18 Ekim 2007
OYUNUN her dakikasını ve sahanın her noktasını kullanmak gibi inanılmaz bir hırsla doluyduk. Bu hırsın oyuna yansıması için bazı değerleri yakalamamız gerekliydi. İşte bunu beceremedik... Öncelikle birlikte düşünmek ve oynamak gibi ortak bir tavır koyamadık sahaya...
İyi organize olamadık. Pozisyon üretemedik. Oyunda egemen değildik.
Lafın doğrusu, oyuna ve skora hırsla asılırken, yaptığımız iş sadece kuru bir gürültüydü!
Aklıma geldikçe ürperiyorum. Birer dakika arayla rakibe iki pozisyon verdik. Evlere şenlik... Birkaç dakika sonra yine Gekas’a bir fırsat rahatlığı sunduk... Herkes gibi yüreğim ağzıma geldi.
Bitmedi, devamı var... 33 ve 34. dakikalarda kalemizde yaşadığımız iki tehlikeye bir de devre biterken gelen bir diğerini katalım... Sonuçta şöyle bir tablo çıkıyor ortaya. Hırsla saldırdığımız komşuya 6 pozisyon rahatlığı sunmuşuz.
Buna karşın, yakaladığımız veya üretebildiğimiz tek pozisyon ve tek heyecan yok...
Ne berbat bir ilk yarı değil mi!
Koskoca 45 dakikada Emre Belözoğlu’nun bir-iki pası... Gökdeniz Karadeniz’in saman alevini andıran birkaç atağı... Ve İbrahim Üzülmez’in soldan taşıdığı topların karambolde kayboluşu, boğuluşu...
* * *
Fatih Terim ikinci yarıya Tümer Metin ile başladı. Topun bizde kalmasını sağlamak ve pozisyon sıkıntısını gidermek için düşünülmüş bir değişiklikti bu.
Çevreme kulak kabarttım, onlar da aynı şeyi konuşuyorlardı. Ve Tümer Metin topun ayağına değdiği ilk pozisyonda Tuncay’a bir pas attı...
Tek kelimeyle nefisti. Tuncay ne yaptı... Eline yüzüne bulaştırdı!
Şimdi eğri oturup doğruyu konuşalım... Biz, oyuncu değişimlerinde bir gol ararken, rakip, kalemizde cirit attı.
20 dakikaya yine 3 gollük pozisyon sıkıştırdılar. Her atakta bir fırsat yakaladılar.
Sonuçtan umudu kesenler ise, Bosna Hersek-Norveç maçının skoruna kafayı taktılar. Oradan gelen haber de milli takımın oynadığı oyun kadar kötüydü.
Sahi, bu milli takım neden böyle kötü oynuyor?
Galiba, bu sorunun yanıtını kazandığımız maçlardan sonra aramalıydık. Skorlara aldandık ve kendimizi de aldattık.
Rakip sahada 4-1 yendiğin rakibine Ali Sami Yen’de boyun eğiyorsan... Duygularını bir kenara itip gerçeklerden ders alacaksın. Evet, ders alacaksın!
Yazının Devamını Oku 9 Ekim 2007
BOŞUNA nefes tüketmediler. Ve boşuna direnmediler. "Bizim evladımız" diyerek sahiplendikleri genci başka ellere kaptırmamak için her yolu denediler. Mecidiyeköy’de, Beşiktaş’ta, Kadıköy’de gözün göreceği her kavşaktaki Bilboard’lara iri puntolarla yazdılar-çizdiler...
Mehmet Topuz’u satmıyoruuuz!
Ve her beyanatta, internet sitelerinde ve de her lafın başında bir kez daha tekrarladılar...
Dünyaları verseniz. Satmıyoruuuz!
Mehmet Topuz, temmuz ayının gülüydü. Spor sayfalarının ise, baş aktörü... Beşiktaş iştahlandı, Fener saldırdı, G.Saray günlerce dil döktü.
Hiçbiri onu Kayseri’den İstanbul’a taşıyamadı. Ve Kayseri yönetimi, insanı adeta dinden-imandan çıkartacak tekliflerin hiçbirine yüz vermedi.
Bu sıcak baskıya karşı koyarken, sadece bir ilke çevresinde birleştiler...
Kayserispor’u zirvede tutacağız. Yıldızlarımızı satmayız.
