19 Eylül 2007
BEŞİKTAŞ, sert ve biraz da sakatlamaya oynayan hırçın bir takım buldu karşısında. İlk 45 dakikada Serdar Kurtuluş ve Ricardinho’nun ayağını eline veren Fransızların niyeti belliydi... Alan daraltarak Beşiktaş’ı baskı ile bozacak. Tekme ile sindirecek ve sonuca gidecek!
İlk 45 dakikada Beşiktaş bu pis düşünce ve taktiğe papuç bırakmadı. Bir boksör gibi rakibi ile yakın döğüşe girdi ve fizikman hiç ezilmedi.
Ancak bu, kazanmak için yeterli miydi... Teknik açıdan da aynı performans ve beceriyi göstermeliydi.
Bunu yapamadı Beşiktaş!
Her şeye karşın Ricardinho, sakatlanana dek işin bu yönünü idare etti. Topun Beşiktaş’ta kalması için çaba sarfetti, tekniğini kullandı.Diğerlerinin katkıları pek yoktu.
Oysa, böyle bir göreve Delgado da soyunabilirdi. En azından Ricardinho’nun sakatlanmasından sonra sorumluluk alabilirdi.
Yapmadı değil yapamadı Delgado. Sert futbol onu da etkiledi.
***
KAFAMDA çözemediğim bir niyetin muhasebesini yaptım. Beşiktaş’ın amacı neydi? Tek puan mı, yoksa bir galibiyet mi?
Ancak, adamları gördükten ve tekmelerin acısını adeta kendi bacaklarımda hisettikten sonra, tek puanın en akılcı yol olabileceği duygusuna kapıldım.
Herhalde maçı izleyenler de benimle aynı hisleri paylaşmıştır.Hele, Tello’nun bacağına acımasızca basan 5 numaralı Faty’nin hareketini gördükten sonra...
Peki, İtalyan hakem bu cinayet işlenirken neredeydi. Üstelik 5 numaralı Fransız’ın ilk yarıdan bir sarı kartı yok muydu?
Bana göre,Marsilya golüne kadar Beşiktaş’ın en iyisi kaleci Hakan’dı. Ama yediği golde suçu büyüktü.
Korner atışında böyle bir falso yapacağı kimin aklına gelirdi.Çok ucuz bir goldü!
***
GOLDEN sonra beraberlik için sarfettiği çaba, Beşiktaş’ın savaşçı kimliğinden bir örnekti.Bu gayret bir gol getirebilir miydi.
Beşiktaş pozisyonsuz yaşadığı oyunun genelinde tek fırsat yakaladı. Golden sonra Serdar Kurtuluş’un önüne düşen pozisyon, pekala Beşiktaş’ın kaderini değiştirebilirdi.
Kötü de vurmadı. Ama böyle bir fırsat gole dönüşmeliydi. Bunu da Serdar’cık beceremedi!
Beşiktaş iyi oynamadığı ama iyi savaştığı oyunda iki belirgin hata ile yıkıldı. İlki söylediğim gibi Hakan’ın yanlış pozisyon alışı... Diğeri kritik bir bölgede Diatta’nın düşerek, rakibe verdiği pozisyon rahatlığı.
İki pozisyon Beşiktaş’ın sonunu hazırladı!
Yine de söylerim... İtalyan hakem Kırmızı kartını kullanma cesaretini gösterseydi... Beşiktaş’a bir şans doğabilirdi. Kötü de oynasa kaderini zorlayabilirdi.
Yazının Devamını Oku 18 Eylül 2007
BİR öfke bulutu her hafta Süper Lig’in üzerine çöküyor. Ortam geriliyor, herkes burnundan soluyor. <br><br>Ankaraspor maçında güme giden Beşiktaş’ın golü, geçen haftanın en çok konuşulan olayıydı. Belki de tartışmaya açık hiçbir pozisyon, kamuoyu yoklamasından böylesine süratle geçip, hemen karara bağlanmadı...
Bal gibi goldü!
