6 Kasım 2007
BİR adam koskoca camianın üzerine bir kabus gibi çöktü. Taraftarını fırtlattı, yönetimini çıldırttı ve başkanını ağlattı. Derbinin hakemi İsmet Arzuman... Canına okudu maçın. Derbilerin havası-suyu insanoğlunun yapısını bozuyor. Sanki, kimlik değiştiriyor.
Bir korkaklık, bir pısırıklık. Endişe ve korku!
Bir parfüm gibi insanoğlunun bedenine yayılıyor. Neden korkarlar, neden sinerler. Ve kimlere hizmet verirler anlayamıyorum.
Derbide İsmet Arzuman’ın çaldığı her düdükte korku üflediğini herkesten iyi hissettim.
Koşarken bile ayakları titrek basıyordu. Kararlarına kendi bile inanmıyordu.
Lafın kısası, derbiye moral ve kafa olarak hazır değildi!
Oysa, oturup karşılıklı konuşun, dünya efendisi ve tatlısı bir adam.
Derbi, bir insanın kimliğinde böylesine bir tahribat yapabilir mi?
Evet, korkaktı. Başının belaya girmesini istemiyordu. İnanın, uzatma dakikalarındaki o malum pozisyonda çaldığı faul düdüğünde bile hiçbir kötü niyet taşımıyordu.
Ama korkaktı!
O topun F.Bahçe kalesine kadar gitmesini istemiyordu. Son saniyelerde bir karambol golünden çıkacak patırtının, başına ne işler açacağını biliyordu Arzuman.
Topu her iki kalenin uzağında tutmaya çalışıyordu!
Alın derbinin kasetini ve maçın son dakikalarını izleyin. Çaldığı her düdükte işi kotarmanın, bir iş kazasına uğramadan derbiyi bitirmenin telaşı çökmüştü Arzuman’ın üzerine.
Futbolcuların isyanına karşı takındığı umursamaz tavırlarına da bakmayın...
O anda uyur-gezer gibiydi!
Kafası bulanık, kararları duygusaldı.
Tabii ki, korkaktı!
* * *
DERBİ, Beşiktaş’ı da etkiledi. Kim ne derse desin, Beşiktaş’ın da kimliğini değiştirdi.
O da korkaktı. Evet, yüreğini derbiye göre hazırlamamıştı.
Üçüncü dakikada golü bulacaksın. Hem de Kadıköy’de... Üstelik, sana pozisyon rahatlığı veren rakip savunmayı böylesine kötü bir gecede yakalayacaksın...
Sonra, Kadıköy’ün gürültüsünden, F.Bahçe’nin adından ürküp, attığı golün ardından pasif bir oyun tutturacaksın. Geriye yaslanıp, rakibin üzerine gelmesini bekleyeceksin. Beklersen, yersin golü, rakibi yüreklendirirsin.
Beşiktaş, her şeye karşın derbiyi Arzuman’ın kötü yönetiminden kaybetti.
Ama kendi korkaklığına ne dersin!
* * *
VE Beşiktaş, Sivasspor maçına PAF takımı ile çıkacak.
Yok, ben hiç tahmin etmiyorum.
Buna karar verecek yetkili kurula danışmadan, böyle bir açıklamaya yönelmek, belki bir öfke patlaması gibi düşünülebilir.
Ancak, öfkenin bittiği yerde, gerçekler sırıtmaya başlar!
Belki, 40 yıl öncesiydi. Beşiktaş, İnönü Stadı’nda bir lig maçı oynuyordu... Maçın hakemi oyunu çığrından çıkardı.
Ve bir anda Beşiktaş sahadan çekilmeye kalktı. O dönemlerin en popüler yönetici ve genel kaptanı Sadri Usuoğlu’nun hışımla koşa koşa sahaya girdiğini gördüm...
Oyunu terketmeye yönelen takımı itekleyerek içeri soktu. Ve bazı futbolcuların enselerine okkalı birer tokat oturttuğunu da dün gibi hatırlıyorum.
Aradaki benzerlik ne diye sorarsanız...
ÖFKE derim...