Satmadılar Mehmet Topuz’u... Ve geçen hafta G.Saray maçında ne doğru bir iş yaptıklarını da dosta düşmana gösterdiler.
Müthiş oynadı Topuz. Onu izlerken her kafadan bir ses çıktı. Kimine göre çok güçlüydü... Kimine göre vahşi...
Bazılarına göre, teknik ve gücün bir sembolüydü... Ve her takım için gerekliydi bir Mehmet Topuz...
Topuz’un performansından ben de etkilendim. Onu izlerken, aklıma Tuncay Şanlı geldi...
Onun enerjisini, onun ateşleyici karakterini ve onun farklı hırsını gördüm Topuz’da. Tabii, Tuncay’dan çok farklı tekniğini de!
Kayserisporlu genç, geçen haftanın yıldızıydı. Ben de gündeme taşıdım. Elbette başka duygular da beni ateşledi...
Hiç şüphem yok. Bu çocuk ocak ayının da yıldızı olacak!
Ve ara transferde yine spor sayfalarının manşetlerinde boy gösterecek. Üç büyüğün sıcak baskısından bunalacak.
Gerçekten merakla bekliyorum... Bu işin sonu ne olacak?
Kayseri yönetimi, gittikçe büyüyecek rakamların cazibesi ile bu ihaleden çekilecek mi... Yoksa, ilkeleri doğrultusunda mı yürüyecek?
Hiçbir Anadolu kulübü bir yıldız ihalesinde böyle bir direniş göstermedi. Kayserispor acaba ne kadar dayanacak?
Aldığım duyumlara göre, üç büyükler ocak ayı yoklamalarına şimdiden başlamışlar...
* * *
HAFTANIN gündeme düşen bir başka yıldızı F.Bahçeli Kezman idi...
Manisaspor maçında kırmızı kart ile oyun dışı kaldıktan sonra gözyaşlarını tutamadı. Ve maç sonrası ilginç şeyler söyledi...
20 yıl sonra beni ağlattınız!
Eh... Kolay değil Süper Lig’de oynamak. Belki de dünyanın en zor liginde top koşturuyorsun sevgili Kezman. Üstelik, F.Bahçe de dünyanın en zor kulübü.
Seni anlıyorum... Bu zorluklar arasında nefes almak bile hüner işi!
Bir de madalyonun diğer yüzünü çevir. Ve oradaki lüksüne bak.
Diyorlar ki...
Roberto Carlos’tan sonra F.Bahçe’ye gelen en pahalı futbolcu!
F.Bahçe, basit bir hesapla Sırp futbolcuya, Anelka’lara, Van Hooijdonk’lara verdiği parayı katlayacak bir meblağ ödemiş ...
İşin bir de bu yönünü düşün sevgili Kezman...
Ve sil gözyaşlarını, oynamaya bak.
* * *
VE bir yıldız daha... G.Saraylı Lincoln. Kayseri maçında adını yine gündeme taşıdı. Oynadığı futbolla değil, attırdığı golle...
25 metreden Ümit Karan’ın kafasına oturttuğu pas bir harikaydı!
Dilin kemiği olmaz.
Böyle bir yıldıza sataşanlar da var.
Çok riskli oynadığını... Kaptırdığı topların G.Saray kalesine birer tehlike olarak döndüğünü... Söyleyenler hiç de az değil.
Ne dersiniz?
Vallahi ben derim ki... Paça ıslanmadan balık tutulmaz.
Lincoln da riske girmeden böyle adrese paslar atamaz.
Lincoln ile uğraşanlara duyurulur!
Yazının Devamını Oku 8 Ekim 2007
BEŞİKTAŞ, bir güreşçi gibi altına aldığı Gençler’i 45 dakika hırpaladı ve ezdi. <br><br>Kanatlardan geldi, göbekten delmeyi denedi... 7 korner, sayısız şut attı. Ve üç net pozisyon yakaladı... Hepsi nafile! Ve devre biterken basit bir pozisyon, Beşiktaş’ı aradığı gole kavuşturdu.
Ali Tandoğan’ın uzun taç atışını, kale sahası içinde Nobre topuğuyla tamamladı, iş bitti.
Oysa, üç net pozisyonun hazırlanışı ve organizasyonu her bakımdan mükemmeldi.
Hovardalar listesine bakıyorum... İkisini Nobre harcamış, birini de Burak Yılmaz ıskalamış.