İyi-hoş da, bal bunun neresinde. Beşiktaş’ın ciğeri yanıyor, elalem yorumunu yapıyor. Başkan Yıldırım Demirören’in beyanatındaki sloganlar ise, Beşiktaş’ın yakalandığı öfke krizinin birer deliliydi. Ne diyor Demirören...
Yumruğu vururum. Beşiktaş’ı ligden çekerim!
Bu sözler de güme giden gol kadar taraftar buldu. Ve haftanın en çok okunan beyanatları arasında ilk sırayı aldı.
Başka neler konuşuldu geçen hafta... Cumartesi gecesi Fenerbahçe’nin Rizespor’a kaptırdığı puanlar da bir öfke yumağı olup, Zico’nun kafasında patladı...
Zico istifa... Zico istifa!
F.Bahçe tribünlerinden yükselen bu sesler, ardından hemen bazı dedikoduları da beraberinde getirdi...
F.Bahçe Lippi ile görüşüyor.
Ve bir başka fısıltı...
F.Bahçe, Fabio Capello’ya teklif götürecek.
Bunlar da haftanın gündemine düşen haberlerdi...
* * *
VE pazar gecesi esen G.Saray fırtınası kafaları iyice karıştırdı. Bunun da ötesinde bir kıyaslamadan çıkan sonuç herkesi düşüncelere saldı. Ve konuşuldu...
Rizespor ile berabere kalan F.Bahçe, toplam 563 isabetli pas yaparken, sadece tek gol atabildi. Ve topla oynamada yüzde 65 gibi yüksek bir oran yakaladı.
G.Saray ise, 458 isabetli pas ve yüzde 55’lik topla oynama oranıyla 6 gol atma başarısı gösterdi.
Rakamlar ve yüzdeler F.Bahçe’ye çalışırken, goller G.Saray’a kucak açtı.
Nasıl iş bu!
Bir örnek vererek, konuya açıklık getirebilirim. İstatistiklere göre, haftanın en isabetli pas atan futbolcuları listesinde ilk üç sırayı Fenerbahçeli futbolcular paylaştı.
Birinci sırada 85 isabetli pas ile Aurelio. 65 pas ile Edu. Ve 59 pas ile Önder...
Üstelik bu 3 futbolcudan ikisi savunma adamı. Biri ön libero. Bundan şöyle bir sonuç çıkıyor...
Geri veya yan pasla işler yürümüyor. Tempo yapamazsan, üretken olamazsan, Topla boşuna zaman tüketirsen, sabahtan akşama dek oynasan nafile... Kendini kandırırsın.
Pası sen yaparsın, golü başkaları atar!
* * *
GEÇEN haftanın maçlarından sonra bir soru yine gündeme geldi. Tartışıldı ve konuşuldu...
Şu anda 3 büyüklerden hangisi daha iyi?
Süper Lig’in müdavimlerine göre şöyle bir sıralama çıktı ortaya.
En iyisi G.Saray. Sonra Beşiktaş ve F.Bahçe.
Bu arada bazı yeni transferlerin performansları haftanın bir başka konusuydu.
Nonda nasıl oynadı. Higuain neler yaptı?
Nonda müthiş oynadı. İki de gol attı. Özellikleri mi?
Egoist değil. Oyunu arkadaşları ile paylaşıyor. Adam eksiltirken hiç zorlanmıyor. Toplara iyi vuruyor. Her şeyden önce takıma katkı yapıyor.
Higuain ise, haftanın en çok ofsayta düşen futbolcusuydu. Üç kez ofsayta yakalandı, iyi niyetli ama etkisizdi. Higuain için burun kıvıranlar, ikinci yarının ortasında Arjantinli’nin bir dizi nefis hareketlerini görünce, kararlarını gelecek haftalara sakladılar.
* * *
HAFTANIN en ilginç ve konuşulan konularından biri de G.Saraylı Nonda’nın ilk kez seyircisiz oynanan bir maçta forma giymesiydi.
Kongo’lu forvet, Ali Sami Yen’in boş tribünlerini bir hayli yadırgadı. Ve sorulan bir soruyu şöyle yanıtladı...