Sağlıklı bir karar için mutlaka, sakin bir kafa gerekmez mi?
Beşiktaş, o yıl şampiyon oldu. Nasıl mı, rahmetli Sadri Usuoğlu’nun, onca olay arasında, adeta saniyelerle yarışarak kısa bir zaman diliminde verdiği kararla...
Sizlerin karar vermeniz ve düşünmeniz için daha çok zamanınız var.
Lütfen bir kez daha düşünün!
* * *
VE yine derbinin hakemi İsmet Arzuman’a dönüyorum. Yazımın başlığı : Her düdükte korku üfledi!
Ancak, üflediği düdüklerde öylesine ürkek ve korkaktı ki, herkesin tartıştığı o malum pozisyonda çaldığı düdüğün sesini kendi bile işitemedi...
* * *
BİR küfür olayı var. Herkes gibi etkilendim. Hasan Şaş, eski takım arkadaşı Ergün Penbe’ye küfür etti!
Böyle işlere pek karışmak istemem. Arkadaş arasına ise, hiç girmem.
Ama burada tarafım. Hasan, Ergün Penbe’ye küfür etmişse, tarafım. Şu sahalarda küfür edilecek en son adamın, Ergün olacağını anlamadınsa, ben bir tarafım.
Ayıp ettin, hem de çok ayıp!
Yazının Devamını Oku 4 Kasım 2007
BOBO’nun beklenmedik golü bulunmaz bir fırsattı. Derbilerde, hele Kadıköy’ün gürültüsünde erken bir gole kavuşmak, çalgılı gazinoların halk matinelerinde koltuk kapmak kadar değerlidir. Beşiktaş bu koltuğu kaptı... Sonra Fener’in golüne kadar kaptığı koltukta derin bir uykuya daldı. Oysa, iki gol arasındaki 20 dakikalık süre Beşiktaş’ı daha farklı bir skora taşıyabilirdi...
Beşiktaş, böyle bir cesareti gösteremedi. Geriye yaslanarak, pasif bir kimliğe büründü. Egemenliği ve sahayı F.Bahçe’ye bıraktı.
Bu, derbide düşünülecek en saçma bir davranıştı. Vebalini de yediği golle ödedi. F.Bahçe’yi yüreklendirmenin anlamı neydi, çözemedim.
Derbilerde bencillik olur mu?
Bobo, böyle bir suç işledi. İlk yarıda boş pozisyonda ve pas almak için yırtınan Burak Yılmaz’a kulak asmayıp, topu kaleye şutlaması, bir egoizm çılgınlığıydı.
Her şeye karşın Beşiktaş, skoru etkileyecek ve kaderini değiştirecek fırsatlar yakaladı. 72.dakikada yine Bobo’nun ceza sahası içinde Volkan’ın ellerine yuvarlığı top, ikinci yarının en net pozisyonuydu.
Derbide böyle bir fırsatı harcarsan, kaderine de boyun eğersin!
* * *
BEŞİKTAŞ savunması, duran toplardaki acemiliğini yediği ilk golde yine tekrarladı. Kornerden gelen topun, o kalabalıkta Deivid’in kafasına kadar uzanması, savunma ailesinin hep tekrarladığı basit bir hataydı.
Beşiktaş’ta sonucu etkileyecek isimler, daha fazla sorumluluk alabilirdi. Delgado, bu oyunda yalnız kaldı. Onun gibi düşünecek ve iş ortaklığı yapacak isimler oyunun ofansif yönünde silik kaldı.
Oysa, Delgado moral ve fizik yönden derbiye hazırdı. Arkadaşları Delgado’nun çevresinde bütünleşme becerisini ve uyanıklığını gösteremediler.
Delgado derbinin en yalnız adamı idi!
Serdar Özkan, koştuğu kadar etkili değildi. Cisse, kafa olarak sadece kalesini korumak gibi tek yönlü bir düşüncenin içinde boğuldu. İbrahim Toraman, gerçek bir savaşçıydı. Gökhan Zan’ın sakatlanmasından sonra savunmanın ağır yükünü sırtladı.
