Paylaş
Rahmetli üstadımız Falih Rıfkı Atay'ın özlü ve ölümsüz sözleriyle, ‘‘Ben bu günlük köşe yazılarını icat edenin anasını, avradını.......’’
Yazmak zordur. Yeni bir şeyler söylemek, fikir üretmek daha zordur.
Ölenin arkasından ağlamak kolay, menfur cinayetleri (veya cinayet teşebbüslerini) kınamak daha da kolaydır.
‘‘Politikacı’’ olmak daha da kolaydır. Üstelik, ucuzdur.
* * *
Akın Birdal'ı vurdular. Ucuz senaryolar üremeye, üretilmeye başladı.
En güldüğüm ucuz senaryo, Mesut Yılmaz'ındı.
‘‘Aldığımız ilk duyumlara göre, galiba iç hesaplaşma...’’
Daha önce de, sevgili Uğur Mumcu'nun ölümünde çişleri bakanı olan İsmet Abi güzel ve önemli konuşmuştu: ‘‘Bu olayı çözmek namus borcumdur...’’
Söylem fevkalade, eylem hak getire...
* * *
Ceset görmeye çok alıştım...
Sivas'ta yakılan Behçet Sefa Aysan çok, ama, çok eski arkadaşımdı.
Kimiyle dalaştım, takıştım... Kimiyle dostluğunu paylaştım.
Doğan Öz, Hamid Fendoğlu (Hamido), Bedrettin Cömert, Bedri Karafakioğlu, Akın Özdemir, Abdi İpekçi, Cevat Yurdakul, Ümit Doğanay, Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu, Sevinç Özgüner, Kemal Türkler, Niyazi Adıgüzel, Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun, Hiram Abas, Nihat Erim, Bahriye Üçok, Memduh Ünlütürk, İsmail Selen, Adnan Ersöz, Kemal Kayacan, Musa Anter, Uğur Mumcu, Eşref Bitlis, Cem Ersever, Mehmet Nabi İnciler (İnci Baba), Behçet Cantürk, Enis Karaduman, Uğur Kılıç, Tarık Ümit, Nesim Malki, Metin Göktepe, Özdemir Sabancı, Ömer Lütfü Topal, Nurullah Tevfik Ağansoy, Abdullah Çatlı, Hüseyin Kocadağ...
Kimi kardeşimdi, kimi sofra arkadaşımdı, kimi ağabeyim, kimi düşmanım...
Uğur'u en son haliyle ben gördüm. Kapı komşumdu.
Vücudunun yarısı evinin dış duvarına, öbür yarısı Büyükesat camiinin avlusuna yapışmıştı. Hiç birinin katillerini bulamadılar.
* * *
1 Mayıs 1977 günü, İstanbul'da, Taksim Meydanı'nda 17 arkadaşımı kaybettim... Devletin başı Fahri Korutürk, MC'nin babası şimdiki cumbaba, onun emrindeki içişleri bakanı Sabahattin Özbek, devletin askeri güvenliğinden sorumlu zat-ı muhterem Ferit Melen'di.
Ölülerimiz toprağa verildikten sonra öğrendim nelerin olup bittiğini...
Yarım milyona yaklaşan insan beş koldan Taksim meydanına yaklaşmıştı.
Niyetleri maraza çıkarmak değil, eğlenmek, oyalanmak, işçi bayramını kutlamak, yürümekle aşınmayan asfaltsız yolların tadını çıkarmak...
Tek el silah patlamış, karşılıklı yaylım ateşi başlamıştı.
Netice, 35 ceset...
17 tanesi tanıdığım, merhabalaştığım insanlar... Yoldaşlarım...
* * *
Papaz Gapon diye biri vardı Çarlık Rusyası'nda... ‘‘Küçük Baba’’ olarak bilinen Çar II. Nikola'ya uzunca bir dilekçe döşendi.
‘‘Memurlarınıza inanmayın, akıldânelerinize inanmayın, yarın gelip size dilekçe vereceğiz, şefaatinizi isteyeceğiz...’’
Gelmelerini, el-etek öpmelerini, ‘‘biat etmelerini’’ emir buyurdu Çar hazretleri... Ertesi sabah herkes papazın peşindeydi.
Askeri birlikler, saray muhafızları da sotada...
Sırf saygı duymak, duyurmak isteyenlere saray merdivenlerinde konuşlanan (‘‘mevzilenmek’’ karşılığı) askerler ateş açtı, 2 bin kişi öldü.
Ateşi açtıran Prens Sivyatopolk-Mirsky'di.
Kışkırtıcının, ajan-provokatörün Papaz Gapon olduğu ortaya çıktığında iş işten geçmiş, ölen ölmüştü.
Kalan sağlar da on iki yıl sonraki ihtilali yaptılar.
* * *
Akın Birdal'ı vurdular. Vuranların robot resimleri var.
Emniyet arşivlerinde 382.000 adet robot resim var. Ne devlet arşivi ama?
Oradan teşhis edilebilen 18 cinayet suçlusu var? Ne devlet ressamı ama?
Bir tek ‘‘devlet’’ heykeltraşımız eksik...
Dünyanın her yerinde ‘‘Meçhul Asker’’ anıtı vardır.
Bize, ya ‘‘Meçhul Provokatör’’, ya ‘‘Meçhul Kurşun’’ heykeli lâzım...
Paylaş