RAKİP kararlıydı... Sert davranarak, hırpalayarak ve gerektiğinde sindirerek yenecekti Beşiktaş’ı.
Beşiktaş’ın bunu hemen algılaması gerekirdi. Maçı oynayarak değil, ancak savaşarak kazanabilirdi.
Teknikten çok, fizik ve kaba gücün prim yaptığı bir girdabın içine düşmüştü Beşiktaş. Beşiktaş’ı pozisyona koşturacak ve yönetecek isimlerin hepsi kayıpları oynuyordu. Ricardinho’yu bunların dışında tutuyorum.
Tekmelerin ses getirdiği bir ortamda ayakta kalan tek futbolcuydu. Tello’ya attığı bir pas var. Gollük bir pozisyondu. Tello’nun böylesine kötü vuracağına hala inanamıyorum. Kaçırdığı fırsatın ötesinde, Tello’nun hiçbir olumlu hareketini göremedim. Delgado da, aşağı-yukarı aynıydı. Etkisiz bir ilk yarı oynadı. İkinci yarıda da dökülmeye devam etti. Yabancılardan Holosko ve Nobre de sert ortamda kaybolan diğer isimlerdi.
Böyle bir ortama prim tanıyan hakem Bülent Demirlek’e gelince... İşi baştan sıkı tutacaktı. Oyun, kavgaya dönüşmeden varlığını hissettirecekti. Beceremedi Demirlek...
***
Beşiktaş’ın yediği gole diğer haftalardan farklı bir şey yazmayacağım.
Bir serbest atışta, Koray’ın topla buluştuğu noktada hiçbir Beşiktaşlı futbolcu göremedim.
Golü, hep birlikte seyrettiler!
Ve Beşiktaş, sinirlendikçe oyundan düştü. Ertuğrul Sağlam, ikinci yarıda çift santrfora döndü. Doğrusu da buydu...
Kontratağa yönelik bir oyun sisteminde Nobre tek santrfor olarak ne yapabilirdi? Üstelik, bir haftadır griple boğuşuyordu, halsiz ve bitkindi.
Bobo’nun maç öncesi ısınırken, sakatlanmasına ne dersiniz... Üstelik oynasaydı ne farkederdi? Haftalardır bir şey yaptığı yok.
Beşiktaş’ta forma giyiyor. Aklı, Brezilya Milli Takımı’nda!
Beşiktaş’ın kazanması için en az Kayserispor kadar boğuşması ve savaşması gerekiyordu. Beşiktaş’ta en çok top kapan futbolcunun Ricardinho olduğunu söylersem, gerisini anlatmama gerek kalır mı?
Sistemin, cesaretin ve pozisyonun tükendiği bir oyunu kazanamazdı Beşiktaş. Ve kaybetti...