Bu derbide Beşiktaş’ın eksik yönü neydi ?
Yine başa dönerek, aynı duygularımı dile getireceğim.... Kadıköy’ün gürültüsünden ürktü ve düşündüğü planı uygulayamadı.
Yine de ben başka bir saptama yapacağım...
Yeterince yürekli değildi.
Not: Oyunun uzatma bölümünde Higuain’in attığı, İsmet Arzuman’ın iptal ettiği golde faul düdüğü çaldığı bir gerçek. Çoğu kişi duydu. Ancak, pozisyonda faul var mıydı, İsmet Arzuman televizyondan bir kez daha izlesin...
Yazının Devamını Oku 1 Kasım 2007
OYUNDA temponun düştüğü ve topun dışarı çıktığı pozisyonlarda sevgili İsmail Er ile sohbete daldık. Beşiktaş’ın ilk 20 dakikalık hızlı ve çabuk oyununa aldanmıştık. Higuain’in golünden sonra İsmail Er, kolumu dürttü ve şaka ile karışık dedi ki...
İster misin Ertuğrul Hoca bu kadroyu hiç değiştirmeden derbiye sürsün?
Sonra gerçekler tek tek sırıtmaya başladı. Diatta dökülüyordu. Higuain sanki attığı golün arkasına saklanmıştı. Sürekliliği hiç yoktu.
Ricardinho halı sahada oynar gibiydi. Bir top atıyor sonra elini-ayağını oyundan çekiyordu. Dayanamadım, saydığım yabancıların tek tek fiyatlarını sordum İsmail’e...
Dolar üzerinden öyle fiyatlar söyledi ki... Bol sıfırlı rakamların içinde adeta boğuldum.
Bir ara yabancıları bırakıp yerlilere kafayı sardım. Mehmet Yozgatlı bir alemdi. Bir futbolcu böylesine dökülebilir mi? Oysa, transferi gerçekleştiği gün, ona kefil olanların kervanına gönülden katılmıştım.
Onun da aldığı fiyatı sordum. Aldığım yanıt tepemi attırdı. Elimle ağzımı kapattım. Kötü bir laf çıkmasın diye... Ve tekrar oyuna döndüm.
* * *
Beşiktaş’ı izlemek daha da beterdi. İki gol yedi, her biri evlere şenlik. İlk golde savunma, tam anlamı ile bir şaşkınlar ordusu... İkinci gole ne söyleyebilirim. Bu gol de savunma ailesinin yüz karası!
Ertuğrul Hoca bu kadroya nasıl inanmış da kupaya sürmüş!
İkinci yarıda Rizespor, Beşiktaş yarı sahasının her noktasında adeta cirit attı. Peki, bu bölgenin sorumluları neredeydi?
Nerelerdeydiniz, sevgili Koray Avcı, Mehmet Sedef...
Mehmet Sedef deyince, aklıma geldi. İdmanların gözdesiymiş. Bayağı da taraftarı var... Diyorlar ki...
İdmanlarda oynadığı oyunun dörtte birini maçlarda oynasın, yeter.
İyi de ne zaman oynayacak?
Sevgili Nobre sen ne zaman oynayacaksın? Bobo ile olmuyor, Higuain ile hiç olmuyor!
Bırakın Allah aşkına... Ne uzatıyorum. Hep birlikte döküldüler. Kalecisinden solaçığına kadar hep birlikte bir orta oyun oynadılar. Ve İnönü Stadı’na koşan onca taraftarın keyfini kaçırdılar.
Daha açık söyleyeyim mi... Beşiktaş’ı izlemek için gelenlerin paralarına yazık ettiler!
Yazının Devamını Oku 30 Ekim 2007
DENİZLİ-G.Saray maçı için televizyonun karşısına geçip, bir de sigara tüttürüp Süper Lig keyfi yaşamaya soyunanlar, biraz sonra hep birlikte isyan ettiler... Hasan Şaş da sağ bek oynar mı?
Oyunu izlemeden, niyeti-amacı anlamadan ve birkaç dakika dillerini tutmaya bile gerek görmeden Kalli’ye bindirenler bir güzel yanıldılar.