Beşiktaş’ın oynama hevesi ve kazanmaya kararlı tavrı üst düzeydeydi. Yine bir liderin eksikliği hissediliyordu Beşiktaş’ta.
Bir ara Delgado’nun sözlerini hatırladım. Hiçbir komplekse kapılmadan söyledikleri aklıma geldi...
Ricardinho’yu özledim. Onun gibi bir yıldızla oynamak farklı oluyor.
Oyunun ilk 45 dakikalık bölümünü izledikten sonra net olmasa da hep tekrarlanan bir soruya yanıt bulabildim.
Beşiktaş niye gol atamıyor?
Çeşitli nedenler ararken, "Beceri noksanlığı ve telaş" sözcüklerini bir yere sıkıştırmayı unutmayın. Ve bir gün kaçan gollere, Beşiktaş’ın çok ağır bir fatura ödeyeceğini de hiç aklınızdan çıkartmayın.
Dünden bir örnek vereyim... 54. dakikada Isaac, 84. dakikada Erhan’ın yakaladığı net pozisyonlar, golle sonuçlansaydı neler olurdu bilemem. Buna, oyunun kırılma noktası da diyebilirim...
* * *
İkinci yarının ilk 15 dakikalık bölümünde Beşiktaş düşük tempo oynadı. Yine de Nobre ile yakaladığı pozisyon, Beşiktaş’ı rahata kavuşturacak bulunmaz bir fırsattı. Bu da kaçtı. Ve Beşiktaş strese girdi... Stresin Beşiktaş’a hiç yaramadığını da biliyorum. Cılız skorlar, tribünler kadar Beşiktaş’ı da huzursuz kılıyor. Kademeler arasındaki bağlantılar ve yardımlaşma kopuyor. Birlikte oynama bilinci dağılıyor.
Ve değişik bir kimliğe bürünüyor Beşiktaş!
Beşiktaş’ın en iyisi Tello idi. En çok koşanı ise Serdar Özkan... En hovardası mı? O da Nobre.
Ama Beşiktaş’ı kurtaran da yine Nobre’nin golüydü.
Yazının Devamını Oku 4 Ekim 2007
ERTUĞRUL Sağlam, Beşiktaş’ın hücum bölgesinde Delgado-Bobo (Nobre) ve İbrahim Akın üçlüsünü koşturdu. Arkadan gelenlerin sayısı ve hücum hevesi de oyun süresince hiç eksilmedi. Göbekten Serdar Özkan ve Cisse... Kenarlardan İbrahim Üzülmez ile Serdar Kurtuluş.
Beşiktaş’ın oyun coşkusu da derbi maçından farklıydı. Bu coşkuyu bir golle süsleyebilirdi Beşiktaş. 26. dakikadaki pozisyonun heyecanını herkes gibi hala yaşıyorum...
Serdar Kurtuluş’un uzun taç atışında, Gökhan Zan’ın aşırdığı top bir anda İbrahim Toraman’ın önüne düştü. Döndü vurdu İbrahim Toraman... Ancak, gerektiği gibi değil. Şans işte...
Böyle bir fırsat, oyundaki tüm dengeleri bir anda değiştirebilirdi. Ve ilk 45 dakikada pozisyon bulmakta zorlanan ve de çabuk öfkelenen Porto’nun oyun düzenini bozabilirdi.
Beşiktaş, sahanın her bölgesinde yardımlaşarak ve özveriyle oynadı. Sağ kulvarda Serdar Özkan, Kurtuluş’u hiç yalnız bırakmadı. Sol kulvarda ise İbrahim Üzülmez ile Tello arasındaki diyalog hiç kopmadı. Bir de hiç dinmeyen tribün coşkusu, Beşiktaş’ı hep arzuladığı skora koşturdu.
Yazının Devamını Oku 2 Ekim 2007
ERBİ sonrası ilk idmanda Ertuğrul Sağlam futbolcularını topladı, kötü oyunu ve yenilginin nedenlerini sordu. Hemen hemen tümü bir şarkı söyler gibi aynı anda haykırdılar...<br><br>Hakem hataları! Sağlam, biraz durdu ve sonra yine futbolcularına sordu...
Hakemin yenilgide payı büyük. Peki, sizler iyi oynadık diyebilir misiniz?
Futbolcularda çıt yok!