Alışmam gerek. Böyle iki maç daha oynayacağım.
Her şey bir yana. Bilemiyorum, bir jest değerini buldu mu. Gerektiği gibi gündemdeki yerini aldı mı?
Ankaraspor Teknik Direktörü Aykut Kocaman, Beşiktaş’ın sayılmayan golü için yorumunu soranlara hiç düşünmeden ve gevelemeden yanıt verdi...
Net bir goldü!
Bana göre bu, aynı zamanda haftanın sözüydü.
Çünkü bir ders gibiydi. Ve fanatizme atılan bir tokattı!
Yazının Devamını Oku 16 Eylül 2007
BEŞİKTAŞ alışkanlık haline getirdi. Her maçın özellikle ilk 45 dakikalık bölümünü temposuz ve ağır adımlarla oynuyor. <br><br>Böyle bir tercih de rakibe oyunu kontrol rahatlığı veriyor. Bunun da ötesinde Beşiktaş’ın oyun etkinliğini kırıyor. Bu dakikalarda aklım Delgado ve Ricardinho’ya takıldı. Ertuğrul Hoca neler düşündü bilemiyorum. Delgado ve Ricardinho’nun birlikte kulübede oturmalarını herkes gibi yadırgadım.
Belki salı gecesi oynanacak Marsilya maçının telaşı, ya da bir başka neden... Her koşulda birinin oynaması Beşiktaş’ın ve de özellikle Bobo-Higuain ikilisinin çektiği pozisyon sıkıntısına bir çözüm getirebilirdi.
Sadece Bobo’nun tek pozisyonu ile avunan Beşiktaş’ın, 45 dakika gibi uzun bir zaman diliminde hatırlanacak hiçbir üretkenliği yoktu.
Bu uyuşuk tempo, her fırsatta Beşiktaş’ı ateşlemek için tepinen tribündeki taraftarların da ritmini bozdu. Hep birlikte bağıran seyircinin heyecanı, her geçen dakika kayboldu. Yine de tribünlerin temposu, Beşiktaş ile kıyaslanmayacak oranda yüksekti.
Bu sevgi seli de Beşiktaş’ı uyku komasından kurtaramadı!
* * *
ERTUĞRUL SAĞLAM’ın Ricardinho’yu 81. dakikada oyuna alması garibime gitti. Biliyorum ki, Rico’ya pek güven olmuyor. Nasıl oynayacağı bir bilmece.
Üstelik bu uyuşuk tempoyu ateşleyecek ne gücü ne de hevesi var Paşa’nın. Herhalde bunları düşünerek Ricardinho’dan bir son dakika mucizesi bekledi Ertuğrul Hoca...
Eğer, böyle bir değişikliği gerekli gördüyse, Delgado’ya sarılmak daha gerçekçi olmaz mıydı?
Ve son 15 dakikaya tempo getiren Nobre ile Mehmet Yozgatlı’yı bunca zaman, kulübede saklamanın anlamı neydi?
Beşiktaş’ın, her maçın ilk 45 dakikalık bölümünü ağır tempo oynadığını yazmıştım. Dün, sadece ilk yarı değil, oyunun bütününde gerçek kimliğinden uzaktı. Tamam... Tempo uyuşuktu, çabukluk yoktu. Adımlar ağırdı. Hepsi bir yana...
Peki, savaşçı kimliğine, kazanma hırsına neler oldu Beşiktaş’ın!
* * *
BUNLARI bir kenara itiyorum. Beşiktaş’ın maçı kazanması mümkün değildi. Ancak, bir pozisyon Beşiktaş’ı bu kaostan kurtarabilirdi.
Son anda kaleci Senecky’nin yediği gol. Bu sürpriz gol Beşiktaş’ı kurtarabilirdi. Ancak, maçın yan hakemi Adil Sinem’in bayrağına takıldı.
Pozisyonda Nobre’nin topa eli ile hiçbir müdahalesi yoktu.
Bunu herkes gördü. Acaba, Sinem’in gözleri o an nereye takılmıştı. Yanlış salladın bayrağı sevgili Sinem!