Hasan Şaş sağ bek de oynarmış!
Sanki 40 yıllık bir savunma oyuncusu gibiydi kalesini korurken. Orta alanda bir savaşçı ve organizatör... Hücumda ise, o deli-dolu Hasan...
Bir de tersten düşünelim... Hani, Hasan’dan da sağ bek olur mu? diye yırtınanların gözü ile bakalım.
Hasan’daki zenginlikleri, duyguları, hala amatör kalmış yüreğini unutanlar böyle düşünebilir.
İşte Kalli, Hasan’daki bu özellikleri yakalayarak onu götürüp gözü kapalı ve hiç çekinmeden savunmanın sağına koydu.
Sevgili Şaş, yeni mekanında ne kadar kalır ne kadar oynar bilemem. Ve bir yorum da yapamam... Ancak, bugünün kiracısı, yarın buranın tapulu sahibi olabilir.
Yine de aklıma geldikçe ürperiyorum. G.Saray, Denizli’de yenilseydi... Hadi, bırakın yenilgiyi, bir beraberlikte bile Kalli’nin başına gelecekleri, yaratılacak fırtınayı bir düşünün.
Ne diyeceklerdi...
Kalli’den de hoca olur mu?
* * *
HEMEN haftanın bir başka süperine geçiyorum. Beşiktaş kalecisi Hakan Arıkan...
Büyükşehir Belediyespor maçındaki üstün performansı ile haftanın futbolcuları arasına girdi. Beşiktaş’ta forma giydiği günden bu yana çizdiği grafik hep yukarılarda dolaştı. Bir-iki maç dışında...
Bunlardan biri ve en önemlisi Marsilya maçında yediği hatalı goldü. Akıllardan hiç silinmedi.
Gariptir... Kurtardıkları ise hiç önemsenmedi!
Kimi, Beşiktaş kazandığı için güme gitti. Kimi de atılan bir gol kadar benimsenmedi. Lafın kısası kaynayıp gitti Hakan’cık!
Büyükşehir Belediye maçı ise, Hakan’ın değerini kanıtlayan 90 dakikalık bir film gibiydi. Belki de kendini anlatacak bir şanstı...
İkinci yarının ilk 20 dakikasında 3 net kurtarış yaptı. Hepsi de birbirinden nefisti.
Ve Beşiktaş tek puanı onun performansı ile kurtardı!
Bugünlere nasıl geldi Hakan Arıkan. Biraz gerilere dönüyorum. Ve bir-iki not düşüyorum...
Biliyor musunuz, futbola sağ bek olarak başladı!
Bir idmanda, abilerden birinin önerisi ile kaleye geçti. Ve o günden bugüne eldivenleri hiç çıkartmadı.
Onu şöhrete ulaştıran maçı hatırlıyor musunuz? Hemen söyleyeyim...
2006-2007 sezonunda Ankaraspor’da oynuyordu. G.Saray maçında Necati Ateş ve Hakan Şükür’ün iki penaltısını kurtardı ve gündem yarattı!
Beşiktaş’a ikinci kaleci gibi geldi. Ama Rüştü’nün önüne geçti. Hayranlık duyduğu iki kaleci var. Biri İtalyanların ünlü kalecisi Buffon. Diğeri mi... Örnek aldığı Rüştü Reçber!
Kader onları Beşiktaş’ta buluşturdu. Bu da Hakan’ın şansı. İyi bir öğretmene düştü...
Öğrene öğrene daha da büyüyecek!
* * *
VE cumartesi gecesini birbirine katan Kasımpaşa’nın santrforu Fransız Tehoue...
F.Bahçe maçında oynadığı oyun ve attığı nefis golle mükemmel bir portre çizdi!
Taraflı-tarafsız çoğu futbolseveri de imrendirdi. Onu beğenenler ortak bir görüşte birleşiyorlardı...
Bu adam bizim takımda olsa!
Beşiktaşlı dostlar onu Bobo’nun yanına yakıştırdılar. Ama herhalde unuttular... F.Bahçe maçının kahramanı, Beşiktaş maçında berbat bir performans sergilemişti.
