Paylaş
“Pinima diye bir ülke var ve burada dondurmayı külahta yemek yasak. Piyanoda Chopin çalmak yasak. Hatta piyanonun bazı tuşlarını kullanmak bile yasak. Yoksulluktan bahsetmek yasak. Yasakları yermek yasak. Postalı kadife kaplı güçler vardır. Başkan vardır. Ulu başkan her şeyin başıdır. Düşünüp düşünüp yeni yasaklar icat eder. Tek derdi halkını tehlikelere karşı korumaktır. ‘Mi minör’ işte böyle bir akıl tutulması ülkesinin hikâyesini anlatmaya, hiciv yoluyla bir baskıcı devlet eleştiririsi sunmaya çalışıyor. Devletin özellikle medyayı kullanarak gerçekleri nasıl saptırdığını vurguluyor. Baskının nasıl kurulduğunu, baskıya nasıl boyun eğildiğini, toplumun nasıl rıza gösterdiğini inceliyor. Seyirciye, aman seyirci kalma diyen, sosyal medyayı da zekice kullanıp onu her anlamda oyunun içine katan bir kurgu var.”
Şimdi ülke olarak çok çetin günler yaşıyoruz. Keşke gerek olmasaydı ama M. Ali Alabora’nın menfur başkanı başarıyla canlandırdığı bu oyundaki hayali Pinima ülkesini hatırlıyoruz. Sosyal medyayı da kullanarak!
Yaşadığımız hadiselerle birlikte oluşan haklı tepkilerin ortak paydası, özgürlüklere dokunulması, yaşam biçimine müdahale edilmesi. Tepkiler veren halk, yine haklı olarak hükümetin Devlet Tiyatroları’nı, operayı, baleyi, senfoniyi, koroları kapatma kararını da bu bağlamda değerlendirdi, bir kırmızı çizgi olarak tanımladı. Bu kurumlar güçlendirilmeli, kesinlikle kapatılmamalıdır.
Siz bu yazıyı okuyuncaya kadar neler olur, toplumsal dinamikler nasıl değişir, bu hızda tahmin etmek güç. Ben bu yasanın artık kolayca uygulanabileceğini sanmıyorum. Yine de koşullar ne olursa olsun eskisinden çok daha büyük bir şevkle sanatı korumak zorundayız. Toplumu oluşturan katmanların en önemli ortak paydalarından biri sanattır.
Unutmayalım: Gezi hareketini destekleyen desteklemeyen, Başbakan’ın büyük bir yanlış yaparak yüzde şu yüzde bu diye isim verdiği Türkiye nüfusu nasıl aynı hastanelerde doğup aynı kabristanlarda yatıyorsa, aynı oyunları, konserleri, temsilleri de yan yana izler. Tiyatro bu denli güçlü bir şey olmasa iktidar sahipleri ondan bu kadar ürkmezdi. Bu, tarih boyunca hep böyle olmuştur. İktidarlar geçici, tiyatro kalıcıdır. Çünkü tiyatro ve diğer sanatlar insanları ayırmaz, birleştirir ve kucaklar. Shakespeare, “Bütün dünya bir sahnedir ve biz de onun oyuncularıyız” demişti. Halkın aklını, hayatın gidişatını iyi anlayamayan karakterlerin sonu Machbeth, Hamlet, Coriolanus gibi olur.
Herkes aynı şeyi söylüyor: “Keşke bu yaşananlara gerek olmasaydı.” Tarih en büyük yargıçtır. Kararını verirken sanatçıları bilirkişi kabul eder. An itibariyle, içinden geçtiğimiz günleri dünyanın her yerinde oyun yazarları kaleme dökmektedir. Büyük hesapları olan siyasetçiler bunu da hesaba katsınlar.
Paylaş