Bu arada, Diatta ile Higuain’den birkaç kelime yazayım... Diatta, hiç riske girmeden oynadı. Bol bol İbrahim Toraman’a yan pas attı.
Higuain ise, oyunun ikinci yarısında bir dizi nefis hareketler yaptı. Herkesin kafasını karıştırdı. Karar vermek için bir maç daha gerekli!
Yazının Devamını Oku 13 Eylül 2007
FATİH Terim’i 45 dakika sıkıntılı adımlarla kenarda koşturan ve kızdıran Milli Takım’a önce bir ilk yarı portresi çizeceğim. Bakalım beğenecek misiniz! Notlarımdan fışkıran dakikalarda Hamit’in gollük bir şutu... Nihat ile geliştirdiğimiz tek çabuk hücum... Ve devrenin son dakikasında Tuncay ile yakalayıp da harcadığımız tek pozisyon... Ben, Milli Takım’ın ilk yarıdaki temposundan ve oyunundan hiç heyecan duymadım.
Çizdiğim portreden sonra herhalde sizler de beğenmediniz Milli Takım’ı!
Bazılarından farklı bir oyun ve performans bekliyordum. Gökdeniz’in sağ kanada hücum zenginliği ve çabukluk getireceğini düşünüyordum. Keyif alacağım hiç hareketini göremedim.
Tuncay Şanlı ile İbrahim Üzülmez’in ortaklaşa kullanacağı sol kanattan yağmur gibi yağacak atakların hesabını yapıyordum. Orası da keyfimi kaçırdı.
Malta maçında niye oynamadı diye hesap sorduğumuz Nihat Kahveci’nin atacağı şutlarda teselli aradım. Kalecinin kucağına giden tek şutu vardı Nihat’ın. İkincisine rastlamadım...
Milli Takım’ın yavaş temposu ve sık sık tekrarladığı pas hataları rakibin işini kolaylaştırdı.
Böyle bir Milli Takım’ı beğenemezdim. İzin verin adınıza konuşacağım... Sizler de beğenmezdiniz.
* * *
Her şeye karşın ikinci yarıda daha farklı bir Milli Takım bekliyordum. İlk 45 dakika oyunda görünmeyenlerin devreyle gireceğini umut ediyordum. Örneğin: Gökhan Ünal, Hamit Altıntop, sonradan oyuna dahil olan Emre Belözoğlu ve Serdar Özkan...
Malta’da kötü adamı oynayan Emre Belözoğlu var ya, işlerin zorlaştığı anda Tuncay Şanlı’ya öyle bir top attı ki... Tuncay’ın soldan kaçışı, sonra Gökhan Ünal’ın müthiş kafa şutu... Bu gol her şeyi unutturdu. İlk yarıdaki ağır ve uyuşuk tempo, yavan ve etkisiz futbolu... Her şeyi bir kenara itti bu gol.
Aurelio’nun golü mü? O da galibiyetin sigortasıydı.
Yine başa dönüyorum. Milli Takım’ın ilk yarıdaki oyununu beğenmedim. Ama biraz sabredip ikinci yarıyı bekleseydim daha hoşgörülü yazabilirdim. Ama ben doğrusunu yazmak istedim.
İlk 45 dakika beni endişelere sürükleyen Milli Takım’ın oyunun final bölümündeki performansına tribünler gibi ben de alkış tuttum.
Yazının Devamını Oku 4 Eylül 2007
BAŞKANIN salladığı siyah bir mendil, Vestel’i Süper Lig’den alıp götürdü. Manisaspor böyle bir acıya ne kadar dayanabilir? Harcanır gider mi? Yoksa bir başka şirketin şefkatine mi sığınır? Ya da onun bunun elinde gün ve gün eriyip solar mı? Zaman gösterecek!
Ege’den bir takımın başına bir şey geldi mi, hemen Göztepe’yi hatırlarım. O efsane takımın çöküşünü, kayboluşunun hüznünü bir kez daha yaşarım.