Kimileri de onun için şöyle bir değerlendirme yaptılar...
İşte, F.Bahçe’nin aradığı santrfor!
Kim bu Fransız?
Kasımpaşa’ya Belçika’nın FC Brussels takımından geldi. Rizespor’u çalıştırdığı dönemlerde Rıza Çalımbay’ın da izleyip alamadığı bir futbolcu.
Lig performansı ise, hani, derler ya... zikzaklı!
Ankaraspor maçında üstün bir performans gösterip, iki gol atmış. 3-1 yenildikleri G.Birliği maçında tek golü var.
Ve F.Bahçe maçında bir gol, nefis bir performans. Diğerlerini boş geçmiş. Kasımpaşa’ya maliyetini sordum... Kimseden net bir rakam alamadım.
Yalnız şunu söyleyebilirim... Sevgili Erman Toroğlu ile konuşurken, laf fiyatına geldi Fransız’ın... Erman Hoca’ya demişler ki...
Hocam, bırak diğer yabancıları, sıradan bir yerliden bile daha ucuz.
3 büyüklere duyurulur!
Yazının Devamını Oku 29 Ekim 2007
TRİBÜNLER Beşiktaş’ı uyuşuk temposundan uyandırmak için her yolu denedi. Şarkılar söyledi, sloganlar attı, gırtlağını yırtarcasına bağırdı... Hiçbiri, Liverpool maçı yorgunu Beşiktaş’ı komadan çıkartamadı. İlk 45 dakikanın akıllarda kalan tek pozisyonu, devre biterken Serdar Özkan’ın kenardan dışarı giden şutuydu.
Kademeler arasındaki derin boşluklar Beşiktaş’ın oyun organizasyonunu da etkiledi. Buna, bir de birbirini kovalayan pas hataları eklenince, Beşiktaş’ın rakip kaleye yönelttiği cılız ataklar skora yansımadı.
İlk 45 dakikanın istatistiklerinde Cisse’nin rakipten kaptığı toplar belki de rekor düzeydeydi. Bunların kontratağa dönüşmesi de bir kaç futbolcunun becerisine bağlıydı. Tello, bir kaç kez böyle girişimlerde bulundu. Uzun ve kontra paslar attı.
Delgado, topla oynadığı kadar üretken değildi. Hücumun iki adamı Bobo ve Burak Yılmaz ile birbirlerini algılamakta sıkıntılar yaşadılar.
* * *
Tribünlerin devre arasında Ricardinho için tempo tutması da, pas trafiğindeki kargaşaya aranılan bir çareydi. Ertuğrul Sağlam da ikinci yarıya Paşa ile başladı...
Beşiktaş’ın zaman zaman kanatları kullanma isteği akılcı bir davranıştı. Ancak, yumuşak ve güçsüz ortaların herbiri Hasagiç’in ellerinde eridi. Bu da Beşiktaş’ı aradığı gole ulaştıracak etkin bir çare değildi.
Şimdi madalyonun bir de diğer yüzünü çeviriyorum... Oyunun 50 ile 65. dakikaları arasında Beşiktaş’ın yaşadığı 3 tehlikeli pozisyon maçın kader anlarıydı.
Hemen Hakan Arıkan’a bir paragraf açıyorum. Ve ardı ardına yaptığı kurtarışların önemini vurgulamak istiyorum...
Olası bir gol Beşiktaş’a daha hazin bir son hazırlayabilirdi...
Bobo’nun direkten dönen kafa şutu mu? Bu da Beşiktaş’ın son şansıydı. İsteyen, şanssızlık da diyebilir.
Yazma gereğini hissediyorum. Büyükşehir Belediye’nin oynadığı oyun daha akılcı ve etkiliydi.
Beşiktaş, yitirdiği 2 puana üzülebilir. Ancak, Belediye’nin 3 puan kaçırdığını söyleyenlere de kimse karşı çıkamaz.
