Güncelleme Tarihi:
Her şey benim Galerie Lafayette'in karşısındaki Pub'da üstüme birkaç damla şarap dökmemle başladı. Şarabı iştiyakla içtiğim için bunun kesinlikle farkında değildim.
Yanımdakiler dondurma yedikleri için canım çekmiş, bir de Banana Split ısmarlamıştım. Biraz sonra pantolonuma da bir damla çikolata dökülecekti.
Bunların hiç mi hiç farkında olmadım. Bir yandan Banana Split'imi kaşıklıyor, bir yandan da şarabımı yudumluyordum. Her şeyi aceleyle yapıyordum. Çünkü, bizi Paris Orly Havalimanı'na götürecek otobüs birkaç dakika sonra hareket edecekti.
Derken, karşımda oturan ve her an hata yapmamı karşı konulmaz bir arzuyla bekleyen kişi, diğerlerine dönerek konuştu.
‘‘Üstüne döktü; üstüne döktü!’’
Sakin olmaya çalışıyor, ama sevincimi hiçbir şekilde gizleyemiyordum. Onu daha fazla sevindirmemek için aldırmaz göründüm. Ne var ki, hem gömlek yerine giydiğim fermuar yakalı krem rengi yeni tişörtümü, hem de son moda pantolonumu seviyordum.
Kendimi teselli etmek için; ‘‘Tişört yıkanınca leke çıkar, pantolon da temizleyiciye gider’’ diye düşündüm.
Ama canımın sıkıntısı geçmedi.
* * *
Havalimanına varınca aceleyle pasaport kontrolünden geçip, Duty Free Shop'a koştum. Pantolondaki leke minicikti ve görünmüyordu, ama tişörtteki lekeler şarap renginde tuhaf bir görünüm arz ediyorlardı. Kendime yeni bir tişört almalıydım.
Printemps mağazasında beyaz bir tişört buldum. Gene aceleyle satın aldım ve üstümü değiştim. Lekeli tişörtümü bir naylon torbaya koyup, omuz çantama tıktım. Uçakta üstüme bir şey dökmemeye şiddetle özen gösterdim ve bunu başardım.
Önceki gece saat 23.00'te İstanbul'a indik. Otele gelmem saat 24.00'ü buldu ve kendimi şiddetle yorgun hissediyordum.
Normal olarak bu durumda bir duş alıp, derhal yatmam gerekiyordu. Ama yapamadım.
Müthiş bir şeytan dürtüsüyle daha odaya girer girmez çantama tıktığım tişörtü çıkardım, lavaboyu bir şişe şampuanla doldurduktan sonra, içine soktum. Resmen çamaşır yıkıyordum.
Yarım saat sonra tişörtü şampuanlı sudan çıkardığımda, lekeler kırmızıdan mora dönmüştü.
* * *
Bir kere kafama takmıştım. Bir şeyi kafaya takmak, yanlış ve hatta vahim sonuçlar doğuruyordu.
En basit bir şey bile olsa bunu tartışmalıydım. Eğer ortada yüzyıllardır bilenen bir doğru varsa, bunu yeniden sınamaya soyunmamalıydım.
Hele asla inat etmemeliydim.
Milliyetçi ve laik Fransa, dünya şampiyonluğunu kazanan milli takımıyla bu anlamsız inattan vazgeçtiğini ilan etmişti. Dünya şampiyonluğunu işte bunun için kazanmıştı.
Biz de dünya şampiyonluğunu kazanabilirdik.
Ama ‘kaybolmayan’ köklerimizi asla inkâr etmemek koşuluyla.