Sevgili Sağlam, böyle bir soruyu gündeme getirirken, benim aklıma bir başka soru takıldı. Biri çıkıp da sorsa...
Peki hocam, bu takım hangi maçta iyi oynadı?
Veya bir başkası çıkıp da şöyle sataşsa...
Sevgili hocam, Beşiktaş’ı bir daha böyle kötü oynarken görmeyeceksiniz dediğiniz günden bu yana kaç hafta geçti. Hani, özlenen Beşiktaş?
Nasıl bir yanıt verebilirdi sevgili Sağlam. Hemen fikstüre ve Beşiktaş’ın oynadığı maçlara bir bakalım...
Tek farkla kazandığı Konya maçı. Son dakikada Hakan’ın kurtardığı pozisyonu her fırsatta hatırlıyorum. 1-0’ı güç-bela korudu Beşiktaş.
Kasımpaşa maçına 1-0 yenik başladı. Galibiyet golünü bitime 5 dakika kala attı.
G.Antep deplasmanında galibiyet golü 90+4’te geldi. Gol, Batuhan’ın bir harikasıydı. Futbol kötüydü.
İnönü’de Kayserispor maçı golsüz bitti. Hafızanızı biraz zorlayın ve Kayserispor’un kaçırdığı pozisyonları bir hatırlayın.
Başkent’teki golsüz Ankaraspor beraberliği. Ama Beşiktaş’ın sığınacağı bir liman var. Nobre’nin sayılmayan net golü. Ya, berbat futbol!
Daha sonra İnönü’deki 3-2’lik Denizli galibiyeti. Anasından emdiği süt burnundan geldi Beşiktaş’ın. 2-0’lık yenilgiden 3-2’lik mucize skora... Burada futbolcuları mı kutlayayım, yoksa 90 dakika ciğerini yırtan ve Beşiktaş’ı yüreklendiren taraftarı mı?
Ve G.Saray derbisi. Kötü hakemler. Kötü skor. Ve çok kötü futbol! Hepsi tekmili birden. Film gibi...
Hani nerede vadettiğin Beşiktaş. Nerede özlenen Beşiktaş!
* * *
RAKAMLARIN dökümü hiç de iç açıcı değil. Beşiktaş tam 120 haftadır liderlik koltuğuna oturamamış. Şöyle bir ağız tadı ile...
Lider benim diyerek kükreyememiş! Lucescu’dan sonra sırası ile Del Bosque, Rıza Çalımbay, Tigana gibi şöhretli isimler gelmiş Beşiktaş’a. Ama hiçbiri özlenen Beşiktaş’ı taraftara sunamamış.
Şimdi sırada Ertuğrul Sağlam var. Ve tartışılıyor sevgili hocam.
Kimi, "Sahip çıkın ve zaman tanıyın" diyor.
Kimi "Erken geldi. Beşiktaş için çok genç" diyor.
Kimi de "Bu kadronun çapı bu kadar" diyor.
Kadronun çapı mı bu kadar. İşte bu tartışılabilir... Ve hemen tartışalım...
Beşiktaş’ın yabancıları arasında bir Alex veya bir Lincoln gibi lider var mı?
Sakın Ricardinho demeyin...
Alex, Süper Lig’in gol kralı. Süper Lig’in en çok asist yapan oyuncularından.
Lincoln oynadı mı, neler yapıyor görüyoruz.
Ricardinho’nun kaç golü ve asisti var? Vallahi abartmıyorum, doğru dürüst akıllarda kalan şutu bile yok! Üstelik deplasman maçlarında öylesine etkisiz ki... Adeta toptan kaçıyor.
Hepimiz yazıyoruz. Delgado oynasaydı... Ne fark ederdi oynasaydı. Peki, Delgado’nun 90 dakika Beşiktaş’ı yönetecek, sırtlayacak gücü-dermanı var mı?
Diatta veya Higuain?
Arjantinli, Beşiktaş’ın aradığı santrfor mu?
Diatta, Beşiktaş savunmasına hayat verecek aranan kan mı?
Bobo ile Nobre, Beşiktaş’ın hücum hevesini ateşleyecek uyumlu bir ikili mi?
Beşiktaş’ın ligde sadece 8 golü var. Üçü Tello’dan.
* * *
CİSSE biraz oynasa, bir-iki top kapsa, göklere çıkartıyoruz. Onda, bir takımın liderliğini veya sorumluluğunu sırtlayacak özellikler var mı?