Yazının Devamını Oku 25 Ekim 2007
BÖYLE bir maçın yorumunu kelimelere sıkıştırmanın zorluğunu biliyorum. Duyguların ve sloganların fışkırdığı bir statta zafere soyunmuş 11 Beşiktaşlı delikanlının hiçbirine toz kondurmayacağım. Oyun başladıktan sonra bu maçı kazanmak için teknik-taktik gibi kavramların ötesinde başka değerlerin de gerektiğini herkes gibi kolaylıkla anladım.
Beşiktaş, İnönü’ye yüreğini koymalıydı. Hiç korkmadan dikildi Liverpool’un karşısına... Adına ve şöhretine aldırmadan boğuştu İngilizlerle.
Bir futbol savaşına çevirdi adeta oyunu. Koşarak, yardımlaşarak fiziğini ve nefesini zorlayarak hedeflediği zafere kilitlendi.
Oyuna geç ısındı Beşiktaş. İlk 6 dakikada rakibe sunduğu üç pozisyon rahatlığı, inanın sadece değişik duyguların getirdiği bir heyecan bulutuydu. Geldi, geçti...
Serdar Özkan’ın golünde, Bobo’nun iki Liverpool savunma adamını peşine takarak geliştirdiği atak, tepeden tırnağa bir hırsın çimlere yansımasıydı. O çimler nasıl da ezildi Bobo’nun ayakları altında...
* * *
Golden sonra Hakan Arıkan ardı ardına iki kurtarış yaptı. Belki pek önemsenmedi. Ama her biri Beşiktaş’ın moralini diri tutan ve oyundaki motivasyon kaybını önleyen kulak arkası edilmeyecek kurtarışlardı. Beşiktaş’ın yaşadığı her tehlike sonrası tribünlerin futbolculara gönderdiği moral çığlıkları, zafere kilitlenmiş 11 delikanlıyı nasıl da ateşledi... Her biri performansının üzerinde bir hırsla oynadı. Özellikle ikinci yarıda Liverpool’un amansız baskısında Gökhan Zan ile İbrahim Toraman’ın hava toplarındaki gayreti...
Cisse, Tello, İbrahim Üzülmez, Koray Avcı ve Ali Tandoğan’ın skoru korumak için verdiği savaş... Her biri adım adım zafere koşturdu Beşiktaş’ı.
* * *
Bobo’nun yakaladığı bir pozisyon aklımdan hiç çıkmıyor. 63. dakika oynanıyordu. Topu aldı, sağa çekti, ceza sahasına girdi ve vurdu. Top, yandan dışarı çıktı. Bu pozisyon, oyundaki tüm dengeleri değiştirebilirdi. Belki de Liverpool’u oyundan düşürebilirdi. Bobo’yu kaçırdığı bu fırsat için suçlamıyorum. Sadece üzüntüsüne ortak oluyorum.
Ve birkaç dakika sonra yine Bobo’nun harcadığı bir pozisyon var ki... Bu da Liverpool’un sonu olurdu. Bobo iki adımdan dışarı attı.
Her biri bir rüya gibi gelip geçti. Ve kaçan fırsatların acısına yine Bobo son verdi. 82. dakikada attığı gol, zafere açılan bir bayrağı andırıyordu.
Yediği gole ise hiç aldırmadım. Kaybetse bile Beşiktaş’a övgü dolu bir yazı yazacaktım. Ve onu yine aynı sevgiyle kucaklayacaktım.
Bir şey söyleyeyim mi... Beşiktaş gruptan çıkamasa da, İnönü’de yazdığı bu destan var ya, her şeye bedel.
Öyle anlamlı günlerde yazdı ki bu destanı... Hepimiz Beşiktaşlıyız!
Yazının Devamını Oku 23 Ekim 2007
AFTANIN maçı Avni Aker’de oynandı. Trabzonspor 5 yıl gibi uzunca bir süreden sonra sahasında Beşiktaş’a ilk kez yeniliyordu. Her açıdan ilginç bir oyundu. Trabzonspor skoru 2-0 yaptı. Herkes oyun bitti diye mırıldanırken, Beşiktaş maçı 3-2 aldı.
Bu skor, ilginç maçın beklenmedik finaliydi.