Tanrı Manisaspor’u korusun. Kaderinin Göztepe’ye benzemesini hiç istemem. Her neyse...
Başkan Haluk Çubukçu’nun veda konuşmasındaki sözleri ve sloganlar her hafta coşku ile izlediğimiz Süper Lig’i tepeden tırnağa bir şaibenin pisliğine atıyordu. Ve diyordu ki...
Kirlenen futbol ve ahbap-çavuş ilişkilerine artık dayanamaz duruma geldik.
Boyumuzun ölçüsünü aldık. Türkiye’de birçok şeyin kolay değişmeyeceğini de anladık.
Temiz, adaletli futbol için sponsorluktan çekildik.
Ve başkan, bildirisinin final bölümünde gönlündeki yönetimin de tarifini yapıyordu...
Adaletli... Renklerin ve kişilerin hakim olmadığı, kavgacılara ödün vermeyen bir yönetim istiyoruz.
Ve anladığım kadarınca son cümlesinde koca bir taşı da Süper Lig’in üzerine yuvarlıyordu...
Kirliliğin bulunduğu yerde biz yokuz!
* * *
BAŞKANIN açıklamasının her satırından ateş fışkırıyordu. Doğruları ve yanlışları tek tek ayıklamaya çalışırken, bir yandan düşündüm.
Bu beraberlik böyle bitmemeliydi. Ne bitmesi, hep sürmeliydi.
Şikayetlerinize bir yorum getirmiyorum sayın başkan. Belki yerden göğe kadar haklı da olabilirsiniz. Her şeye rağmen bu mücadelenin içinde olmalıydı Vestel.
Çünkü, o bir örnekti. O, diğer şirketleri, sponsorları Süper Lig’e ve liglerimize imrendirecek bir değerdi.
Yeni ilişkileri, birliktelikleri doğuracak bir lokomotifti.
7 yıllık bir aradan sonra gel boz bu nikahı...
Sayın başkan işin bir de bu yüzü var. Keşke, tarihi kararı bir kez daha gözden geçirseydiniz. Ve öfkeniz dindikten sonra böyle bir işe kalkışsaydınız.
Ben, Ege’den bir takımın başına bir şey geldi mi, hep Göztepe’yi hatırlarım.
Eğer Manisaspor’un da başına bir şey gelirse, hep Vestel’i anacağım!
* * *
VE Hakan Şükür muradına erdi. Metin Oktay’dan sonra Tanju Çolak’ın da bir unvanını elinden aldı. Manisa’da attığı gol ile yeni bir sıfat yüklendi...
Lig tarihinin en golcü futbolcusu. Tam 241 gol!
Rahmetli Metin Oktay, müthiş voleleri, havada kavisler çizerek attığı kafa golleri ve bomba gibi şutları ile anılırdı. Bir efsaneydi.
Sonra Tanju Çolak geldi. Farklı bir stil yarattı. Ceza sahası içinde inanılmaz becerikliydi. Ayağının içini kullanarak ne canlar yaktı. O da bu özellikleriyle anılıyor.
Ve ardından sevgili Hakan Şükür çıktı sahalara. Onu herkes biliyor. Gollerini, huylarını, attığı adımı bile... Yeşil sahalardan ayrılınca, o hangi özelliği ile anılacak? Attığı goller, kazandığı krallıklar bir yana... Nasıl anılacak?
Türk futbolunun en büyük emekçisi!
Hiçbir futbolcu vücudunu, nefesini, gücünü futbolun 90 dakikalık ömründe böylesine cömertçe harcayarak 36 yaşına dek rakipleri ile boğuşma zahmetine katlanmamıştır.
Hiçbir maçta kaytarmamıştır. Hiçbir maçı gönülsüz oynamamıştır. Ve hep savaşmıştır.
Ona sevgim-saygım bundandır!
* * *
HAFTAYA damgasını vuran futbolculardan biri de Manisaspor’un 1986 doğumlu kalecisi Ufuk Ceylan idi. Ümit Milli Takım’a çağrılması da genç kaleciye iyi bir moral...
