Güncelleme Tarihi:
Andre Bazin'in ‘‘Sinemanın Temel İlkeleri’’ kitabında asla unutamadığım bir bölüm vardır. Bazin bir grup sinemacıyla birlikte Afrika kabileleri arasında araştırma yapmaktadır. Afrikalı zencileri gruplar halinde küçük bir sinema salonuna alarak hep aynı belgesel filmi gösterirler. Film bittikten sonra izleyicilere tek tek sorarlar.
- Filmde en çok aklınızda kalan yer nedir?
Filmi izleyen tüm zenciler hep aynı cevabı verirler.
- Küçük beyaz bir tavuk.
Filmin izletilmesi bitince bu kez Bazin ve ekibi filmi bir kez de kendileri izlerler. Aradıkları ilk şey elbette küçük beyaz bir tavuktur. Ne var ki filmde küçük beyaz bir tavuk yoktur.
Bazin ve ekibi şaşkına döner; filmi tekrar tekrar belki 50 kez izlerler. Ve sonunda bir ara kamera asistanlarından biri sevinçle haykırır. Sesi hamamdan fırlayan Archimedes gibi çıkmaktadır.
- İşte! İşte!
Kare dondurulur. Bir daha bir daha izlenir. Ekranın sağ alt köşesinde kısacık bir an küçük bir beyaz tavuğun hızla kareye girip çıktığı görülmektedir. Ama işte o kadar. Bu olay daha sonra ‘‘bilinçaltı kurgu’’nun temeli olacaktır.
* * *
Hürriyet'in 50'nci kuruluş yıldönümü Ankara resepsiyonunda, gerçekten özenle hazırlanmış Hürriyet belgeselini izlerken işte bu olayı hatırladım. Film sevgili gazetemin ben daha emeklerken çıkan ilk sayısıyla başlıyor ve bugüne geliyordu. İçinde benim de altında imzam olan bir dolu manşet vardı. Araya zamanın belgesel filmleri giriyor, arada kısa ve ilginç konuşmalar yapılıyordu. Bütün bunları buruk bir heyecanla izledim. Özellikle son 20 yıla yakın zamanı neredeyse kare kare yaşamıştım. Ekranda son 20 yıllık yaşamın coşkular ve hüzünlerle dolu özetini görüyordum.
Ama bunların hiçbiri bende bir tepki uyandırmadı.
Ta ki küçük beyaz tavuğu görene kadar.
O anda içim tarifi imkânsız bir heyecanla doldu. Ayağa fırlamak ve katıla katıla ağlamak istedim. Beni ilgilendiren işte oydu. Küçük beyaz tavuk ekranda bir anda var olup geçmişti. O bendim. O gazetecilikti.
Filmdeki ses Hürriyet'in her yere zamanında yetiştiğini söylüyordu. İşte o anda ekranda genç bir kız ve genç bir delikanlı belirdiler. Ellerinde fotoğraf makineleri, hızlı adımlarla gazeteden çıkıyorlardı. Belliydi ki bir olaya yetişmek için canlarını dişlerine takıyorlardı.
* * *
Kız daha ön plandaydı. Onun yüzündeki ifadeyi anında tanıdım. ‘‘Ben geliyorum’’; ‘‘Ben bu haberi alacağım’’; ‘‘Beni hiç kimse durduramaz’’ın ifadesiydi. Gözleri o anda hiçbir şey görmüyordu. Aklında ve yüreğinde sadece yetişmek istediği haber vardı ve bu ifadeyi başka hiçbir yerde görmenize olanak yoktu.
Bunu ancak ben anlayabilirdim. Bunu ancak bütün bunları yaşamış bir gazeteci, gazeteciler anlayabilirdi.
Gazetecilik buydu. Küçük beyaz tavuktu. Haberdi. Bu yüzden herkesin aklında görkemli bir film değil sadece küçük beyaz tavuk kalıyordu.
Yazarlık dahil gerisi laf ü güzaftı.