Avni Aker’de bir olay daha yaşandı. Rüştü’ye çıkan kırmızı kart yılların kalecisine meslek yaşamında kesilen en ağır faturaydı.
Boynu kıldan inceydi Rüştü’nün. Hiç bozulmadı. Ne bayrağını hatalı sallayan yan hakeme... Ne de koşa koşa kırmızı kartını çıkartan Bülent Yıldırım’a. Ortamı çirkinleştirmedi. Formasını çıkartıp, Bobo’ya verdi. Bir de öpücük kondurdu Bobo’nun yanağına. Ve dönüp arkasını gitti.
Bobo’nun kaleye geçmesi de başlı başına bir olaydı.
Onu izleyenler hemen değişik duygulara kapıldılar. Maçı bir kenara bırakıp, Bobo ile Pancu’yu kıyaslamaya başladılar.
Ve Kadıköy Panteri’nden sonra şimdi de Trabzon Kaplanı’nın tişörtleri kapış kapış!
Kartal Yuvası reyonlarındaki Bobo tişörtleri yok satıyor. Öğle üzeri gelenler eli boş dönüyor.
Ne bereketli maç imiş. Golleri-olayları ile tekmili birden film gibi!
Bitmedi devamı var...
Hakemin oyundan attığı Rüştü, af kapsamına girecek!
FIFA’nın 11 Ocak 2005 tarihinde yayınladığı 948 sayılı sirküler gereği cezadan kurtulacak Rüştü.
Ne yazıyor sirkülerde...
Disiplin kurulları, hakemlerin haksız kararlarını, disiplin hukuku yönünden düzeltebilirler.
Böyle bir karar da maçın en masum ve centilmen adamına pek yakışır. Yalan mı!
Ve maç sonrası yaşanmış bir olay var ki, hepsinden ilginç. Ne ilginci... Fark atar fark. Yunus Emre Sel’in haberini defalarca okudum. Doyamadım, bir daha baştan aldım...
Beşiktaş’ın 3. golünden sonra fenalaşan ve şoka giren bazı Trabzonsporlu yöneticiler, hastaneye giderek serum tedavisi görmüş.
Ve hastane dönüşü yönetimin mini toplantısına katılarak, Ziya Doğan’dan yenilginin raporunu istemişler.
Ne maçmış ama! Futbolun doksan dakikalık kısacık ömrüne neler sığmış neler...
* * *
BİR HABER de benden... Maç sonrası bazı Trabzonsporlu taraftarlar, ısrarla eski Başkan Mehmet Ali Yılmaz’ın adresini ve telefonunu sordular.
Adresini bilmediğimi söyledim ve yıllar öncesinden kalma bir telefon numarası vardı sayın Başkan’ın, onu verdim isteyenlere.
Ne yapacaklarını hiç sormadım... Sormaya da gerek duymadım...
Herhalde canı yananlar, feryatlarını eski Başkan’a ulaştırmak istiyordu.
Birden aklıma geldi. Trabzonspor son şampiyonluğunu 1983-84 sezonunda yaşamıştı. Yanılmıyorum değil mi?
Tam 23 yıl önce!
Ve bu sezon da şampiyonluktan umut kesenler soracaktı Başkan’a...
Ne zaman bitecek bu özlem!
* * *
YİNE HAFTANIN maçından kısa bir not daha. Ertuğrul Sağlam’ın Trabzonspor karşısında 3 oyuncu değiştirme hakkını bir çırpıda kullandığı ve 13 dakika kalecisiz oynatarak Beşiktaş’a büyük bir risk yaşattığı söyleniyor.
Doğru olabilir. Ama o anda Sağlam’ın tek düşüncesi vardı... Kayıtsız şartsız 3 puan. Ve her riski göze aldı.
Hani bir laf vardır. Derler ki...
Paça ıslanmadan, balık tutulmaz!
* * *
VE RAKAMLAR diyor ki... Fenerbahçe-Konyaspor maçında bol pozisyonlu bir doksan dakika yaşandı.
8 haftada 33 pozisyon yaratan ve 9 gol atan F.Bahçe, Konya maçında 8 pozisyon üreterek tam 4 gol attı.