Aldığım duyumlara göre, Ufuk ile ilgilenen pek çok kulüp varmış. Ama Ufuk’a en yakın duran taraf da Galatasaray imiş. Bir bakıma geleceğe yatırım yapıyormuş.
Özellikle Adnan Polat bu işin sorumluluğunu yüklenmiş!
Ve Galatasaray camiasında şu sıralar en çok kaleciler konuşuluyor. Genel kanı şöyle...
Galatasaray’ın kurduğu kadroda, kaleye en çok Mondragon yakışırdı.
Manispor maçından sonra o kaleye Ufuk Ceylan’ın yakışacağını söyleyenlerin sayısı da bir hayli fazlaydı.
Demek ki, iş yine Polat’a düşüyor. Ne dersiniz, gelecekte bir bomba patlayabilir mi!
Yazının Devamını Oku 2 Eylül 2007
BEŞİKTAŞ genelde oyunun ilk 45 dakikalık bölümünde işi ağırdan alıyor. Hani, maraton koşan atletler gibi... Nefesini ve gücünü idareli kullanıyor. Oyunu ve rakibi fazla zorlamıyor. Dün gece de böyleydi! Bobo, boş alanlara koşarken, Beşiktaş’ın ağır tempoda yan ve geri pas oynaması ne kadar saçmaydı. Kanatlar bir başka alemdi...
Soldan İbrahim Üzülmez’in geliştirdiği atakların hiçbiri etkili bir ortaya dönüşmedi. Her kanat atağı köşeye sıkışıp kaldı. Neredeydi sağ kanadın o afacan çocuğu Serdar Özkan... Ricardinho mu? Yine tribünlere oynadı. Bir şey söyleyeyim mi...
Paşa, artık sıkmaya başladı!
Yine de Beşiktaş’ın huyunu bilenler, heveslerini ikinci yarıya sakladılar. Ben ise, devre arasında Ertuğrul Sağlam’ın ne gibi değişiklikler yapacağını beklemeye başladım...
* * *
İlk yarıda sadece tek pozisyon heyecanı yaşayan tribünlerin de beklentileri vardı.
Yeni transfer Federico Higuain’i sahada görmek istiyorlardı. Yükselen seslerde onun ismi geçiyordu.
Ertuğrul Sağlam ikinci yarıya farklı bir yorum getirdi... Hücuma daha kalabalık bir manga gönderdi. Bir ara baktım... Sağda Mehmet Yozgatlı, solda İbrahim Akın... Ortada Bobo ile Delgado... Ve Beşiktaş dört forvetle rakibe çullanıyor.
Koca 45 dakikayı eli belinde uyuşuk adımlarla dolaşan Ricardinho da kızakta... Yerinde Serdar Özkan oynuyor.
Bu değişiklikler sahaya farklı bir Beşiktaş getirdi. Ardı ardına yaratılan pozisyonlar oyunun rengini değiştirdi.
İlk yarıda rakibe 3 net pozisyon rahatlığı veren Beşiktaş, geliştirdiği her atakta bir gol fırsatı yakaladı.
Bunlardan birini değerlendirebilirdi. Örneğin, 70. dakikada Bobo’nun kafasına gelen orta, net bir gol pozisyonuydu. Bobo’nun topu auta atması ise, koca bir beceriksizlikti...
* * *
Ve Ertuğrul Sağlam, son hamleyi yaparak Federico Higuain’i oyuna aldı. Isınana kadar da oyun bitti.
Israrla söylüyor ve yazıyorum. Beşiktaş, kazanma hırsını... Yüksek tempo hevesini... 90 dakikanın geneline yaymadan oyunun büyük bir bölümünü boşa harcarsa, kaybedilen puanlar asla bir sürpriz gibi yorumlanamaz.
Beşiktaş kaybettiği iki puana üzülüyor. İnanıyorum ki, Kayserispor da kaçırdığı olası bir galibiyetin hüznünü yaşıyor!
Maçı izleyenler pozisyonları gözlerinde bir kez daha canlandırsın. Kayserispor da en az Beşiktaş kadar oyuna orta değil miydi?