Bana göre, bir sistemin içinde sadece iyi bir görev adamı. Sadece görev adamı...
Yerli futbolculara girmek istemiyorum. Onların analizini Beşiktaş’a gönül verenlere bırakıyorum. Ve soruyorum...
Bu kadro özlenen Beşiktaş’ı yaratacak çapta mı?
Ve hemen bir paragraf açarak hatırlatıyorum... Bu kadro bir eksik-bir fazla Ertuğrul Sağlam’ın istekleri doğrultusunda oluşturuldu. Doğru değil mi...
Öyleyse Ertuğrul Sağlam, alınan ve alınacak sonuçlardan ilk sorumlu kişidir.
Sonra futbolcular. Her bir futbolcu elindeki-eteğindeki her şeyi sahaya dökecek .Neydi o derbideki isteksizlik. Beraberlik golünün sevinci bile bir saman alevi gibiydi. Bir derbinin coşkusu var mıydı? Golü atan Tello’ya kaç kişi koştu...
Başka başka... Alınan ve alınacak sonuçlardan başka kim veya kimler sorumlu? Dilimin ucuna kadar geliyor. Ama Porto maçı öncesi moral bozmak istemiyorum. Porto maçından sonra onu da yazarım.
Belki kızanlar olacak. Yine de yazacağım...
Yazının Devamını Oku 30 Eylül 2007
ERTUĞRUL Sağlam, Ali Sami Yen’in sessizliğine ve Hakan Şükür ile Lincoln’ün yokluğuna aldanmadan sahaya bir derbi onbiri sürdü. Göbeği Serdar Kurtuluş-Koray Avcı ikilisi ile kapattı. Cepheden gelecek G.Saray fırtınasına bir dalgakıran oluşturdu.
Kanatların sağında Serdar Özkan, solunda Tello... Ve hücumda Nobre-Bobo... Bir bakıma, hücum ve savunma dengelerini eşitlemeyi amaçlamıştı Ertuğrul Sağlam...
Kağıt üzerinde her şey güzel görünüyordu. Oysa, düşüncelerin sahaya yansıması farklıydı Beşiktaş’ta. İlk 45 dakikanın raporunda, G.Saray kalesine Tello’nun dışında şut atan tek kişi yoktu. Tello’nun tek şutu da gol oldu.
Beşiktaş’ın en hareketli bölgesi kanatlar Ali Sami Yen’in sessizliğinde derin bir uykuya daldı. Ne Serdar Özkan’ı, ne de Tello’yu koşturacak bir kanat yardımlaşması gelişmedi bu bölgede.
Ne garip... Tello’nun golü de Beşiktaş’ın ilk yarıdaki tek kanat atağında gerçekleşti. Serdar Özkan sola kaçtı, Tello’ya çıkardı. Ve gol geldi... Oysa Beşiktaş, kanattlardaki etkinliğini ön plana çıkarmalıydı. İlk tercihi de bu olmalıydı...
* * *
Ricardinho’nun yokluğunda, Beşiktaş hücum trafiğinde sıkıntılar yaşadı.
Göbekte Serdar Kurtuluş ile Koray Avcı işin savunma yönüne ağırlık verdiler. Zaman zaman hücum hevesleri de sınırlı ve etkisizdi. Sağlam, Delgado’yu oyunun final bölümünde düşündü. Belki de bir plan gereği uzun süre kulübede bekletti. Oysa, Delgado’nun varlığı Beşiktaş’ın sıkıntılarını belirli ölçüde giderebilirdi.
Beşiktaş’ın yediği ilk golde yanlış bir hakem kararı vardı. Arda’nın ayağından çıkan topa Selçuk Dereli "Aut" dedi. Yan hakem korneri işaretledi. Ve kornerden gelen top gol oldu.
Bu, Beşiktaş’ın ilk şanssızlığıydı!
İkinci G.Saray golünde Selçuk Dereli’nin penaltı kararı ise, tartışmaya açık. İBrahim Toraman’ın darbesi Arda’ya değil topaydı. Serdar Kurtuluş’un hareketi ise tartışılır.
Bu da Beşiktaş’ın bir başka şanssızlığıydı!
Beşiktaş’ın derbideki performansını beğenmedim. Başkalarının da beğendiğini düşünmüyorum. Ama iki yanlış karara yenik düşmesini de bir hakem suçu olarak görüyorum.