Rakamlara göre, F.Bahçe, yüzde 27 olan pozisyon değerlendirme oranını, Konya maçında yüzde 50’ye yükseltti.
Acaba Semih faktörü mü?
Yazının Devamını Oku 21 Ekim 2007
OYUNUN ilk 45 dakikalık bölümü bir halı saha maçını andırıyordu. Hele, Beşiktaş’ın 6 dakika gibi kısa bir zaman diliminde yediği iki gol tam anlamı ile bir komediydi. Her iki golün doğuşu Gökhan Zan’ın iki hatalı pasından kaynaklandı. Ayağındaki topu kalktı, rakibe attı. Ve aynı pozisyonda iki ani baskın Beşiktaş savunmasını ve skoru fena hırpaladı. İkinci golde İbrahim Üzülmez’in, Yattara’ya sunduğu pozisyon rahatlığı da hatalar zincirinin son halkasıydı.
Bir mahalle takımı bile böyle kolay goller yemezdi. Söylediğim gibi ikisi de halı saha golüydü!
Böylesine kolay gollere kızanların öfkesi hala kulaklarımı tırmalıyor. İşitmesem de neler söyleyeceklerini biliyorum...
Bu, Beşiktaş savunmasının yediği ilk halt değil ki!
* * *
Teknik direktör Ertuğrul Sağlam’ın maç öncesi beyanatını hatırlıyorum. Kısa bir yorum yapmıştı...
Çocuklar söylediklerimi uygulasın. Alırız maçı.
Ertuğrul Sağlam, çocuklara neler söyledi, bilemiyorum... Ancak, İlk 45 dakikanın geneline bakıyorum, ne yaptığını bilen tek kişi vardı. O da tartışmasız Delgado!
Maç öncesi dostlarla konuşurken, Delgado gündeme geldi. Onun yürekli bir futbolcu olduğunu laf arasına sıkıştırdım ve dedim ki...
Hiç korkmadan tekmeye kafasını uzatıyor!
Sanki içime doğmuş. Beşiktaş’ın ikinci golünde suratında patlayan tekmeye hiç aldırmadan uzattı kafasını. Ve Bülent Yıldırım hiç düşünmeden çaldı penaltı düdüğünü.
Delgado’nun bu cesareti maçın seyrini değiştirdi. Yalan mı!
* * *
BEŞİKTAŞ’ın ilk 45 dakikadaki pas hataları, düşündüklerini uygulama fırsatını frenledi. Yine de yakaladığı pozisyon zenginliği moral açıdan Beşiktaş’ı yüreklendirdi. Oyunda devamlılığını sağladı.
Maç sonrası Jean Tigana’nın bir sözü aklıma geldi. Hep tekrarlayıp dururdu...
"Beşiktaş attığı gollerin değerini bilmiyor. Ve çok kolay goller yiyor!"
Bir ara düşündüm... Bu maç seyircili oynansaydı, Beşiktaş 2-0’lık yenilgiden kurtulup, skoru eşitleme ve daha sonra kazanma şansını yakalar mıydı?
Hadi, böyle bir hesaplaşmayı da kenara itelim... Dünün koşullarına, hatta 2-0’lık skor dezavantajına... Üstelik, son 10 dakikayı 10 kişi ve de kalecisiz oynamasına karşın, Beşiktaş bu maçı kazanmalıydı. Kazandı da ... Ne yaptı da kazandı?
Trabzonspor’un 2-0’dan sonra oyunu daha farklı algılaması gerekirdi. Bunu beceremedi Karadeniz ekibi. Ve Beşiktaş, rakibin hatasını iyi kullandı, pozisyonları değerlendirdi. ve ısrarla skoru kovalayıp, aldı maçı...
Maç sonrası Bobo’ya koşanlara baktım ve Pancu’yu hatırladım... Beşiktaş, Saracoğlu’ndan sonra bir kaleci de Avni Aker’de yarattı...
Şimdi de Bobo tişörtlerinde bir patlama olursa, hiç şaşmayın!
Yazının Devamını Oku