Yazının Devamını Oku 30 Ağustos 2007
TRİBÜNLER golün adını uzunca bir süre hiç ağzına almadı. Beşiktaş’ı telaşa zorlamadılar, bir teknik direktör edası ile oyunu anlamaya çalıştılar. Görebildiğim kadar Ertuğrul Hoca onlardan daha heyecanlıydı. El-kol hareketleriyle ve zaman zaman da kulübeden fırlayarak futbolcularını uyarıyordu.
Bu dakikalarda Beşiktaş, cansız temposu ve uyuşuk adımlarla sahada dolaşır gibiydi...
İlk şutu ancak 18. dakikada attığını... Tek fırsatı Bobo’nun kafa şutuyla yarattığını... Ve yine tek pozisyon heyecanını Delgado’nun, İbrahim Üzülmez’in önüne yuvarladığı nefis pasta yaşadığını söylersem... Herhalde Beşiktaş’ın ilk yarıdaki halini anlamakta hiç zorlanmazsınız. Tribünlerin, ilk yarının son 15 dakikasındaki gole yönelik tezahüratı da kötü giden oyunda Beşiktaş’ı uyuşuk temposundan uyandırmaya yönelik bir uyarıydı.
Beşiktaş, taraftarın bu tatlı-sert ihtarına bir-iki atakla karşılık verdi. Sonra yine iyi uykular...
Hele hele, 43. dakikada Silva de Souza’nın Beşiktaş yarı alanını bir otoban rahatlığında kullanarak yarattığı bir pozisyon vardı. Korkusu herkes gibi hala yüreğimde... Hakan çıktı ve ayaklarına kapanarak bir golü önledi.
***
Bu satırlar Beşiktaş’ın ilk 45 dakikadaki portresiydi. Şimdi izin verin Beşiktaş’ın sevimli ve canlı yüzünü kelimelere dökeyim...
Oyunun ikinci yarısında farklı bir Beşiktaş sahne aldı. Tempo yükseldi, oyun çabuklaştı. Ve Beşiktaş boşa harcadığı dakikalar adına adeta özür diler gibiydi.
İşte bu, Kartal’ın gerçek kimliğiydi!
İkinci yarının hemen başında Tello-Delgado diyaloğu, sanki gelecek golün habercisiydi. Ve Delgado’nun ilk golünde Serdar Özkan’ın adrese teslim ortası, ortak bir golün tüm güzelliklerini taşıyordu.
Delgado, attığı ikinci golden sonra yaşadığı sevince bir ara öfkesini de karıştırdı. Yumruklarını sıkarak kısa bir şov yaptı.
Bunun anlamı asla kişilere yönelik bir davranış veya bir saldırı değildi. Sadece şimdiye dek beklediği patlamayı dün gece gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşıyordu Delgado...
***
Beşiktaş savunması, rakibe pozisyon vermedi. Söylediğim gibi böyle bir korkuyu sadece ilk yarının son dakikasında kalesinde gördü.
Zürih maçı hem onur, hem de para maçıydı. Ve aldığı sonuç, Beşiktaş’ı Şampiyonlar Ligi’ne taşıdı.
Hem de milyon Euroların uçuştuğu zengin bir diyara...
Laf aramızda şu sıralar Beşiktaş’ın da böyle zengin komşulara ihtiyacı vardı!
Yazının Devamını Oku 28 Ağustos 2007
CUMARTESİ gecesi Süper Lig’in iki golü haftaya damgasını vurdu. Akşam serinliğinde Roberto Carlos’un Sivas’a attığı kafa golü ve geceye doğru Batuhan’ın Antep’teki volesi... Hangisi daha güzeldi?
Pazarı beklemeden tartışmaya başlayanlar, Lincoln’ün Ali Sami Yen Stadı’nda patlayan müthiş füzesi ile irkildiler...
Ve hemen bu golü de tartışma kapsamına aldılar!
Başka güzel goller yok muydu?
Olsa da üç büyüklerin attığı gollerin patırtısı yeri-göğü inletiyor.