Yazının Devamını Oku 25 Eylül 2007
MİT Karan’ın göğüsünde sektirip havada bir kavis çizdikten sonra yaptığı röveşata ve attığı gol uzun bir süre konuşulacak. Ve bundan böyle atılacak her güzel gol, Karan’ın bombası ile kıyaslanacak.
Hangisi daha güzel!
Gerilere dönüyorum... 2005-2006 sezonu. Günlerden cumartesi. F.Bahçe, Şükrü Saracoğlu Stadı’nda Samsunspor ile oynuyor.
Yediği erken golün telaşı ile yükleniyor, bastırıyor F.Bahçe. Ve oyunun 17. dakikasında Alex’in o muhteşem golü geliyor...
Ceza sahası üzerine düşen topa doğru havalanıyor Alex... Topla sanki gökyüzünde buluşuyor. Ve havada dönerek öyle bir dömi-vole atıyor ki...
Maçtan sonra Samsun kalecisi Alioum Boukar’a soruyorlar...
Alex’in golü için neler söyleyeceksin?
Kamerunlu kaleci biraz düşünüyor. Ve gülerek yanıtlıyor...
Golü göremedim ki!
Ve devam ediyor konuşmasına...
Topun Alex’in ayağından çıktığını gördüm. O yöne doğru atladım. Ancak, gerisini hatırlamıyorum. Üzerimden sanki bir rüzgar geçti.
Şimdi soruyorum. O golü hatırlayanlar, Ümit Karan’ın golünü de gözlerinde canlandırıp, bir kıyaslama yapsınlar...
Hangisi daha güzeldi?
Hemen hatırlatayım. Kasımpaşa’nın Faslı kalecisi Khalid, Karan’ın golü için ne demiş, biliyor musunuz?
Nefisti. Yediğime değdi!
Böyle goller kolay kolay atılmıyor. Ve kolay da unutulmuyor. Öyle değil mi...
* * *
DOSTLARLA haftanın maçlarını konuşuyoruz. Bazıları ufak ufak telaşlanıyor...
4 G.Saray hiç çaktırmadan kaçıyor!
- Nereye kadar kaçar...
4 Hiç belli olmaz. Baksana F.Bahçe ile fark 7’ye çıktı.
- Ligin henüz 6. haftası. Niye hemen aklına F.Bahçe geliyor. Beşiktaş ile arasındaki fark sadece iki...
4 İyi de bu hafta Beşiktaş’ı Ali Sami Yen’de yenerse...
Konuşma sürüp giderken, G.Saray’ın bu derbiyi seyircisiz oynayacağı aklıma geldi. Beşiktaş için bulunmaz bir avantaj.
G.Saray’ı yenerse, Ali Sami Yen’den lider olarak çıkacak!
Laf Beşiktaş’tan açılmışken, Ertuğrul Sağlam’ın, Denizli maçının devre arasında futbolcularına yaptığı konuşmayı hatırladım. Bir gazetede okudum. Diyor ki, Ertuğrul Sağlam...
Bu maçı alamazsanız, rakibin otobüsüne binip gidersiniz.
Sağlam’ın konuşması beni yıllar öncesine götürdü. Belki de 40 yıl öncesine... O dönemin G.Saray Teknik Direktörü rahmetli Gündüz Kılıç, bir F.Bahçe derbisinin devre arasında futbolcularına sakin ama kırgın bir üslupla şunları söylüyor...
F.Bahçe’yi yenemezseniz, bu soyunma odasına cesedimi çiğneyip girersiniz!
Ne garip değil mi?
Teknik-taktik ve sistem gibi değerlerin tutmadığı bir anda iş, vatan-millet edebiyatına dökülüyor.
Bazen de bayağı işe yarıyor!
* * *
SÜPER Lig’de bazı isimler gözden kaçıyor. Belki de değerleri kadar ilgi göremiyorlar. G.Antepsporlu De Nigris, geçtiğimiz hafta G.Birliği OFTAŞ’a da bir gol attı ve 5 golle liderliğe yükseldi.
Bu gol, bana Meksikalı futbolcuyu bir kez daha hatırlattı. Geçen sezondaki notlarımı karıştırdım. Panorama sütunlarında şöyle bir yazı yazmışım...
Bu Meksikalı’ya dikkat. Ülkemizdeki milyon Euro’luk çoğu yabancıyı ikiye katlar!
