruz: Anı kaçırıyoruz, sevdiklerimizden olabiliyor, görebileceğimiz sevgilerden, yaşayacağımız güzel anılardan kendimizi yoksun bırakıyoruz.