Bu golleri tartışanlara kulak kabarttım. Yaşını başını almasına karşın, fanatizm illetinden yakayı kurtaramayan... Bir adım ötede, gençliğinin deli çağını yaşayan... Ve yanlarında futbola yeni gönül vermiş minik Süper Lig hastalarının arasına karıştım.
Duyduklarıma inanamadım. Tercihleri ise, beni şaşırttı.
Gollerin sıralamasını yaparken, renk-rozet-marka gibi duygu kümesinden arınıp, tercihlerini bir başka boyutta tartışıyorlardı.
Carlos’un attığı golün buram buram kalite koktuğunu söylüyorlardı.
Lincoln’ün vuruş estetiğini anlata anlata bitiremiyorlardı.
Batuhan’ın volesinde zamanlama ustalığından dem vuruyorlardı.
Söylediğim gibi... Fanatizmden eser yoktu. Küfür yoktu. Kavga hiç yoktu!
Ve Batuhan’ın golü haftanın en güzeliydi!
Bana göre değildi.
Ama onlara göre, güzelin de ötesinde en anlamlısıydı!
* * *
BİRAZ sonra düşünceleri daha da netleşti. Biri dedi ki...
Roberto Carlos, futbola başladığı zaman, Batuhan daha doğmamıştı.
Diğeri hemen atıldı...
Şimdi attıkları golleri tartışıyoruz.
Bir başkası sordu...
Carlos ilk golünü atarken Batuhan kaç yaşındaydı.
Hep birlikte güldüler. Ama sorunun yanıtını bulamadılar. İzninizle burada ben araya giriyorum. Carlos ilk golünü atarken, Batuhan 4 yaşındaydı.
Tartışma böyle uzayıp gitti. Ama seviyesini, kalitesini hiç yitirmedi.
Ve büyük çoğunluk Batuhan’ın golünü en güzel gol olarak işaretliyordu.
Nedeni mi?
Roberto Carlos’un bilgisi, deneyimi ve futbol kültürü... Lincoln’ün şan-şöhreti ve kalitesi yanında Batuhan daha dünkü çocuktu.
Eğer, 16 yaşındaki Batuhan’ın golü, bu devlerin arasında konuşuluyorsa, onlara göre bu gol hepsinden güzeldi.
Onlar tartışmaya böyle yaklaşınca, ben de düşüncelerimi değiştirdim. Güzelliği bir yana, hepsinden değerliydi...
Çünkü, bu gol hepsinden gençti!
* * *
BU yazıyı yazarken, servis dostum Sadi Kemal Yaşar yanıma geldi. Ve bazı notlar verdi. Roberto Carlos ile ilgili bilgilerdi. Bir bakıma tam zamanında getirmişti... İşte Roberto Carlos ve 3 rakamının sihiri...
4 Roberto Carlos, F.Bahçe’de 3 numaralı forma ile oynuyor.
4 Sivasspor’a attığı kafa golü, hayatında kafa ile kaydettiği 3. gol.
4 Carlos, bu golü Süper Lig’in 3. haftasında attı.
4 Bu gol, F.Bahçe’nin Süper Lig’deki 3. golü.
4 Ve Carlos’un bu golü F.Bahçe’ye 3 puan getirdi.
Bunların dışında 3 rakamının sihiri Carlos’un yaşamında da etkinliğini gösteriyor...
Carlos 1973 doğumlu. 73 kilo ve attığı gol kariyerindeki 103. golü.
* * *
SİVASSPOR maçındaki olaylar nedeniyle Trabzonspor’a sahasında 5 maç seyircisiz oynama cezası verildi.
Ve Trabzonspor bu cezayı çekmeye başladı.
Ancak, cezanın ilk haftasında daha da acı bir ceza ile kıvrandı Trabzonspor...
Rizespor’u 5-1 yendikleri maçta Trabzonspor’un attığı 5 golü hiçbir taraftarı izleyemedi, göremedi... Ve atılan o 5 gole ne ses çıktı ne de bir alkış geldi...
Bundan daha büyük bir ceza olabilir mi!
Yazının Devamını Oku