Yine G.Antepspor’da oynayan Uğur Yıldırım da G.Birlği OFTAŞ’a atığı bir penaltı golü ile gündeme düştü. Kim bu Uğur Yıldırım?
Hollanda’nın Heerenven takımından geldi. 2005 yılında İspanya’da düzenlenen Dünya Master Frikik Turnuvası’nda 3 atışı da gole çevirerek birinciliği aldı.
Bu turnavaya katılan dünya starları arasında Zidane ve Totti de vardı. Onları sollayarak 3’te 3 yaptı.
Kaleyi koruyan şöhretler ise, Valencia’nın kalecisi Canizares ile Kamerunlu milli kaleci Kameni idi...
Süper Ligi izlerken, lütfen De Nigris ile Uğur Yıldırım’ı atlamayın. Mutlaka beğenecek ve keyif alacaksınız!
Yazının Devamını Oku 23 Eylül 2007
BEŞİKTAŞ’ın 10 dakika gibi kısa bir zaman diliminde yediği iki komik gole gülüp geçtim...<br><br>Ve bir süre tribünleri izledim. Beşiktaş’ı girdiği komadan uyandırmak için yırtınan muhteşem bir koro... Beşiktaş’ın sırtına bir taş gibi çöken 2-0’lık skora hiç aldırmadan, öfkesini de hiç hissetirmeden gönül verdiği takımı alkışlıyor, ve yüreklendiriyordu... Beşiktaş, 2-0 yenik düştüğü oyunda ilk 45 dakika bitmeden iki golle karşılık vermişse, bunun tek nedeni tribünlerden aldığı moraldi.
Bu kükreyişte başka neden arayanlar hiç kafa yormasın. Ne bir sistem ne de bir taktiğin getirdiği kükreyişti... Sadece, tribün-futbolcu kaynaşmasından doğan bir moral kondisyonun fışkırmasıydı.
Gözlerimi tribünlerden çekip Beşiktaş’ı izlemeye başladım. Sezon başından bu yana hiçbir maçın ilk 45 dakikalık bölümünde Beşiktaş’ı böylesine tempolu ve istekli görmemiştim.
Bu değişim hemen fark ediliyordu. Ceza sahasına girmek ve pozisyon üretmek için inanılmaz sancılar çeken Beşiktaş, Denizli kalesinde fırsat zenginliği yaşıyordu.
* * *
VE her bir Beşiktaşlı oyunun içindeydi. Sadece Tello diğerlerinden farklıydı. Ricardinho ve Delgado’nun oynamadığı bir maçta sanki liderliğe soyunmuştu. Liderliğin de ötesinde, iş ahlakı ve kazanma hırsı hepsinden anlamlıydı.
Bunları düşünürken, Beşiktaş rekor düzeyde pozisyon yakalıyordu. Yine de söylemeden geçemeyeceğim... Her rakip atakta Beşiktaş tribünlerinin üzerine bir korku bulutu çöküyor. Basit hatalar beklenmedik anlarda skoru ve sonucu tehdit ediyor İkinci yarıda Denizlisporlu Serhat’ın direkte patlayan şutunu hatırlayın... Beşiktaş savunmasının kronik hatalarından biri değil miydi!
Mehmet Yozgatlı’dan daha etkili bir performans bekliyordum. Dağınık ve etkisizdi...
Serdar Özkan, bir ara tek başına maçı kurtarmaya kalkıştı. Topla gereğinden fazla oynadı... Ancak, her şey kazanma duygusundan kaynaklanıyordu. Biraz da toyluğundan ve heyecanından... Yine de oyunun etkili isimlerinden biriydi.
* * *
OYUNUN ikinci yarısında Cisse’nin performansı herkes gibi beni de şaşırttı. İlk 45 dakikada oyunda pek hissedilmeyen Cisse, final bölümünün etkili aktörüydü. Ama gördüğü sarı kartı kırmızıya kadar zorlaması yanlış bir davranıştı.
Ve oynamasa da bir futbolcu kafamı kurcaladı.
5 milyon Euro’luk Delgado, Ricardinho’nun oynamadığı bir maçta kulübede oturuyordu. Ve yeni transfer Arjantinli Higuain de oyunun 70. dakikasında sahne alıyordu.
Ben bunu yadırgadım. Biliyorum ki, başkaları da kızıyor...
Yazının Devamını Oku